Müslümanlara Ambargo Uygulanması
Bu hareketlerden, Hazreti Hamza ve nihayet Hazreti Ömer’in müslüman olmasından ve İslâmiyetin iyice yayılmaya başlamasından sonra müşrikler iyice düşünüp taşınmaya ve bu meseleye bir hâl çaresi bulmaya koyuldular...
Nihayet içlerinden birisinin teklifi üzerine bütün müşrikler arasında şu maddeleri haiz olan bir anlaşmayı imzalamaya karar verdiler...
1. Haşim ve Muttalib oğullarından asla kız alınmayacak...
2. Haşim ve Muttalib oğullarına asla kız verilmeyecek...
3. Haşim ve Muttalib oğullarına hiçbir şey satılmayacak...
4. Haşim ve Muttalib oğullarından hiçbir şey satın alınmayacak.
Bu dört ana hükümden başka, anlaşma birçok hâllerde müşriklerle bu ailelerin aralarındaki bazı hısımlık bağları dolayısı ile bir arada oturmalarını, görüşmelerini, hatta acıma ve saygı bağlarını bile koparmayı emrediyordu... Ayrıca bu anlaşmanın Efendimiz AleyhisSelâm ölünceye kadar yahut kendilerine teslim edilinceye kadar sürdürüleceği de yazılı idi... Bu anlaşma, aşağı yukarı 80 aile reisi tarafından imzalanmış ve gücü herkese ispat edilsin diye de Kâbe’nin içine asılmıştı...
Müşriklerin bu anlaşmayı ilan etmeleri üzerine Ebu Talib bir manzume ile bütün Haşim ve Muttalib oğullarını bir araya toplanmaya davet etti... Bu toplantı mahalli Ebu Talib’in Şi’bi idi...
Bu davet üzerine bir kısmı müslüman olan, diğer kısmı da akrabalık gayretiyle olmak üzere bütün Haşim ve Muttalib oğulları, bugün Şibi Ali diye bilinen Mekke’nin bir mahallesine toplandılar... Ve hep bir arada yardımlaşarak yaşama yolunu tuttular...
Fakat artık bu; bir arada yaşamaktan çok daha öte, tam bir muhasara altına alınmanın ifadesi idi... Bu bir araya toplanma hareketinin hemen ertesinde müşrikler mahalleyi gerçek bir iktisadî ve içtimaî muhasara altına aldılar... Mahallenin giriş ve çıkışlarını dikkatli nöbetçilerle kontrol ediyorlar, böylece müslümanlara bir yardım malzemesi götürülmemesi için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı…
Bu muhasara İslâm’ın doğuşunun tam yedinci senesinin Muharrem ayı başlangıcına rastgelmiş ve tam üç sene devam etmişti...
Bu süre zarfında Efendimiz’e bir kötülük yahut bir suikast yapılmasından çekinen Ebu Talib mutlaka her gece Efendimiz AleyhisSelâm’ın yanına bir nöbetçi koyardı... Hatta bazı geceler kendi yanında alıkoyup, evine dahi gitmesine müsaade etmediği olurdu...
Bu muhasara yıllarında Şi’bi’ye ne bir yiyecek, ne de bir içecek girmesine müsaade etmeyen müşrikler, onların Hac aylarında dahi dışarı çıkıp rahatlıkla alışveriş yapmalarına müsaade etmiyorlardı...
Hac aylarında ne zaman bir müslüman çarşıya alışverişe inse, derhâl ondan evvel bir müşrik pazarcının önüne koşuyor ve mal satmaması için kendisini tehdit ediyordu... Bu durum karşısında o müslüman pazardan bir şey almaksızın elleri boş, mahalleye dönmek zorunda kalıyordu...
Mahallede yaşayan müslümanlar arasında öylesine bir kıtlık başlamıştı ki, bu asla kaleme gelmezdi... Müslümanlar çoğu zaman yiyecek bir şey bulamazlar, ağaç kabuklarını yahut deri parçalarını kaynatıp onlarla karınlarını doyurmaya çalışırlardı...
İcabında günlerce tek bir lokma yemedikleri olurdu, bu müslümanlarla onları korumak isteyen akrabalarının çocukları açlıktan saatlerce ağlar, sonunda yorgun ve bitap bir hâlde susarak uyuya kalırlardı... Bu ağlama ve yakınma sesleri mahallenin civarından geçen müşriklerin kulağına gider ve onları büyük bir sevince gark ederdi... Zira böylelikle müslümanlar ile akrabalarını yola getireceklerini sanırlardı...
Bu süre zarfında birkaç defa, Hişam adındaki müşrik içeride yaşamakta olan bir akrabasına bir deve yükü yiyecek yollamış, ancak bu daha sonra diğer müşrikler tarafından tespit edilmişti...
Efendimiz AleyhisSelâm bu zaman zarfında hanımı Hazreti Hatice’tül Kübra validemizle birlikte ellerindeki bütün serveti harcamış, açlıktan inleyen müslümanların bu sıkıntılarının hiç olmazsa bir parça hafifletmek için ellerinden gelenleri ardlarına koymamışlardı... Buna rağmen gene de sıkıntılar bitmiyordu...
Bu süre zarfında bir defasında da Hakim bin Hizam akrabası olan Hazreti Hatice’ye bir deve yükü buğday yollarken Ebu Cehil tarafından görülmüş ve mâni olunmuştu... Bu durum karşısında Hakim, elindeki deve çenesi kemiği ile Ebu Cehil’in kafasını yarmış ve yüzünü kan içinde bırakmıştı...
Bu zaman zarfında dahi Efendimiz AleyhisSelâm Risâlet vazifesini ifa etmekten kaçınmıyor; beraberinde bazı aileler olduğu hâlde Mekkelileri İslâm’a davet ediyordu... Ancak bu davetler maalesef çoğu zaman bir netice görmüyordu...
Bu zamanın son günleri yaklaşmaya başlamıştı ki Cebrâil AleyhisSelâm Efendimiz AleyhisSelâm’a bir haber getirdi:
Bu habere göre, Kâbe’nin içinde asılı bulunan antlaşmanın yazılı olduğu sayfaya bir kurt musallat olmuş ve sahifenin en başında bulunan: “ Bismikallâhumme = İsminle başlarım Allâh’ım” yazılı kısım hariç bütün yazıyı yiyip bitirmişti...
Bunun üzerine Efendimiz AleyhisSelâm, Ebu Talib’in yanına gitti ve ona haber verdi:
− Amca! Rabbim Allâh, Kureyş’in anlaşma yazdığı sayfaya bir ağaç kurdunu musallat etti. O da, yazının başındaki Allâh adından gayrı, yazılmış bulunan bütün maddelerin yazılı olduğu yerleri yiyip bitirdi...
Ebu Talib hayretle sordu:
− Bunu sana Rabbin mi haber verdi?
Efendimiz AleyhisSelâm cevap verdi:
− Evet! Rabbim Allâh haber verdi...
Ebu Talib bu sözlere inandı:
− Andolsun ki, seni kimse aldatamaz ve kimse de sihir yahut büyü yapamaz!
Sonra kalkıp doğru müşriklerin toplu hâlde bulunduğu yere yürüdü... Yanlarına vardığında onları bir araya çağırıp şöyle konuştu:
− Ey Kureyşliler! Bana kardeşimin oğlu haber verdi: Sizin yazıp Kâbe’nin içine astığınız antlaşmanın baş kısmındaki “Allâh adıyla başlarız” lafzı hariç, bütün maddelerin bir ağaç kurdu tarafından yendiğini haber verdi... Haydi getirin o anlaşmaya da bir bakalım...
Şimdi isterseniz sizinle bir bahse girelim... Eğer, mesele kardeşimin oğlunun haber verdiği gibi ise, siz bize tatbik ettiğiniz bu ambargoyu kaldırın... Yok eğer söylediği doğru çıkmazsa, ben O’nu size teslim edeyim; siz O’na istediğinizi yapınız!
Müşrikler bu teklifi kabul etti...
Derhâl gittiler ve anlaşmanın yazılı olduğu sahifeyi Kâbe’nin içinde asılı olduğu yerden alıp getirdiler... Durum aynen Efendimiz AleyhisSelâm’ın anlattığı gibi idi... Müşrikler bu durum karşısında muazzam bir hayrete düşüp, ne diyeceklerini şaşırdılar... Nihayet içlerinden birisi çıkıp bir bahane buldu:
− Bu da senin kardeşinin oğlunun bir sihridir! O yaptırmıştır bunu! İnanmayız…
Ve bundan sonra da kaybolan sayfadaki hükümleri aynen tatbik etmeye devam ettiler...