Hazreti Hatice’ye muhtemelen bu deneyi amcaoğlu Varaka öğretmişti, tamamıyla ikna olabilmeleri için...
Cibrîl AleyhisSelâm ilk vahyi getirmesinden bir zaman geçti ki, hiçbir vahiy nâzil olmadı... Bu “fetret” kelimesiyle ifade olunan devir bir deyişe göre on beş gün, ve diğer nakillere göre de bir ay, üç ay, bir sene, yahutta üç sene sürdü...
Efendimiz vahyin kesilmesinden dolayı büyük üzüntü duydu... Bu yüzden birkaç kere yüksek dağ tepelerinden kendini aşağıya atmak istemişse de, birdenbire görünen İsrafil AleyhisSelâm O’na mâni oldu…
Nihayet bir gün... Gene bundan sonrasını Efendimiz’in ağzından dinleyelim:
Ben (bir gün) yürürken, birdenbire gökyüzü tarafından bir ses işittim... Başımı kaldırdım, birde baktım ki, Hira’da bana gelen melek (yani Cibrîl AleyhisSelâm) semâ ile arz arasında bir kürsü üzerinde oturmuş! Çok ziyade korktum... (Evime) dönüp:
− Beni örtün, beni örtün demeye başladım... Bunun üzerine Allâhû Teâlâ:
“EY MÜDDESSİR (bürünmüş olan)!
KALK DA UYAR!
RABBİNİN YÜCE AZAMETİNİ FARK ET!
ELBİSELERİNİ (bilincini - beynini) ARINDIR!
RÜCZ’DEN (her türlü şirkten, yanlış değerlendirmekten) KAÇIN!”
âyetlerini inzâl etti.
Efendimiz’e Kurân’ın nâzil olması, görüldüğü üzere vahiy olaraktır. Vahiy, sekiz ayrı şekilde izhar olmuştur.
Şimdi kısaca Efendimiz’e ne şekilde vahiy geldiğini inceleyelim...
Birinci mertebe: Rüyayı sâdıka’dır (gerçek rüya). Yukarıda naklettiğimiz birinci hadîs-î şerîfte görüldüğü gibi, Nübüvvetin ilk altı ayında Efendimiz gece bir rüya görmezdi ki, ertesi günü aynen çıkmasın... Hatta bazen vahyin Efendimiz’e rüyada bile nâzil olduğu vâki bulunmaktaydı...
İkinci mertebe: Yakaza hâlinde, yani gözleri kapalı uyanık bulunurken, Cibrîl görünmez, fakat vahiy olunması icap eden âyetleri Efendimiz’in kalbine ilka ederdi... Nitekim;
“Şüphesiz Ruh-ül Kuds Cibrîl AleyhisSelâm kalbime şu sözü nefh etti:
Hiçbir nefs, bütün rızkını tamam olarak almadıkça ölmez... Öyle ise Allâh’dan sakınınız da rızkınızı güzel, meşru, mürüvvete lâyık yollardan arayınız!”
Hadîs-î şerîf’i bu çeşit vahiy mertebesidir...
Üçüncü mertebe: Vahyin bu mertebesinde, Cibrîl AleyhisSelâm bir insan sûretinde gelir ve emirleri Efendimiz’e tebliğ ederdi... Cibrîl AleyhisSelâm insan sûretine girdiğinde umumiyetle sahabeden Dihye bin Halife el Kelbi’yi tercih eder ve onun sûret ve kıyafetinde gelirdi... Bundan başka bazen bir Arabi sûretinde de geldiği vâki olurdu...
Dördüncü mertebe: Bu mertebedeki vahyin inzâlini açıklamadan önce, Efendimiz AleyhisSelâm’ın durumu izah eden birkaç hadisini nakledelim:
Allâhû Teâlâ semâda bir hüküm ve kazayı ilâhîyi tebliğ buyurmak istediği zaman, melekler bir kayaya çarpan demir zincir gibi gelen kavli celîli Rabbül izzete karşı kemâli huşûlarından dolayı kanatlarını çırpıp, huşû içinde secdeye kapanırlar...
İçlerinden haşyet kalkınca; Rabbimiz ne buyurdu, diye birbirlerine sorarlar... Ve birbirlerine, Rabbimiz Hakkı buyurdu, derler... Yüce kibriyâ sıfatıyla muttasıf olan O’dur, derler...”
İbni Mes’ud (r.a.)’dan mervi olan bir hadis:
“Allâhû Teâlâ bir Emri Subhaniyi vahyetmek istediğinde, Allâh haşyetinden dolayı semâyı bir titreme alır... Ehli semâvat bunu duyunca, hemen bihut bir hâlde düşüp secdeye kapanırlar... İlk kendine gelen Cibrîl AleyhisSelâm olur... Ve vahyi ilâhîyi hâmil olarak gönderildiği yere gider... İster semâda ister arzda tebliğ edeceği mahale varıncaya kadar, semâdan semâya geçtikçe melekler; Rabbimiz ne buyurdu? diye sorarlar... O da: Hakkı buyurdu!.. der. Ülüvvü Kibriyâ sahibi O’dur; cevabını verir... Melekler de onun cevabını tekrar ederler...”
Yukarıda ki hadislerde buyurulduğu üzere, meleklerin de vahiy alışı bu mertebeye girer...
İşte bu vahiy hâlinde Efendimiz AleyhisSelâm en soğuk günlerde dahi çok terler, üzerine bindiği deve dahi bu ağırlığa tahammül edemeyerek yere çökerdi.
Nitekim Arafat’ta Efendimiz AleyhisSelâm deveye binmiş bir hâlde iken, Sûre-i Mâide’nin nüzûlü sırasında bu hâl meydana gelmişti... Devenin bacakları az daha hurdahaş hâle geliyordu...
Gene böyle bir vahy hâlinde iken, Efendimiz’in dizleri vahiy kâtiplerinden Zeyd bin Sabit’i Ensari (r.a.)’ın dizi üzerinde iken, Zeyd öylesine bir ağırlık hissetmişti ki, az daha bacağının kırılacağını hissetmişti... Bu durumu vahiy kâtibi olan Zeyd (r.a.) şöyle anlatırdı:
− Rasûlullâh AleyhisSelâm’a gelen vahyi yazardım. Vahiy nâzil olduğu zaman Rasûlullâh AleyhisSelâm’ı bir sıkıntı kaplar, inci taneleri gibi şiddetli bir ter dökerdi de ondan sonra açılırdı... Kendileri bazen söylerler, ben de yazardım... İşimi bitirinceye kadar zahmet çekerdim ki, ayağım kırılıyor zanneder ve artık bir daha yürüyemem derdim... Sûre-i Mâide nüzûl ettiğinde de sûrenin ağırlığından bir vahiy kâtibinin az kalsın bilekleri kırılacaktı…
Ebu Hüreyre (r.a) ise bu durumu şöyle naklederdi:
− Vahy nâzil olduğunda, Rasûlullâh tamamlanmasına kadar, hiçbirimiz başımızı kaldırıp mübarek yüzüne bakamazdık... Vahiy nâzil olurken, en evvel vücudu âlilerine bir titreme gelirdi... Kendilerini gam ve hüzün istila eder, vechi mübarekleri kül gibi olur, gözlerini kaparlar ve horultuya benzer, şiddetli şiddetli nefes alırlardı…
Ayrıca böyle vahyolma sırasında dışardan da bir şeyler duyulur, his olunurdu... Bunu da Hazreti Ömer (r.a.) şöyle anlatır:
− Vahy nâzil olduğunda Rasûlullâh AleyhisSelâm’ın çevresinde kovan etrafındaki arıların uğultusuna benzer bir ses işitilirdi...
Beşinci mertebe: Cibrîl AleyhisSelâm aslî sûret ve heyetiyle, her biri semâyı göstermeyecek kadar muazzam olan altı yüz kanadı ile görünüp Allâh’ın emirlerini vahyederdi... Bu çeşit vahy iki defa meydana gelmişti... Birincisi Risâletin başlangıcında vahye ara verilmesinin hemen akabinde olmuştu... Bu vahyin sırasında Cibrîl’i aslî heyetiyle gören Efendimiz istiğrak hâline geçmişti.
İkincisi ise Leyle-i Mirâc’da meydana gelmişti. Sidret-ül Münteha’nın yanında meydana gelen bu görüntüde ise Efendimiz AleyhisSelâm’ın bir şiddete maruz kaldığına dair bir delil bulunmamaktadır...
Altıncı mertebe: Bu vahiy çeşidi de Mirâc’da olmuştur. Beş vakit namazın farziyeti Efendimiz AleyhisSelâm’a Allâhû Teâlâ tarafından araya bir melek girmeksizin, direkt olarak bildirilmiştir. Tıpkı Musa AleyhisSelâm’ın Tûr’da Allâhû Teâlâ ile konuşması gibi... Bu vahiyde konuşma var, fakat görüş yoktu.
Yedinci mertebe: En ağırı bu vahiy çeşitidir ki bunu ifade etmek çok zordur... Ancak şu kadar söylenebilir:
Efendimiz AleyhisSelâm’ın Mirâc’da olduğu bir sırada hiçbir perde olmaksızın ve söz olmaksızın Allâhû Teâlâ ile görüşmesidir. Bunu, ölümü tatmamış hiçbir insan idrak edemez, bu sebeple de bunun üzerinde fikir yürütmek boştur...
İnsanlar bunu ancak ölümden sonra mümin oldukları takdirde anlayabilirler... Nitekim insanların bu görüşlerini anlatan hadîs-î şerîf şöyledir:
“İçinizden hiçbir kimse yoktur ki kıyamet günü mahşerde Rabbi ile arasında hiçbir tercüman; müşahedeye mâni olacak hiçbir engel olmaksızın konuşmasın...”
Sekizinci mertebe: Rabbin rüyada müşahedesi ve vahyin bu sırada verilmesidir...