Bu yüzden, varlıklı ve gösterişli süt annelerin meydana getirdiği kafile Mekke’ye girdikten sonra, Halime ile kocası Haris süt anne beklenen yere ulaşabilmişti...
Ulaşabilmişti, ama iş işten geçmişti! Zira Sa’d kabilesinin bütün dolgun göğüslü, sütü bol kadınları, eşrafın çocuklarını toplamış; Halime’ye bir tane bile çocuk kalmamıştı! Artık herkes dağılmaya başlamıştı... Halime bu duruma çok müteessir oldu. Eli boş dönecekti kabilesine... Ya o beraber gelen ve elleri dolu dönen akranlarının edeceği alaylar ne olacaktı?
Birdenbire bir ses duyuldu! Birisi süt anne arıyordu...
− Süt evlat almamış olan var mı? Bu uzunca boylu, nûr yüzlü, beyaz sakallı yaşlı birisiydi... Halime Hatun yanındakilerden birine sordu:
− Kimdir bu ihtiyar?
− Abdulmuttalib’tir! Kureyş’in ulularındandır! dediler... Bunun üzerine Halime kadın ona doğru yürüdü ve selâm verdi.
− Selâm yâ Abdulmuttalib!
− Selâm ey kadın... Sen kimlerdensin?
− Ben Sa’d oğullarındanım...
− Adın nedir?
− Halime!
− Ey Halime kadın, sende ben iki güzel huy görüyorum! Bunlardan birisi hilmdir, öteki de yüksek ahlâk! Zaten dünya ve âhiretin büyüklüğü bu iki huyda gizlenmiştir... Sen beni iyi dinle... Benim öksüz bir torunum var. Senden evvel gelen kabilen kadınlarına gösterdim, lâkin onlar (bu çocuk babasızdır) diye almadılar... O’ndan bir fayda göreceklerini sanmadılar. İstersen bu öksüzü sen al... Umulur ki, yaradan, seni onun vasıtası ile menfaatlendirir...
Halime kadın bir ara susakaldı... Düşündü kendi kendine... Sonra da...
− İzin verirseniz kocama danışayım... diyerek kocasının katına vardı... Kocasının yanında o sırada yeğeni de bulunmaktaydı. Durumu anlatınca söze o karışı:
− Sa’dlı kadınların hepsi birer zengin çocuğu alarak kabilenin yolunu tuttular... Sen bir öksüzü alıp da başına dert mi açacaksın?
Ancak Halime kadının kocası Haris ise o kanaatta değildi...
− Eli boş dönmek olmaz kabileye... Haydi git al o öksüzü! Bunda da bir hayır vardır elbet... diyerek Halime kadını Abdulmuttalib’e yolladı...
Halime kadın Abdulmuttalib’in yanına varıp da:
− Torununuzu evlatlığa kabul ediyoruz; deyince, Abdulmuttalib rahat bir nefes aldı...
− Allâh senden razı olsun!
Sonra beraberce Âmine Hatun’un evine yollandılar... Halime kadın, Âmine Hatun’u görünce güzelliği karşısında hayretler içinde kaldı... Âmine Hatun da onu güler yüzle karşladı:
− Ehlen ve sehlen ey Halime...
Ve onu alıp Efendimiz’in yattığı odaya götürdü... Beyaz sof kundak sarılmış, yüzü yeşil ipekle örtülmüş olan Efendimiz mışıl mışıl uyuyordu o sıralarda... Halime yavaş ve sessiz adımlarla O’nun yanına gitti ve yüzündeki örtüyü kaldırdı. İlk defa böylesine parlak ve nûrlu bir çocuk görüyordu hayatında... Birdenbire kanı kaynayıverdi bu öksüze...
Bir an duraladı, sonra kucağına aldı hafif bir hareketle... Göğüslerinde bir hareket başlamıştı... Yavaş yavaş, bir an evvel boş olan göğüsleri bir mucize olarak sütle dolmaya başlıyordu! Fakat bunu açıklayamadı... Ancak sağ göğsünü çıkardı ve Efendimiz’in ağzına verdi... O sırada aklına sırtındaki çocuğu Hamza geldi... Hemen onu da sol göğsüne aldı ve ona da sol memesinden süt vermeye başladı... Bu ne büyük hâdiseydi! Şimdi içi içine sığmıyordu Halime kadının... Varsın Sa’d oğullarının dolgun göğüslü kadınları Mekke eşrafının çocuklarını alsındı. Bu çocuğu dünyalara değişmezdi artık o...
Biraz sonra Halime kadın Abdulmuttalib’in evini terk ederken, iki çift yaşlı göz onu takip ediyordu... Bu gözlerin sahipleri Abdulmuttalib ve Âmine Hatun’du. Ve dua ediyorlardı ardından:
− Rabbimiz, sen onu sağlıkla kabilesine vardır, sağlıkla büyüt ve sağlıkla Mekke’ye döndür...
Sonra kocasının yanına gelerek durumu anlattı...
− Aman yâ Halime, sakın kimseye bunlardan söz etmeyelim... Ola ki bir kem gözlünün nazarı isâbet eder...
Artık sanki altlarındaki o gelişte bindikleri merkep değildi... Kuş gibi gidiyor, mesafeyi nasıl aldığını hissetmiyordu! Halime’nin kafilesi, bu hızla, kendilerinden çok evvel yola çıkmış diğer yoldaşlarını geride bırakıp, en evvel kabileye erişmişti...
O hafta Halime’lerin evine bereket sağanağı yağdı... Her şeylerine bir bereket gelmişti... Koyunları, develeri bol bol süt veriyor, diğer gıdaları tükenmek bilmiyor, evlerine keder girmiyordu...
Böylece Efendimiz’in dört senesi, Halime kadının yanında, Sa’d oğulları kabilesinde geçti... Bu süre zarfında en iyi şartlarda yaşadı ve gelişti... Günün birçok kısmında, diğer süt kardeşleri ile birlikte köyün dışında oynuyordu. Halime kadın O’na kendi öz çocuklarından çok daha fazla önem veriyor, gözü gibi koruyordu...