Ebu Talib’ in Gözetiminde
Doğmadan babasını; 6 yaşında annesini; 8 yaşında da dedesini kaybetmişti Efendimiz... Bundan sonra Efendimiz’inbakımı tamamen amcası Ebu Talib’e aitti... Efendimiz artık amcası Ebu Talib’in evinde idi… Ebu Talib’in malî durumu öyle pek iyi değildi, ara sıra sütünden faydalandıkları develerinden başka bir şeyi yoktu... Çoluk çocuğu da ona göre bereketli olunca, bu yüzden çeşitli sıkıntılara düçar oluyordu...
Buna rağmen Kureyş’in ulusu ve şereflisi Ebu Talib’di... Büyük hürmet gösterilen, sözlerine riayet edilen bir zâttı...
Cahiliyet devrinin birçok kötü âdetlerinden kendisini muhafaza etmesini bilmişti... Abdulmuttalib gibi içki içmez, kumar oynamazdı... Ebu Talib, Efendimiz’i kendi çocuklarından daha fazla sever, yanına O’nu almadan bir yere gitmezdi... Yemekte ilk lokmayı O’nun almasını isterdi... Efendimiz her ne isterse, mutlaka onu yerine getirirdi... Zira Abdullah onun öz ana bir kardeşiydi... Diğer kardeşleri gibi ana ayrı kardeş değildi... Bu yüzden Efendimiz’i çok daha fazla seviyordu...
Ebu Talib hakikaten Efendimiz’de kendi çocuklarında olmayan bazı özellikler tespit ediyordu... Efendimiz’in bulunduğu bir yemekte, azıcık yiyecek çok kişiye yeter, karar olan yiyecek ise sanki bir iki kişi yemiş gibi artardı... Aile efradı kendi başlarına yahud ayrı ayrı gruplar hâlinde yedikleri zaman kolay kolay az bir yemekle doymazlardı. Hâlbuki aynı aile bir masada oturduklarında ise, azıcık bir yemekle doyup kalkarlardı... Bu yüzden Ebu Talib mutlaka Efendimiz’in sofrada olmasını ve ilk lokmayı O’nun almasını isterdi. Sonra da diğer çocuklarının O’nu kıskanmasını önlemek için, O yetimdir, onun için ilk lokma O’na aittir diyerek onların gönüllerini alırdı... Öyle olduğu olurdu ki, sofraya bir kimsenin doyacağı kadar süt gelir, fakat o sütten ilk içen Efendimiz olduktan sonra, bütün sofra halkı o sütten içerdi de, gene de süt bitmezdi... Bu yüzden, Ebu Talib, Efendimiz’e:
− Sen çok hayırlı, çok mübarek bir evlatsın... derdi...