27 Şubat 1998
Üstad
− Sanırım Okyanus ötesi yaptığımız, bu konuda ilk defa olan bu sohbetler, size hayli geniş ufuklar açar...
Genelde biliyorsunuz, sohbetlerimizin ana teması “TAKLİTTEN TAHKİKE” başlığı ile özetleniyor!..
Falanca kitap şöyle yazıyor; filanca efendi böyle demiş ile hiçbir yere varılamayacağını bugüne kadar ki oturumlarda olabildiğince idrak ettirmeye çalıştım...
Bütün bunların bizi TAKLİTTEN bir adım öteye götürmeyeceğini, “mukallidan” sınıfından bu şartlar altında asla çıkamayacağımızı size fark ettirmeye çalıştım...
Bilgi ezberlemeyle ancak “DAHA MÜKEMMEL BİR MUKALLİT” olunabilir!..
Gene size fark ettirmeye çalıştım ki, Kurân’da anlatılanlar −açık hükümler ötesinde− tümüyle sembollerdir, mecazlardır... Mesela; Yunus Nebi balığın karnından yukarıdaki tanrısına mesaj yollamamıştır; içinde bulunduğu hâl ve duygular ve erdiği idrak, bu yolla bize anlatılmaya çalışılmıştır...
Keza “HANÎF” anlayışın babası Tevhid ustası İbrahim Aleyhisselâm da Ay’ı ya da Güneş’i Rabbi sanmamıştır!..
Bunlar bizim üzerinde düşünmemiz için sembollerle anlatımdır...
Akıllı biri için, aptalca ya da mantık dışı bir şey söylenirse, durun ve düşünmeye başlayın...
Sonra bir daha düşünün; acaba bu düzeyde biri böyle mantık dışı veya aptalca ya da hikmeti olmayan bir fiil ortaya koyar mı; diyerekten!..
Ben size bir hikaye anlatayım...
İki arkadaş oturmuşlar, konuşuyorlarmış...
Ali demiş ki Veli’ye...
− Yahu Ali, sen şu yanında hizmetini gören Ahmet’e kaç para aylık veriyorsun?..
Demiş Veli, 15 altın...
Hikâye eskilerde geçiyor... Şimdi tabii yok böyleleri...
Ali şaşırmış, kızarmış: “Ben demiş aynı işleri yapan benim Mehmet’e ayda 5 altın veriyorum... Sen çok vermiyor musun?.. Sen aldanıyorsun gibi geliyor bana...”
Veli, yok demiş, “Benim işimin görülmesi için Ahmet gibi bir adama ihtiyacım var; ve o da hakkediyor bunu!..”
Ali demiş: “Yahu aynı işi görüyorlar... Niye üç misli para?.. Sen aklını mı kaçırdın?..”
Veli demiş: “Peki, gel o zaman şunları bir imtihan edelim beraberce... Aralarında bir fark var mı yok mu, görelim...”
“Hay hay”, demiş Ali...
Veli seslenmiş, adamına dışarı...
− Ahmet orada mısın yavrum?..
Hemen kapı açılmış, içeri Ahmet girmiş...
− Önce şu köşedeki bakkala git, iki okka pirinç ile bir okka şeker al; sonra fırına git, iki pide al, sonra manava git, bir karpuz al, en sonra da kitapçıya uğra bir adabı muaşeret kitabı al gel... Al şu parayı da...
Ahmet hemen almış patronundan parayı ve çıkmış...
Veli konuşmaya başlamış...
“Ahmet şimdi ayakkabısını giyiyor... Kapıyı açtı, yola çıktı... yürüyor... yürüyor... bakkala girdi... selâmlaştı... ısmarladı pirinç ile şekeri... hazırlıyor bakkal... aldı onları çıktı dışarı fırına yürüyor... Fırına girdi pideleri alıyor...”