Soru
− Orijin varlığa işaret eden “Allâh” ismini harf harf açar mısınız?..
Üstad
− Sorunun cevabı; AbdülKerîm Ceylî’nin “İnsan-ı Kâmil” kitabında var...
Soru
− Melekî boyuttan tenezzülat, “an” ile kayıtlı mıdır?
Üstad
− Melekî boyuttan tenezzülat, o şuurun dilediği kadar bir süreçtir...
Soru
− Üstadım!.. Meleği tanımadan kendi hakikatini tanımak, idrak etmek, ALLÂH’ı kavramak mümkün değil, buyuruluyor... Melek boyutunu tanımak ne demektir?..
Üstad
− Kendini önce beden olarak tanırsın... Sonra idrak edersin veya takliden kabul edersin ki, bir de ruhun varmış... Bu derinliğine giden bir görüş keskinliğine yol açar; “basîret” de denir...
Bunun da ötesine geçebilirse idrakın... Tüm varlığın (elbette ben dediğin de buna dâhil) asıl kökeni melekî boyutmuş; bunu fark edersin...
Bu boyutu fark etmeden, anlamadan, idrak etmeden, hissetmeden kendi hakikatini kavraman, hissetmen de kesinlikle mümkün değildir!.. Hele ki ötesine geçmek!..
Bu gerçekleşmeden, ötesinden söz etmek, ancak laf salatası olur!.. Yani, takliden yapılan konuşmalar!..
Soru
− Ehli beyt, Kurân’a tamamen ayna olma vasfını taşıyor mu?..
Üstad
− Ehli beyt, fıtratları kadarıyla Kurân’dan aksettirirler...
Soru
− Herhangi bir şeyi değerlendirme; beyindeki genetik özelliklerin ve astrolojik etkilerin tesiri ile şekil alır. Bu boyut, yaşadığımız düzeyi oluşturur. Âhiret hayatında aynı astrolojik etkiler devam edeceğine, ruhta da Dünya üzerinde mevcut genetik kayıt olduğuna göre, âhiret boyutunda başkalaşım yavaşlatılmış bir şekilde mi olacaktır? Belirtildiği gibi dünya hayatında ki değerler âhiret yaşantısında hükmünü yitirmektedir...
Üstad
− Evet!..
Soru
− Efendimizin halifelerinin her hutbesinin farz oluşunun altında yatan espri neye dayanmaktadır?..
Üstad
− Soruyu daha aç...
Soru
− Halifelerin Cuma namazında yaptığı hutbeyi kastediyorum...
Üstad
− Cemaatin, yöneticisinden haberdar olması ve onu dinlemelerinin farziyetine işaret eder... Bu dediğim, şeriattaki farziyet anlamında değil, gereklilik anlamındadır.