Sayfayı Yazdır

“Ruhu İnsanî”ye Gelince

Sperm ile yumurtanın rahimde birleşmesinin 120. gününde, cenin, bazı kozmik ışınların etkisiyle, “meleğin ruhu nefhetmesi” diye tarif edilen bir biçimde, dalga üretimine başlar.

Beynin çekirdeği durumunda olan bu yapı, genetik veritabanını değerlendirmesine vesile olan ilk temel kozmik tesirleri alarak ön programa kavuşur ki; böylece onun “şâkılesi” yani “programının doğrultusu” belirlenmiş olur...

İşte bu anda “kişisel ruh” yani “insanî ruh” meydana gelmiş, yaratılmış olur!.. Bu andan evvel, “bireysel ruh” mevcut değildir!..

Bu sebepledir ki, eğer 120. günden sonra çocuk alınırsa cinayet hükmüne girer!..

Zira, 120. günde cenindeki beyin çekirdeği, “dalga bedeni” yani “kişilik ruhunu” üretmeye başlamıştır ki, ceninin öldürülmesi hâlinde dahi, bu “ruh” yaşamına sonsuza dek devam eder...

Kişiliğin temel özelliklerini ise, genlerindeki bilgiler meydana getirir...

Genetik veriler, tohum; tohumun gelişmesini ve özelliklerinin ortaya çıkış biçimini sağlayan toprak, gübre, su, nem gibi faktörler de “astrolojik programlama” gibidir!..

Beyin, gelişimi ve yaşamı süresince, kendisindeki bütün bilgileri “Ruh” adı verilen, bir tür “dalgadan” oluşan “holografik beden”e yükler!.. Bu holografik beden, aynen televizyon dalgaları gibidir... Nasıl ki taşıyıcı dalgalara yüklenmiş görüntü ve ses dalgalarıdır televizyon dalgaları; işte “insan ruhu” da böylece tüm zihinsel fonksiyonların sonucu olan verileri yüklenmiştir!..

“Ölüm” denilen, beynin faaliyetinin durması ve vücudun manyetizmasının kesilişiyle beraber, kişi kendini bu “holografik dalga beden” olarak hissedip yaşamaya başlar...

“Ba’sü ba’del mevt” denilen hâldir bu anlattığımız!..

Ancak, o kişi yaşamı boyunca neleri düşünmüş, neleri hissetmişse; ne tür endişe ve korkulara kapılmış, sevgiler duymuşsa, o “dalga beden” yaşantısında da bunlardan gayrını bulmaz!..

Bu sebeple kişi, fizik-şimik bedende kendini ne ölçüde ve nasıl tanımış ve kabullenmişse; daha sonra kendini içinde bulacağı “âhiret âleminde yani “dalga boyutta”, “holografik dalga bedende de kendini o özellikleriyle bulur...

Nitekim Hz. Rasûlullâh bu gerçeğe şöyle işaret eder:

“Nasıl yaşarsanız o hâl üzere ölürsünüz; ve ne hâl üzere ölürseniz, o hâl üzere bâ’s olursununz... Ve kıyamette de o hâl üzere haşrolursunuz...”

“Ölüp de dirilme” denen olay, öldükten sonra kıyamette olmayıp; bedenin kullanılmaz hâle gelmesinin hemen sonraki anında oluşmaktadır!..

Yani yaşam, “biyolojik beden” boyutundan, “ruh-dalga beden boyutuna geçiş, bilince göre kesintisiz bir şekilde devam etmektedir!..

Bu yüzden de demekteyiz ki, “ölümü tadan her kişi sonraki anda “ruh beden”le diri bir hâlde; aklı-bilinci tamamıyla yerinde olarak mezara gömülür!..

Ve de kıyamete kadar diri bir hâlde kabir âleminde yaşamını sürdürür!..

Nitekim, “Âmentü”de söylemekte olduğumuz “vel ba’su ba’del MEVT[1] kavramı bunun açık delilidir!..

Görüldüğü gibi “Bâ’s” olayı kıyamete bırakılmıyor; “ölümün hemen sonrasında” olarak vurgulanıyor!.. “Bâ’s” olayının kaynağı olan ALLÂH’ın “BÂİS” isminin mânâsını iyi anlamak için, İmam Gazâli’nin “Esmâ-ül Hüsnâ şerhi” isimli kitabını tetkik edebilirsiniz...

Evet, “insan ruhu”; 120. günden itibaren, bütün yaşamı boyunca oluşan tüm zihinsel hâsılasını yüklenir ve beden kaydından kurtulduktan sonra da Dünya yaşamındayken elde etmiş olduğu verilere ve enerjiye göre yaşamını sürdürür...

Dünya durdukça, Dünya’nın manyetik çekim alanı içinde kalan ve Dünya’nın ikizi durumunda olan dalgasal yapılı dünya yani “Berzah” âleminde yaşayan “ruh”lar; kıyametle birlikte, ya yetersiz enerjileri dolayısıyla Dünya ile birlikte Güneş’in dalgasal ikizi olan “cehennem”in içinde yerlerini alırlar; veyahut da kaçabilen diğer “ruhlar”la birlikte “cennet” ismiyle bilinen galaksi içi yıldızların dalgasal yapıdaki ikizleri içinde yolculuğa çıkarlar...

Ancak dikkat edilmeli ki...

Ölüm ötesi yaşamın bir günü, Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesine göre, Dünya senesi ile bin yıldır... Yine Hz. Rasûlullâh’ın açıklamasına göre, sadece “sıratı geçiş, üç bin senelik yoldur”...

Oranın bir günü, Dünya senesiyle bin yıl olursa, üç bin yılı ne kadar eder, artık siz düşünün... Ve buna göre de diğer zaman ölçülerini düşünebilmeye çalışın...

İş böyle olunca, olayı ister istemez çok daha geniş boyutlu düşünmek gerekmektedir...

Evet “Ruh” konusunda bir iki hususu daha vurgulayalım...

Ruha ait olarak bilinen hususların tamamı gerçekte beyne aittir!.. Bu yüzdendir ki ruhun hastalığı olmaz!.. “Ruh hastalığı” tâbiri tamamıyla yanlış bir ifadedir!.. Gerçekte beyin hastalıkları ve fonksiyon bozuklukları söz konusudur...

Her beyin, kendi özel şifresiyle kendi ruhunu ürettiği için, o beyin kullanım dışı kaldıktan sonra, ruhunun başka bir beyne geçmesi diye bir şey de asla söz konusu olmaz!..

Yani reenkarnasyon, yeniden bedenlenerek Dünya’ya geri gelme asla gerçek değildir; aldatmacadır!.. Bu tür olaylar kesinlikle Cin kandırmacasından başka bir şey değildir...

Ölmüş bir kişinin ruhuna siz beyin dalgalarınızla dua veya Kur’ân okuyup yollayabilirsiniz... Ve eğer o kişi Dünya’da iken bu tür bilgiler almış ise, yolladıklarınızı değerlendirebilir. Aksi hâlde göndermiş olduğunuz mesajdaki enerji belli bir süre ona ferahlık verir ve hemen eski hâline döner.

Belki de milyarlarca sene sürecek olan kabir âlemi yaşamında, kişi “Ruh” olarak diri ve şuurlu kaldığına göre azap duymaz deniyor, öyle ise, kabir azabı nedir ve nasıl oluyor?...

Çokça sorulan sorulardan biri de budur... Cevabını verelim...

Kişi kabirde ve kabir âleminde, şuurlu, aynen Dünya’da olduğu gibi aklı başında bir hâldedir... Kendi bedenini, çevresini de görmektedir. Mezar içindeki çeşitli haşerat, fare, yılan, çıyan vs. gelip kendi yüzünü, yanağını yemeye başladığı zaman, o bunu tamamıyla kendinin yendiği şeklinde algılayacaktır!.. Zira, bütün yaşamı boyunca, o bedeni, o yüzü kendisi olarak kabullenmiş ve bu kabulleniş de olduğu gibi dalga bedenine, bilincine yüklenmiştir!.. Bu nedenle otomatik olarak olaya bu bilinçle bakacak; ve bunun sonucu olarak da, ister istemez büyük bir azap duyacaktır!..

Bunun misalini şöyle verebiliriz... Gün boyu birtakım şeylerden korkuyorsunuz ve derken uyuyorsunuz... Uykunuzda o sizi korkutan şeyler rüyanıza giriyor!.. Evet, fiziki bedeninize yapılan bir şey yok, ama gündüz bilincinize yerleşmiş olan o korkutucu şeyler, sizin o anki yaşantınızı kâbusa çevirmiştir!..

Kabir yaşamı esas olarak üç devredir;

a) Mezar içi yaşam,

b) Kabir âlemi yaşamı,

c) Berzah âlemi yaşamı.

“Kabir âlemi” yaşamı ile “Berzah yaşamı” hakkında detaylı bilgiyi “Hz. MUHAMMED’İN AÇIKLADIĞI ALLÂH” isimli kitabımızda bulabilirsiniz...

İşte mezar yaşamı da, eğer Dünya’da iken bu ortama karşı tedbir alınmamış ise, otomatik olarak kâbusa dönüşecektir... Uyanması mümkün olmayan bir kâbus!.. Bu durum da dinî terminolojide “Kabir azabı diye anlatılmıştır...

Gündüzleriniz ve bilinç düzeyiniz nasıl rüyalarınıza yansıyorsa ve o rüyaları değiştirmek elinizde olmuyorsa; kabir yaşantısı da onun benzeri bir şekilde, artık değiştirmeniz mümkün olmayan bir tarzda kıyamete kadar sürüp gidecektir...



[1] Bu hususları geniş olarak incelemek isteyenler “Hz. MUHAMMED’İN AÇIKLADIĞI ALLÂH isimli kitabımızın “Ölümün İçyüzü bölümünü okuyabilirler.

14 / 69

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!