Ömer Devrede
O sıralarda Ömer’in kız kardeşi Fâtıma ve eniştesi Said bin Zeyd'de müslüman olmuştu... Ancak Ömer’in bundan haberi yoktu... Bunlardan başka Ömer’in akrabalarından Nuaym bin Abdullah da müslüman olmuştu... Fakat o dahi müslümanlığını açığa vurmamıştı...
Ömer, Efendimiz AleyhisSelâm’ı öldürmek üzere doğruca evine gitti, kılıcını kuşandı ve yola koyuldu... O sıralarda Efendimiz AleyhisSelâm ise Darül Erkam da bulunuyordu. Yanında amcası Hazreti Hamza, Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Âli (r.a.) bulunmaktaydı... Aşağı yukarı bunlardan başka kırk’a yakın müslüman daha evde hazır bulunuyordu...
Ömer, gayet sinirli bir şekilde dağlık taraftan Darül Erkam’a gidiyordu ki, yolda akrabası Nuaym’a rastladı... Nuaym Ömer’in sinirli hâlinden, belindeki kılıcından ve Efendimiz AleyhisSelâm’a giden güzergâh üzerinde olmasından şüphelenerek sordu:
− Hayrola, nereye böyle ya Ömer?.. Ömer o sinirli hâliyle cevap verdi:
− Muhammed’e! Şu yeni din çıkarana... Zira Kureyş’i ikiye böldü... Bizleri aptal saydı... Atalarımıza demediğini koymadı! Ben de O’nu öldüreceğim işte!
Nuaym bu cevap karşısında dehşete düşmüştü... Cevap verdi:
− Vallâhi yâ Ömer, sen nefsine uyuyor ve kötü bir işe teveccüh ediyorsun... Eğer, O’nu öldürebilirsen, Abdi Menaf oğulları seni yeryüzünde sağ bırakırlar mı sanıyorsun?..
Ömer’in kafası atmıştı bu cevap karşısında:
− Andolsun ki, ben senin de sapıtmışlardan olduğunu anladım... Doğru mu anlamışım?..
− Sen bana bakacağına, evvela kendi ev halkına bak! Onlarla uğraş, başa çık da, ondan sonra bana karış!
− Benim ev halkıma ne olmuş ki?..
− Kardeşin Fâtıma ile amcazaden ve enişten Said bin Zeyd de müslüman olup Muhammed’in getirdiği yeni dine girdiler... Sen dışardakilerle uğraşacağına, evvela evdekilere bak!..
Ömer, kızgınlıkla yakasına yapıştığı Nuaym’ı salıverdi... Demek, kendi kardeşi ve eniştesi de müslüman olmuştu ha! Kafası allak bullak olmuştu... Evvelki kararını değiştirerek doğruca kardeşinin evine doğru yürümeye başladı... O sıralarda kardeşinin evinde de Habbab bin Eret bulunup, kardeşi Fâtıma ile amcazadesi Said’e Kur’ân öğretiyordu...
Dışarıda sert ayak sesleri duyunca, derhâl birisinin geldiğini anlayıp Habbab’ı bir kenara sakladılar... Ancak eve oldukça yaklaşmış olan Ömer de içeride okunan Kur’ân sesini işitmişti... Keza Ömer’in gelmekte olduğunu anlayan Fâtıma da Kurân’ın yazılı olduğu deri parçasını göğsüne saklamıştı...
Kapı sert bir darbe ile açıldı ve Ömer içeriye hışımla girdi... Sonra da kükrercesine sordu:
− Ben gelirken okumakta olduğunuz neydi?.. Said cevap verdi:
− Kendi aramızda konuşuyorduk! Sen onu işitmişsin... Yoksa bir şey okuduğumuz yok!
Ömer pek yutmadı bu yalanı...
− Andolsun ki, ben ikinizin de müslüman olduğunuzu, Muhammed’in yaydığı dine girmiş olduğunuzu öğrendim... Söyleyin bana hakikati?..
Said baktı ki, ok yaydan çıkmış, açıkladı:
− Yâ Ömer, hâlâ anlamadın mı, Hak Din’in senin taptığın tanrılardan çok daha başka olduğunu?..
Ömer’in sigortasını attırmıştı işte bu sözler... Zira oldukça asabi mizaçlı bir kimse idi.
Derhâl eniştesi Said’in üzerine atlayarak, onu yere yıkıverdi ve sonra da göğsüne oturarak onu tokatlamaya başladı... Fâtıma arkadan yetişerek, kocasının göğsüne oturan Ömer’i itmek, kaldırmak istedi... Ömer bu defa oturduğu yerden geri dönerek şiddetli bir tokatla Fâtıma’yı yere serdi! Düştüğü yerde Fâtıma’nın burnu kanamaya başlamıştı...
Artık iş çığrından çıkmıştı... İkisi da şiddetle haykırdılar Ömer’in yüzüne karşı:
− Bil öyle ise! İkimiz de müslüman olduk! Muhammed’in getirdiği Hak Din’e girdik işte! Şehâdet ederiz ki tanrı yoktur sadece Allâh vardır! Ve yine şehâdet ederiz ki Muhammed de Allâh’ın Rasûlüdür... Sen şimdi ne yaparsan yap... İslâm Dini’ni ancak cahiller ve sapıklar anlayamaz...
Ömer, onların bu sert bir şekildeki ültimatomunu, kardeşinin kan içinde kalmış yüzünü görünce büyük bir şaşkınlık geçirdi... Sonra da yumuşadı... Yaptıklarına pişman oldu... Sesini mümkün olduğu kadar tatlılaştırarak konuştu:
− Ben gelirken okumakta olduğunuz şeyi versenize bakayım; Muhammed’in getirdikleri nasıl bir şeydir?..
Fâtıma’nın aklına yazılara bir şey yapacağı geldi...
− Veremem! Sen ona da bir şey yaparsın!
Ömer onları temin etti:
− Hayır bir şey yapmayacağım sadece okumak istiyorum...
Hakikaten okumak arzusunda olduğunu anlayınca Fâtıma, bu defa Ömer’e hâlini bildirdi:
− Sen şu hâlinle şirk içinde bulunduğun için, pis sayılırsın! O’na ancak tâhir olanlar el sürebilirler!
Evvelâ kalk da, bir yıkan... Sonra da verelim, okuyasın... Yapabilir misin?.. Bunun üzerine Ömer, kalktı, yıkandı ve tekrar geldi... Yüzü tamamen yumuşamış, üzerine hoş bir hâl gelmişti... Zaten Ömer okuma yazma bilirdi... Kâtipti... Tâhâ Sûresinin yazılı olduğu deriyi verdiler Ömer’in eline ve okumaya başladı:
Bismillâhirrahmânirrahıym,
Tâ Hâ... Biz Kurân’ı sana, mutsuz olman için inzâl etmedik.Sadece, haşyete (Allâh azametini hissetmeye) açık şuura (hakikatini) hatırlatmadır (inzâl olan bilgi)!
Arzı (bedeni) ve yüce semâları (Esmâ mertebenden açığa çıkan şuur boyutlarını ve bilinç kademelerini) yaratandan, bölüm bölüm indirilmiştir.
Rahmân, Arş’a istiva etti (El Esmâ’sıyla âlemleri yaratıp hükümran oldu. Kuantum Potansiyelde ilmini seyretti ilmiyle).
Semâlarda (şuur ve bilinçlerde), arzda (fiile döktüklerinde), ikisinin arasında (hayalinde ve vehminde) ve toprağın altında (bedenin derinliklerinde) ne var ise, O’nun (El Esmâ özelliklerinin açığa çıkması) içindir.
Sen düşündüğünü açığa vursan (veya gizlesen); (bil ki) kesinlikle O, Sırr’ı da (şuurundakini de) Ahfa’yı da (onu meydana getiren Esmâ mertebeni de) bilir!
Allâh’tır! Tanrılık yoktur sadece “HÛ”! Esmâ ül Hüsnâ O’na aittir (dilediğini o özelliklerle yaratır)!
Musa’nın olayı ulaştı mı sana?
Hani (Musa) bir ateş gördü de ehline: “Yerinizde durun, muhakkak ki ben bir ateş hissettim... Belki ondan size bir kor parçası getiririm ya da o ateşin yanında bir kılavuz bulurum.”
Ona (ateşe) yaklaştığında: “Yâ Musa” diye sesleniş algıladı.
“Kesinlikle ben, ben Rabbinim! Hemen iki nalınını (beden ve bilinç bağlarını terk et; şuur olarak kal) çıkar; gerçekten sen mukaddes vadin Tuva’dasın!”
“Ben seni seçtim! O hâlde vahyolunan bilgiyi algıla!”
“Kesinlikle Ben, evet Ben Allâh’ım! Tanrı yok, sadece BEN! Bana (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarma işlevinle) kulluk et! Beni hatırlaman için salâtı yaşa!”
Muhakkak o saat (ölüm) gelecektir... Her nefsin, kendisinden açığa çıkanların sonucunu görüp yaşaması için, onun zamanını gizleyeceğim.
“Ona (ölüm ertesinde başlayacak sonsuz yaşama) iman etmeyen, asılsız hayallerine tâbi olmuş kimse, ondan (Allâh’a likâ gerçeğinden) seni alıkoymasın; sonra helâk olursun!” (20.Tâhâ: 1-16)
Bundan sonda da Hadiyd Sûresinin 1-8. âyetlerini okudu Ömer:
“Semâlarda ve arzda olan her şey Allâh’ı (işlevleriyle) tespih etmektedir! “HÛ” Aziyz’dir, Hakiym’dir.
O’na aittir semâların ve arzın mülkü... Diriltir ve öldürür! O, her şeye Kaadir’dir.
“HÛ”dur, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın (“HÛ”dan gayrı olarak hiçbir şey yoktur)! O Bi-küllî şey’in (Esmâ’sıyla her şey’i yaratmış olan olarak) Aliym’dir (Bilen’dir şeylerin tamamını)!
O, semâları ve arzı altı süreçte yaratan, sonra da arşa istiva edendir! Arza gireni ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı ve onun içinde urûc edeni bilir... Nerede olursanız O sizinle(hakikatinizin Esmâ ül Hüsnâ’sıyla varolması sonucu) beraberdir! (Mâiyet sırrına işaret). Allâh yaptıklarınızı (yaratan olarak) Basıyr’dir.
O’na aittir semâların ve arzın mülkü! İşler Allâh’a rücu ettirilir.
Geceyi gündüze dönüştürür, gündüzü de geceye dönüştürür! O, sadırların zâtı olarak (içlerindekilerin Esmâ’sıyla hakikati olarak) Bilen’dir!
Esmâ’sıyla hakikatiniz olan Allâh’a ve Rasûlüne iman edin... Sizi halife kıldığı şeylerden (O’nun namına) infak edin! Sizden iman eden ve infak eden kimseler var ya, onlar için çok büyük karşılık vardır.
Esmâ’sıyla hakikatiniz olan Allâh’a niçin iman etmiyorsunuz? Rasûl, Esmâ’sıyla sizi yoktan var kılan Rabbinize iman etmeniz için davet ederken ve üstelik de sizin mîsakınızı almışken! Eğer iman edenlerseniz!” (57.Hadiyd: 1-8)
Âyetleri okumayı bitirince Ömer, hayretler içinde kalmıştı...
− Bu ne kadar haşmetli sözler!.. diye hayranlığını anlattı... Ve devam etti:
− Hayatımda bundan daha güzel, haşmetli ve içe tesir edici sözler okumamış ve duymamıştım...
Ömer’in bu sözlerini işiten Habbab, kendini tutamayarak saklandığı yerden dışarıya fırladı:
− Müjdeler olsun sana yâ Ömer! Zira O geçen gün şöyle dua etmişti:
“Ey Allâh’ım İslâm’ı ya Ömer, ya da Ebu Cehil ile kuvvetlendir”!
Niyaz ederim ki Allâh’tan; Rasûlullâh’ın ettiği dua senin için kabul olsun! Şimdi görüyorum ki bu duaya sen muhatap oluyorsun... Bu azîm, kudrettir, yâ Ömer!
Ömer, son derece hassaslaşmıştı... Sordu:
− Rasûlullâh nerededir şimdi? O’nu görmek istiyorum, ben! Fâtıma endişe etti:
− Eğer O’na yakışmayacak bir şey yapmayacağına dair namus sözü verirsen, sana olduğu yeri söyleriz?..
Ömer, zaten vazgeçmişti bu niyetinden artık...
− Söz veriyorum ki O’na yakışmayan hiçbir harekette bulunmayacağım!..