Fil Hâdisesi Nedir?
Nihayet hristiyanlara böylesine eziyet yapıldığı haberi, hristiyan imparatoru olan Bizanslı Jüstinyen’in kulağına gitti.
Bunun üzerine Bizans İmparatoru Birinci Jüstinyen bir mektup yazarak Habeş Kralı (Necaşi)’den, hristiyanların intikamının alınmasını istedi. Zira mesafe çok uzak olduğu için kendisinin Yemen’e kadar gitmesi imkânsızdı. Hâlbuki bu iş, Yemen’in yanıbaşındaki hristiyan Habeş İmparatoru Necaşi için ise hiç de bir mesele değildi...
Bunun üzerine Habeş Kralı 70 bin kişilik bir orduyu Yemen’e çıkartarak Zu Nuvas’ın üzerine saldırttı. Ordunun başında Eryat adında bir başkumandan vardı. Eryat kısa zamanda Yemen’i istila etti ve havalide çok büyük bir katliam yaptı.
Bu savaşta Zu Nuvas bozguna uğradı, nihayet ele geçeceğini anlayınca atını denize sürdü ve intihar etti. Savaştan sonra da Eryat’ın katliamı devam etti. En ufak bir hâdiseden dolayı halka yapmadığı kalmıyordu.
Bunun üzerine halk Ebrehe’den yardım istedi. Ebrehe bu yardım daveti dolayısıyla Eryat’ın üzerine yürüdü ve yapılan savaşta teke tek dövüştüler. Bu dövüşme sonunda Ebrehe Eryat’ı öldürdü ve Yemen’in başına geçti. Artık Himyer’in tek hâkimi Ebrehe idi...
Ancak Necaşi haberi alınca bunu kendisine isyan saydı ve “Kafasını kazımaz toprağını çiğnemezsem, bana yolum haram olsun” diye ant içti.
Bu haber derhâl Ebrehe’ye ulaşmıştı... Ebrehe kulağına gelen yemin üzerine derhâl kafasını kazıtıp saçlarını bir torbaya koydu; diğer torbaya da Yemen toprağından doldurttu ve bir name ile Necaşi’ye yolladı.
Ebrehe’nin niyaznamesi şöyle idi:
“Ey Sultanlar Sultanım!
Eryat senin bir kulundu; ben dahi bir kölenim... O, Habeş’e kara leke sürecek vahşi hareketlere girişti Yemen’de... Ben dahi senin namına bu kara lekenin sürülmesine daha fazla tahammül edemeyip harekete geçmek ve ona haddini bildirmek zorunda kaldım. Gayem, Sultanımın buyruğunun ve şanının Himyer’de bir kat daha yükselmesidir. Kölen hakkındaki yeminini dahi duydum... İşte Sultanıma baştan başa kazıttığım saçlarımı ve Yemen’in toprağını yolluyorum... Ayaklarınız altına alınız, çiğneyiniz de yemininiz yerine gelsin. Köleniz Ebrehe…”
Bunun üzerine Necaşi, Ebrehe’ye affettiğini, bir süre daha orada kalmasını yazdı.
Güney Arabistan’ın başşehri o zamanlar Sana şehri idi. Buna rağmen birçok putperest Arap hac zamanı ziyaret için Kâbe’ye gelirdi. Bu durum bir gün Ebrehe’yi oldukça düşündürdü...
Nasıl olurdu da bu kadar insan bir sürü taştan putun toplandığı dört duvarı ziyarete giderdi...
− Neden yapılmıştır bu bina? diye sordu hizmetindekilere...
− Taştan yapışmıştır! Dediler...
− Üstünde ne vardır? dedi, cevap verdiler:
− Yemen alacasından bir örtü örtülüdür...
Bunun üzerine Ebrehe, İsa AleyhisSelâm adına ant vererek;
− Yemin ederim ki, ben ondan daha güzelini yapacağım!.. dedi...
Ve inşaat derhâl başladı. Kısa zamanda o devrin bütün Arabistan yarımadasında bir eşi daha olmayan El-Kilis adındaki kilise yapıldı... Bu kilisenin taşları Belkıs harabelerinden getirtilmiş, içine kıymetli mermer sütunlar dikilmiş, iç duvarları en kıymetli mozaiklerle kaplanmıştı... Kapıları altın ve gümüş çivilerle yaptırılmış, tunç levhalardan meydana gelmişti. Zemin çok büyük parçalar hâlindeki renkli mermerlerden döşenmişti. Mihraba açılan kapıda kıymetli taşlar kakılmış idi. Haçların ortasında ise gayet büyük birer parça elmas mevcuttu.
Bina bittikten sona Ebrehe dört bir yana haber salarak hristiyanlığın en büyük mabedinin yapıldığını, artık bunun ziyaret ve tavaf edilmesi gerektiğini duyurdu... Aynı zamanda memleketinde bulunan Kâbe’yi ziyaret etmiş kişileri bu yeni yapılan kiliseyi tavafa zorladı.
Ebrehe’nin herkesi yeni kiliseyi tavafa zorlaması birçok kişi üzerinde ters tepki yapıyordu.
Nihayet Fukaym kabilesinden Nufeyl adında birisi gece kiliseye girdi ve mihrabın önüne pisledi. Ve sonrada gizlice geldiği yoldan kaçıverdi...
Ertesi sabah muhafızlar kiliseyi açıp da mihrabın önündeki pisliği görünce koşa koşa Ebrehe’nin katına varıp, durumu anlattılar. Ebrehe bu hâdise üzerine müthiş köpürdü ve yemini basıverdi:
− Arapları Kâbe’den yüz çevirttiğim için bunu yaptılar. Ben de onların beytlerinde, bir tek taş bırakmayacağım taş üstünde!
Ebrehe 60 bin kişilik bir ordu ile Mekke üzerine hareket etti. Necaşi’nin kendisine yardım olarak yolladığı Mahmud adında eski çağdan kalma beyaz bir fil azmanı, onu takiben de 12 tane normal boyda fil, Mekke üzerine yürüyen ordunun başında geliyordu...
Yolda bir tane Arap kabilesi Ebrehe’nin ordusuna karşı koymak istedi ise de buna muvaffak olamadı. Ebrehe’nin ordusu çığ gibi geliyordu Mekke üzerine. Ordu Taif’e geldiğinde Taif’in ileri gelenleri kendisini karşıladı ve izzet ikram ile Mekke’nin yolunu gösterip, yanlarına bir de kılavuz verdiler.
Taif’liler hiçbir devirde kolaylıkla Hakk’tan yana çıkmamışlardı. Nitekim ileride de göreceğimiz gibi, Efendimiz’e de en büyük zulümlerden birini onlar yapacaktır.
Ordu Mekke yakınlarına gelince, yarım günlük mesafede konakladı. Ebrehe ordu konakladıktan sonra, kumandanlardan birini bir seriyyenin başında Mekke civarında teftişe yolladı. Seriyye Tihame kabilesi ile bazı göçebelerin mallarını yağmalayıp, Efendimiz’in amcası Abdulmuttalib’in 200 devesini de önüne katarak Ebrehe’nin yanına döndü...
Göçebelerden biri ise koşarak durumu Abdulmuttalib’e haber verdi. Bunun üzerine Abdulmuttalib derhâl yola çıktı, Ebrehe’nin karargâhına vardı.
Orada, daha önce Ebrehe’nin karşısına çıkan kabilelerden birinin başkanı ve hâlen de Ebrehe’nin esiri olan Zu Nefr’i buldu ve durumu anlatarak kendisine bir yol gösterip, göstermeyeceğini sordu.
Zu Nefr Abdulmuttalib’e deve sürücüsü Nufeyl’i bulmasını, kendisinden selâm götürmesini; ve ondan kendisini Ebrehe ile görüştürmesini istemesini tavsiye etti...
Bunun üzerine Abdulmuttalib Nufeyr’i buldu ve durumu anlatarak kendisini Ebrehe’nin huzuruna çıkarmasını istedi.
Nufeyl yanına Abdulmuttalib’i alarak Ebrehe’nin çadırının önüne gitti. Onu dışarıda bırakarak içeri girdi ve:
− Ey büyük Sultan! Mekke şehri Ulu’su, Kureyş’in efendisi, halkın ve kurdun kuşun besleyicisi Abdulmuttalib gelmiş, kapıda görüşmek üzere bekler... Lütfeyle ve huzura kabul eyle... dedi.
Ebrehe’nin zaten halka bir kasdi olmadığı için Abdulmuttalib’i huzura kabul etti.
Abdulmuttalib çadırdan içeri girince, Ebrehe gayrı ihtiyarî şaşırmış ve ayağa kalkmıştı. Abdulmuttalib’te anlayamadığı bir kuvvet vardı... Yerinden kalktı ve ona doğru yürüdü...
− Hoş geldin ey Kureyş’in Ulu’su! dedi, sonra tahtının yanındaki mindere oturtu ve kendisi de yanına çöktü... Tercüman vasıtası ile konuşma başladı...
− Söyle! Nedir benden dileğin? Abdulmuttalib tercüman vasıtası ile Ebrehe’ye dileğini söyledi:
− Seriyyeleriniz yaptıkları baskın sonunda 200 devemi sürüp götürmüşler, dileğim onların iadesidir...