Eğer Allâh Rasûlü’nün veya Rasûlullâh Halifesi olarak tayin edilen zâtın hayatına bakarsak...
Başta Mekke ve Medine’nin en zenginlerinden ve büyük tüccar olduğunu görürüz...
Rasûlullâh’ın getirdiği ilmin doğruluğunu diliyle değil kalbiyle tasdik ettikten sonraki yaşantısı ne oldu bu zâtın? Bu konuya ilgi duyan, 1965’te yazmış olduğum Sıddîk-ı Ekber Ebu Bekr’in hayatını okuyabilirler!..
“Siz yalnızca iman ettik demekle, daha öncekilerin yaşadıklarını yaşamadan cennete gireceğinizi mi umuyorsunuz...” yolundaki Kur’ân uyarısını unutuyoruz galiba?..
Bir bilgiyi tasdik etmek, akıl sahipleri için gereğini de uygulamayı getirir!
Uygulanmayan ilim, gereği ortaya konmayan iman, lafla tasdikten başka bir şey değildir; insana hiçbir getirisi de olmaz!
Herkes kesinlikle ilminin gereğini yaşar! Herkesin davranışı ilminin sonucudur. İlmi tasdik ediyorsan, davranışı da, “ilim doğru olduğuna göre mutlaka bu davranış da doğru olmalıdır, ben bu konuda ilmim yetersiz olduğu için hikmetini anlayamıyorum” diyerek tasdik etmek zorundasın ki, daha sonraki aşamaların kapısı sana açılsın!
Şeytan seni, karşındakinin senin değer yargılarına veya duygularına veya şartlanmalarına ters gelen davranışları dolayısıyla ilimden uzaklaştırmaya çalışır!
Oysa her insan, kesinlikle, ilminin-idrakinin sonucu olan davranışları ortaya koyar, aklı başından alınmadığı sürece!
Ya ilmi reddedeceksin, hâlle beraber; ya da hâli kabul edeceksin doğru olarak ilimle beraber!.. Çünkü teknik olarak insan ilminin yani beynindeki veritabanının sentezlerinin sonucunu yaşamaktadır otomatik olarak her an!
Eğer bu dediğimi anlarsanız, fark edersiniz ki, hâl, ilmin sonucu ve dışa yansımasıdır!
İnsanların anlayışları sınıf sınıftır...
Kimine sivrisinek sazdır; kimine davul zurna azdır!
Kimine kitap, hitap ermez; kimine bakış, bıçak gibi saplanır!..
Herkesi kendi anlayışı ile sınırlamak, kişinin büyük yanlışlarına yol açar! Ben tokmakla ayılırım, sen bakıştan incinirsin!
Bu, fıtrî incelikle alâkalıdır ki, inceliği, herkes kendi yaratılış inceliği kadar sanır; ötesini akledemez!
Hz. Ebu Bekr’in hassasiyetiyle, Ebu Cehl’in hassasiyet ve incelik anlayışı çok farklı idi... İkisi de aynı Rasûlullâh’ı dinlemesine rağmen!
Birisi günde 24 saat, Rasûlullâh’ın getirdiklerine kafasını yorarken, O’nun anlattıklarını değerlendirmeye çalışırken; diğeri O’nun açıkladıklarından uzak durup, dünyalığını arttırmak için elinden geleni ardına koymayıp, tüm kafasını bu işe yoruyordu.
Ebu Bekr, Rasûlullâh’ın, “Rasûl”lüğünün yolunda yaşıyordu... Ebu Cehil, dünyanın!
Beynini ne kadar “Rasûl”lüğün yolunda kullanıyorsun?
Doğru bildiğin, kabul ettiğin “Rasûlullâh” ilmini, en yakınlarından başlayarak yaymak için, gününün ve beyninin ne kadarını bu işe ayırıyorsun?..
“İkra kitabek”... “Kitabını oku” ve “Hesap görücü olarak nefsin yeter” uyarıları ışığında, vicdanınla, uygulamalarını ne kadar hesaba çekiyorsun?
Rasûlullâh’a bu yolda yaptığı çalışmalar yüzünden “cinne uğramış, deli” dedilerdi; sen bırak delilik derecesini, akıllılık(!) düzeyinde neler yapıyorsun?
Eğer yaptıkların yeterli geliyorsa, vicdanın rahatsa, düşün...