Efendimiz Aleyhisselâm’ın İslâm’ı Açıklaması
İslâm Dini’nin gizli gizli yayılması üç sene kadar sürdü... Bu arada bir kısmının İslâm’a girişini naklettiğimiz kırka yakın kişi müslüman olmuştu...
Müslüman olanlar özellikle genç ve fakirlerdi... Gençler müslüman oluyordu, çünkü onlarda atalarının sapık fikirleri henüz kökleşmemişti ve bu yüzden Hak Dine rahatlıkla geçebiliyorlardı... Fakirler müslüman oluyordu, çünkü Hak Dini onlara, parasızlıklarına rağmen insanca yaşama hakkı tanıyordu...
Diğerleri ise kolay kolay bu dine yaklaşamıyorlardı... Zira, atalarının sapık inancı onların üzerinde öylesine bir baskı meydana getirmişti ki, onlar bu bâtıl fikirleri terk edip de bir türlü müslüman olamıyordu...
Burada özellikle ashabtan Husayn (r.a.)’ın müslüman oluşunu nakledip ondan sonra Efendimiz AleyhisSelâm’ın tebligatına geçmek istiyorum...
Husayn, Kureyşli müşriklerin sayıp sevdikleri ulu zâtlardan birisi idi... Bir gün Mekke’ye gelmişti... Oturdular, çeşitli mevzularda konuştular; nihayet Kureyşli müşriklerden biri, kendileri gibi puta tapan Husayn ‘a şöyle konuştu:
− Nebiliğini ilan eden şu adama bir şeyler söyleyiversene... Tanrılarımızı diline dolamış, demediğini bırakmıyor... Bizi hep kötülüyor!
Husayn bu konuşmalar neticesinde söylenen kişiye gidip konuşmayı, ona durumu izah etmesini söylemeyi kabul etti... Müşrikler bu durumdan çok ümitlenmişti... Derhâl Husayn’ı alıp Efendimiz AleyhisSelâm’ın kalmakta olduğu eve getirdiler ve evin karşısına geçerek o içeri girdikten sonra merakla neticeyi beklemeye koyuldular...
Husayn içeri girdi... İçerde oğlu İmran - ki müslüman olmuştu- ve bazı sahabe bulunmaktaydı... Onu görünce, çok soğuk bir şekilde kabul ettiler...
Efendimiz onu görünce ayağa kalktı, hoş bir şekilde güler yüzle karşıladı, yanına oturttu. Bundan sonra Husayn şöyle konuştu:
− Yâ Muhammed, sana dair birçok haber geldi bana... Sen Nebiymişsin! Bizim taptığımız tanrıları kötülüyor, dininde olmayanlar için çeşitli şeyler söylüyormuşsun... Bütün bunların aslı hakikati nedir ki?
Ve böylece Husayn, Kureyşlilerden işittiklerini sayıp döktü... Sonra da şunları ilave etti:
− Şunu da bilesin ki, deden Abdulmuttalib, Husayn’den de, senin kavminden de, senden de çok hayırlıdır...
Sahabe bu sözler karşısında kızmıştı. Ancak, Efendimiz yanında onlara söz düşmeyeceği için kendilerini tutmuşlardı... Efendimiz AleyhisSelâm’ın cevabı bıçak gibi indi:
− Ey Husayn, bil ki, benim büyük babam da, senin büyük baban da cehennemdedir! Sonra sordu:
− Ey Husayn, sen kaç tanrıya taparsın? Husayn bu cevaptan şaşakalmış bir hâlde konuştu:
− Sekiz tanrıya taparım! Efendimiz suallerine devam etti:
− Peki onlar nerededir? Husayn aynı şaşkınlıkla cevap verdi:
− Yedisi yerde, birisi de semâdadır...
− Peki, sana bir musibet isâbet ettiği zaman, malın telef olduğunda hangisine başvurur, yardım istersin?
− Semâdakine!
− Çoluk çocuğuna bir hâl olsa hangisine başvurur yardım istersin?
− Semâdakine...
Bu cevaplardan sonra Efendimiz AleyhisSelâm bütünüyle mevzuya girdi:
− Bak Husayn, semâda olduğuna inandığın o tek ilâhın senin bütün isteklerine muhatap oluyor, her şeyini karşılıyor da; sen nasıl olup yerdeki bir sürü putlara tapıyorsun? O yerdekileri semâdakine ortak koşuyorsun? Semâdaki ilâhın hiç razı oluyor mu sanıyorsun, kendisine yerde birçok ortak tutmandan! Bu yüzden hiç korkmuyor musun o semâda sandığın ilâhtan?
Bak Husayn, sana bir şey söyleyeyim... Var sandığın birçok tanrıdan sadece biri Ahad olan Allâh’tır...Sen de sadece ona ibadet et ve ötekileri bir yana bırak... Böylece de müslüman ol, selâmeti bul!
Bu anlatılanlar Husayn’ın kafasına iyiden iyiye yatmıştı... Söylenilenler doğruydu... Biraz daha düşündü... İçi mutmain olmuştu hepsine de...
− Peki kavmim ve aşiretim hakkında ne dua edeyim?
Bu cevap Husayn’ın İslâm Dini’ne girdiğini gösteriyordu... Az ötede oturan oğlu İmran yerinden fırladı ve babasının eline kapanarak öptü... Babasının müslüman oluşuna pek sevinmişti...
Ardından babası da Efendimiz AleyhisSelâm’a biat etti... Bundan sonra Efendimiz kendisine ne şekilde dua edeceğini öğretti:
− Allâh’ım, zikrimi arttır, hakikate erişmemi kolaylaştır ve ilmimi genişlet!..
Ve bu şekilde bir zaman daha sohbet edildi... Nihayet Husayn artık gitmek istediğinde, Efendimiz AleyhisSelâm, yanındakilere kendisine evine kadar refakat etmelerini istedi...
Ve Husayn ashabla birlikte Efendimiz AleyhisSelâm’ın kalmakta olduğu evden çıkarak yola koyuldu... Dışarıda Husayn’ın çıkmasını bekleyen müşrikler ise bu durumdan son derece müteessir olarak bağırmaya ve haberi yaymaya başladılar:
− Husayn da dininden döndü, sapıttı artık! Yazık oldu Husayn’a da!
Bu şekilde gizliden gizliye İslâm Dini yayılırken birdenbire aksiyona geçilmesini emreden âyet nâzil oluverdi:
“Uyarmaya en yakınlarından başla!” (26.Şu’arâ: 214)
Efendimiz Aleyhisslâm bu durum karşısında son derece üzülüverdi... Bu bir sıkıntı hâliydi... Hastalık gibi bir şeydi...
Yükün ağırlığını düşünen Efendimiz AleyhisSelâm ister istemez bu hâle girmişti... Hazreti Âli (r.a.) yanına geldiği zaman ona şöyle içini boşalttı:
− Yâ Âli, Allâh’ın yakınlarımı ve akrabamı âhiret azabı ile korkutmamı emretmesi bana çok ağır geldi... Ne zaman onlara bu mevzuyu açmaya kalksam, biliyorum ki, beni hiç de hoş olmayan şeylerle ithama kalkacaklar... Nasıl yapacağım, bilemiyorum!
Ve bu ağırlık altında Efendimiz AleyhisSelâm bir aya yakın bir süre evden dışarıya bile çıkamadı... Halası Safiye, ve diğer halaları hasta olduğu zannıyla kendisini ziyarete geliyorlardı... Sıhhati sorulduğu zaman ise Efendimiz AleyhisSelâm onlara şu cevabı veriyordu:
− Allâh’a çok şükür hiçbir şikâyetim yok, ancak Allâh bana akrabamı âhiret azabı ile korkutmamı emretti... Bu yüzden de Abdulmuttalib oğullarını davet edip onlara hakikati duyurmak zorundayım...
Halaları ise Efendimiz’in bu söylediklerini makûl karşılıyorlar ve bu arada da ikaz ediyorlardı:
− Onları davet et ve bildir! Ancak sakın Abdül Uzza’yı (Ebu Leheb) davet etme! Zira o katiyen senin davetine icabet etmez... Tatsızlık çıkarır...
Bu konuşmalardan sonra Cebrâil AleyhisSelâm Efendimiz’in yanıma geldi ve şöyle ikaz etti:
− Yâ Muhammed, eğer sen emrolunduğun şeyi yapmazsan, Rabbin sana azap eder...
Efendimiz AleyhisSelâm Hazreti Hatice’yi çağırdı ve şöyle buyurdu;
− Bize bir kişilik et yemeği hazırla, bir testi de süt getir... Ondan sonra da Abdulmuttalib oğullarına haber vererek bize davet eyle... Onlarla emrolunduğu vechile konuşacağım...
Ertesi sabah davet işini Hazreti Âli tamamladı... Davette ayrıca Abdül Menaf oğullarından bazıları dahi hazır bulundular... O gün sofrada tam 45 davetli hazırdı... Bunların arasında amcası Ebu Leheb de mevcuttu... Davet mevzusunu bilmeyen ve kendi lehine bir şey sanan ancası Ebu Leheb, de bu davete davetsiz olarak katılıyordu.
Herkes sofraya oturduktan sonra, Efendimiz AleyhisSelâm ancak bir kişiye yetecek kadar olan et yemeğini sofraya getirtti... Sonra da:
− Bismillâh! Buyurun! dedi...
Herkes, bu bir kişilik tabak içindeki et yemeğinden yediler... Hem de doyasıya... Ancak, yemeğin sonunda görüldü ki, tabaktan az bir şey eksilmişti...