Efendimiz Aleyhisselâm’a Yapılan İftiralar
Kureyşli müşrikler İslâm Dini’nin yayılmasına zorla mâni olamayacaklarını tespit edince Efendimiz AleyhisSelâm’a “Sihirbaz”, “Kâhin”, “Mecnun”, “Şair” gibi kendilerinin de inanmadıkları birtakım sıfatlar yakıştırarak etrafa karşı kötülemeye başladılar... Böylece, O’nun yabancılara yaptığı davetleri tesirsiz bırakmaya çalışıyorlardı... Ancak normal şartlar altında gelişen bu durum Hac zamanı yaklaştığında geçerli olmadı...
Sebep de bu sırada yapılan bir toplantıda Velid bin Mugıyre’nin sözleri oldu... Yapılan bir toplantıda müşriklerin en yaşlılarından ve bilginlerinden birisi olan Velid bin Mugıyre bu toplantıda şöyle hitap etti:
− Ey Kureyşliler... Nihayet Hac mevsimine de ulaştık... Bu sebeple birçok meselelerle de karşılaşacağız sanırım. Bugüne kadar memleketimize birçok kimseler gelip giderdi, ve sizler de onların kimine mecnun, kimine kâhin, kimine de şair diye bahsedip, böylece kimsenin Muhammed’e inanmamasına çalışırdınız... Ancak artık gördüm ki bunda muvaffak olamayacaksınız...
Müşriklerden birisi atıldı.
− Niye olamayacağız?.. Bu güne kadar muvaffak olduk ya?
− Bu güne kadar gelenler bir ya da birkaç kişilik gruplar hâlinde geliyorlar ve birimizden bilgi alıp gidiyordu... Hâlbuki bundan sonra gelecekler ise çok kalabalık olacak ve her birinizle görüşecektir! Görüşünce de kiminiz O’nun için sihirbaz, kiminizin mecnun, kiminizin şair, kiminizin de kâhin diyecek... Deyince de işler altüst olacak... Zira adamlar sizin çekememezlik içinde olduğunuzu anlayacaklar... Bu sebeple şimdiden bir tek hususta anlaşmak şarttır... Ki böylece yarın birbirimizi yalanlar bir hâle düşmeyelim...
Bunun üzerine orada bulunanlar Veild bin Mugıyre’nin teklifini kabul ettiler ve sordular:
− Peki, ya sen ne düşünüyorsun? Ne dememizi tavsiye edersin?
− Ben görüşümü belirtmeden evvel, sizin görüşlerinizi bilmek isterim... Sizler ne düşünüyorsanız, onları bana bildirin evvela...
Teklif attılar ortaya:
− Kâhindir, deriz!.. Velid bu teklife karşı çıktı:
− Andolsun ki O kâhin değildir! Biz kâhinleri çok görmüşüzdür... O’nun okuduğu ne kâhin fısıltısıdır; ne de kâhin uydurması… Kâhin doğru da söyler, yalan da söyler... Biz Muhammed’de şimdiye kadar bir tek defa olsun yalan görmedik...
− Öyle ise mecnundur, delidir deriz!.. diye bir başka teklif attılar... Bunu da kabul etmedi Velid bin Mugıyre:
− O, mecnun yahut deli değildir... Biz delileri de çok gördük! Deliliğin ve delilerin ne olduğunu çok iyi de biliriz... Muhammed’in ne boğması, ne boğulması, ne içinde kin tutması, ne sarsılıp titremesi, kaşını gözünü tik varmış dibi oynatması ve ne de evhamlanması bulunmaktadır...
− O takdirde biz de şairdir deriz... diye bir teklif attılar...
Ancak buna da karşı çıktı Velid tekrar:
− O şair de değildir ki! Şairin her çeşidini tamamıyla biliriz... Ancak O’nun okudukları asla şiirin hiçbir nevine benzememektedir! Dolayısı ile şair de denemez Muhammed’e...
Bir teklif daha attılar müşrikler ortaya:
− Mâdemki öyle, biz de, sahirdir deriz! dediler... Velid bu defa da müşriklere karşı:
− Hayır!.. Olamaz!.. O sihirbaz da değildir... Biz sihirbazları ve onların yaptıkları sihirleri çok gördük... O’nun okudukları ne sihirbazlarınkine ne de büyücülerin büyülerine benzemektedir...
Artık oradakilere diyecek bir şey kalmamıştı. Zira Efendimiz AleyhisSelâm’ı itham için ne kelime bulmuşlarsa, o hasletin Efendimiz AleyhisSelâm’da bulunmadığını Velid onlara ispat etmişti... Nihayet çaresizlik içinde Velid’e sordular:
− Eba Abdüşşems, öyle ise ne diyelim... Bizim söylediklerimizin doğru olmadığını söyledin... Haklısın! Peki ama, biz ne diyelim öyle ise? Sen ne dersin, söyle bakalım?
Velid bundan bir zaman kadar evvel Efendimiz AleyhisSelâm’ı Kur’ân okurken dinlemişti... O zaman Efendimiz şu âyeti okumuştu:
“Şüphesiz ki Allâh adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder, taşkın kötülüklerden, zulümden ve büyüklüğünü zorla kabul ettirmekten nehyeder... Size öğüt verir ki iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız.”
İşte bu âyetin tesiri altında kalan Velid fikrini açıkladı:
− Yemin ederim ki, O’nun okuduğu sözlerden daha yüce bir söz olamaz! O bir Nûr’dur... Öyle tatlı bir okunuşu vardı ki... Son derece mükemmel ve o derece de hoşa gidici ki, asla tarif edilemez...
Ve bunu söyledikten sonra da, başka bir şey söylemeden yerinden kalkıp doğruca yürüdü gitti Velid...
Oradakilerin hepsi çok şaşırmıştı bu duruma! Ardından konuşakaldılar:
− Velid de dininden dönmüş!..
− Demek o da Muhammed’e tâbi olanlardan!..
Bu haber kardeşi Ebu Cehil’in de kulağına erişmişti... Ebu Cehil haberi eriştirenlere karşı kesin bir şekilde cevap verdi:
− Siz hiç üzülmeyin! Ben şimdi Velid’i yola getiririm...
Bundan sonra kalkıp Velid’in evine gitti... Velid’in evine geldiği zaman gayet kederli bir hâlde gözüküyordu. Velid sordu Ebu Cehil’e:
− Hayrola ya ahi?.. Bu tasanın sebebi nedir?
Ebu Cehil büyük bir ustalıkla cevap verdi:
− Niye tasalanmayayım ki? İşte, koca Kureyşliler ihtiyar hâlinde sana yardım için, nafaka topluyorlar!
Velid hayretler içinde kalmıştı... Sordu:
− Niye bana nafaka topluyorlarmış?
Ebu Cehil yalanını ortaya koymaya devam etti:
− Sen Muhammed’in sözlerini süsleyip püslemişsin... Daha fazla zengin olmak, O’nun nimetlerinden faydalanmak için O’na yaklaşıyormuşsun! Bunun için de O’nun sözlerine değer veriyormuşsun!
İhtiyar Velid’in bütün kafası atmıştı bu sözlere... Bunca malına, mülküne, parasına, zengin sülalesine rağmen O’na yüz suyu dökecekti ha! Sinirli bir şekilde cevap verdi:
− Kureyşliler benim malca da, paraca da, evlatça da O’ndan zengin olduğumu bilmiyorlar mı sanki? O’nun yanındakiler sanki O’ndan çok zengin oldular da, beni mi daha fazla zengin edeceklermiş? Bunlar sapık budala sözleri!
Sonra biraz durdu, düşündü... Ve bu olanlar üzerine derhâl karar alarak Kureyşli ileri gelenleri evine çağırdı... Onlara izahat verecekti...
Kısa zaman sonra hepsi geldiler... Velid onlara kırgın bir hâlde konuştu… Zira Velid hakikaten İslâm Dini’ne girmemiş; ancak Kurân’ın insan üstü, mahlûk üstü bir eser olduğunu belirtmişti...
− Hayır, ben tanrılarımdan yüz çevirmedim! Ancak, O’na ne gibi bir ithamda bulunmamız icap ettiğini uzun uzadıya ölçüp biçtim! Sizin söylediklerinizin asılsız olduğu, düşünen ve dinleyen bir şahıs tarafından rahatlıkla anlaşılabilecektir... Buna rağmen eğer bir şey demek istiyorsanız; o takdirde sihirbaz demenizi tavsiye ederim... Zira O öylesine sihirli bir eserle gelmiştir ki, babayla oğulun, kocasıyla karısının, kardeşle kardeşin arasını açabilmektedir... Hatta kavimlerin bile arasını açabilecek güçte görünmektedir...
Bu izahat müşrikleri rahata kavuşturmuştu... Bundan sonra hep birlikte Mekke sokaklarına dağılıp, Hac için gelen bütün yabancılara Efendimiz AleyhisSelâm’ın sihirbaz oluğunu yaymaya başladılar... Bu arada da onlarla ilgili şu âyeti kerîme nüzûl etti...
“Muhakkak ki O, Keriym bir Rasûlün kavlidir (sözüdür).
O bir şair sözü değildir... İmanınız çok kısıtlı!
Bir kâhin sözü de değildir... Hatırlayıp düşünmeniz de çok kısıtlı!
Rabb-ül âlemîn’den bir tenzîldir (tafsile indirme)!” (69.Hakka: 40-43)
“Beni, yalnız olarak yarattığımla (başbaşa) bırak;
Kendisine zenginlik oluşturduğumu;
Önünde dolaşan oğullar verdiğimi;
Kendisine alabildiğine genişlik ve bolluk yaşattığımı!
Üstelik (hırs ile) daha da arttırmamı umar!
Hayır (asla)! Muhakkak ki o işaretlerimize karşı çok inatçıdır.
Onu saud’a (sarp bir yokuş) mecbur edeceğim.
Muhakkak ki o düşündü ve takdir etti!
Ölesi (de hakikati göresi) nasıl takdir etti!
Sonra yine ölesi (de hakikati göresi) nasıl takdir etti!
Sonra baktı.Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti!
Sonra arkasını döndü ve kibre saptı!
Ve şöyle dedi: “Bu nakledilen büyüleyici bir sözden başka bir şey değil!”
“Beşer sözünden başka değil bu!”
Onu Sakar’a (acı ve eziyet veren ateşe) maruz bırakacağım.” (74.Müddessir: 11-26)
Bu âyetlerle, Efendimiz AleyhisSelâm’la sihirbaz diye alay edilmesine sebep olan Velid bin Muguyre’nin durumu belirleniyordu...