15 Haziran 1998
Üstad
− Merhaba dostlar...
“SİSTEMIN SESLENİŞİ” başlığı altında, Pazar günü web sitemizin Türkçe sayfasından ulaşılan link ile çıkan yazımızı umarım okumuşunuzdur...
Bundan sonra Pazar günleri oraya değişik haftalık bir yazı koyacağım inşâAllâh...
Bu arada, İstanbul’u ziyaretim sırasında bir çok kıymetli arkadaşımın hâlâ kendi güzelliklerini yaşamakta olduğunu; bir çok arkadaşımın benden sonra, doğrulan yay gibi, kendi güzelliğini devam ettirmekte olduğunu gördüm...
Elbette her yay, bırakıldığında, kendi kemâlini yaşayacaktır!..
Neyse pek çok yeni şey gözlemledikten sonra yeniden yuvaya döndüm...
Şimdi dikkatinizi çekmek istediğim bir konu var;
SIFATLAR ve İSİMLER...
Bilindiği gibi, Sıfatlar asıldır; İsimler ise onlara dikkati yöneltmek isteyen araçlar!..
Önemli olan vasıflardır!.. İsimler değil!..
İsmin işaret ettiği vasıf, işaret edilende yoksa, bu hem ona ZULÜMdür hem de o ismi duyanlara!
Mesela “Rasûl” kelimesi... Bir vasfa işaret eder... O isimle işaret edilen kişide o vasıf yoksa, hem ona hem de bunu duyanlara zulümdür...
Ya da; Kutup’tur, Gavs’tır gibi... çeşitli ünvan ve mertebe isimleriyle bir kişideki bir sıfata, bir vasfa işaret ediyorsunuz!..
Oysa o kişide, o mertebe ve o mertebeyi oluşturan yaşantı yok!..
İşte siz ona yakıştırdığınız bu ismin işaret ettiği vasıfla hem ona, hem de bunu duyan insanlara eziyet ve zulümde bulunmuş olursunuz...
Öncelikle şunu anlayalım...
Sizin verdiğiniz isim veya sıfatla, kişi o vasfa bürünmez, o mertebeyi elde edemez!..
Kişi, yaşadığı kemâlin oluşturduğu vasıfla, belli bir isme hak kazanır!..
Eğer velâyet kemâlâtını yaşamıyorsa bir kişi, sizin ona “Velî” demenizin bir değeri olmadığı gibi, ona ve bu sözü duyanlara da zulmetmiş olursunuz ve de bunun vebalini yüklenirsiniz...
Önemli olan falanca ya da filancanın kim olduğu değil, ondan bize ulaşan ilmin bize ne derece yararlı olduğudur...
Eğer ilmi değerlendirecek bir anlayışa sahip değilseniz; kişinin etiketine, etrafın dediğine göre ona değer verip, dediklerine yönelecekseniz, zaten öyle birinin yanında bulunmaya lâyık değilsiniz; taklit ehlisiniz demektir.
Herkes sonuçta kendi âleminde yaşayacaktır, aynen şimdi olduğu gibi!..
Öyle ise, artık insanların hangi mertebede olduğu yolundaki spekülasyonları bırakıp, kendi gerçeklerimize dönelim...
Evet, kendimizi de aldatmayalım... Etrafın bize verdiği mertebeler ile kendimizi kandırmayalım!..
Yaşadığımız boyutta ne kadarıyla “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”i tanıyıp; ne kadarıyla “O’nun ahlâkı ile ahlâklanmış olarak” yaşadığımıza bakalım!
Hâlâ, yaşadığımız çevrenin bize taktığı gözlükle ve gözbebeklerimize göre yaşamı ve insanları değerlendiriyorsak, etrafın bize atfettiği mertebelere sakın aldanmayalım…
Sanırım, anlatmak istediklerimi, dinleyenin anlatandan daha ârif olması nedeniyle çok iyi anlamışsınızdır...
Sizlerin bana sormak istediği bir husus var mı, kitaplarda açıklamadığım bir konuda?..
Soru
− Üstadım… Namaz Mi’râc ise, cemaatle namaz kılmak ne demektir acaba?..
Üstad
− Çoklukta Bir’liğin yaşanması.
Soru
− Efendim… Erken doğum nedeniyle gelişemeyen beyin hareket kontrol merkezini, zikir yoluyla tedavi mümkün müdür?
Üstad
− Bildiğim kadarıyla hayır...
Peki, katıldığınız için herkese teşekkürler... Herkese iyi geceler...