Rüyalar – Déjà Vu – Ekminezi – Eski Hayatlar
İnsan uyku sırasında, beyninin hassasiyeti oranında bedenin duyuları kaydından kurtularak, yükselmeye (urûca) başlar... Bu yükselme ya dikey, ya da yatay bir şekilde olur...
İnsanın uykudaki yükselmesi eğer yatay şekilde olursa, beş duyunun kaydından kurtulabilme, bedenden uzaklaşabilme gücüne göre -ki çeşitli faktörler rol oynamaktadır bu durumda- Dünya üzerinde gezinti yapabilir ve hiç görmediği yerlere gidebilir ve oraları bilebilir...
Keza cinlerle de karşılaşması bu seviyede olur...
Misali bizzat kendimden vermek isterim burada... 1965 yılında, Hacc’a gitmek için karayolundan Güneydoğuya giderken, Gaziantep’ten geçtim... Gaziantep’ten geçişim sırasında orada bulunan yakın arkadaşlarımdan birinin eniştesi olan Hâkim Albay N. Bey’in yanına uğradım... İşte onun yanına uğramam sırasında askeri birliğin yerleşim durumunu ve bahçesini görünce hayretler içinde kaldım... Çünkü ben orasını mutlaka daha evvel gördüğümü hatırlıyordum...
Şimdi reenkarnasyona inananlar, hemen bu rüyayı kendi arzularına göre tâbir edip diyeceklerdir ki, mutlaka sen bundan önceki gelişinde ya bir subaydın ya da er ki, orada askerlik yaptın ve orasını hatırlıyorsun...
Hâlbuki bu görülenin hiçbir şekilde onların iddia ettikleri ile alâkası yoktur... Çünkü, ben o gün açık açık gördüğümü, tespit edemediğim tarihte rüyamda aynen gördüğümü hatırlamaktayım... Eskiden orada yaşama durumu mevcut olsaydı, mutlaka görülen yerde birtakım değişiklikler bulunması icap ederdi...
Dediğimiz gibi, bu durum gayet basit ve açıktır... Bir uyku sırasında bedenden uzaklaşan üst yapı, yani “insan” yani “dalga beden” yatay bir geziye çıkmış; ve bu arada oraları da görmüştür... Benim hatırlamamın sebebi de budur...
Nitekim bundan başka, gerek geçmişe ve gerekse geleceğe ait görülen birçok rüyalarımız, daha sonra bu şekilde gerçekleşmiştir...
İşte bu tip rüyalar -ki aslı rü’yet yani görüşten gelmektedir- hep uyku sırasında üst yapının yatay gezisinden ileri gelmektedir...
Dikey gezi veya yükselmeye (urûc) gelince...
Bunu açıklamak için bir örnek vererek konuya girelim...
Zaman ve mekân denilen şey, başta da bilimsel olarak açıkladığımız gibi izafî bir şeydir... Yani, bana veya sana veya bize, göre olarak mevcuttur...
Mesela sonsuz büyüklükteki bir çölde, başı ve sonu görülmeyecek kadar uzunluktaki bir kervanın ortasında yürüyorsunuz... Gördüğünüz bildiğiniz yerler sadece görüş sahanız kadar olan birkaç metrelik sahadır...
Şimdi sizin için belirli bir zaman biriminde, yani bir saat içinde gördüğünüz yer, o zaman geçtikten ve siz o kadar yürüdükten sonra; “geçmiş” olacak yani mazi olacak ve o anda içine girdiği saha da “hâl” olacaktır, az önce “gelecek” iken sizin için...
Keza arkanızdan gelen için de, sizin bulunduğunuz yer “gelecek”; kendi bulunduğu yer de “yaşanan an” olacaktır ki, hâlbuki orası sizin için “geçmiş”tir...
İşte böyleyken hâl, giden bir helikopter sizi alıp, bulunduğunuz yerden ve dikey olarak yükselmeye başlasa ne olur?..
Eskiden bir saatlik süre içinde gördüğünüz birkaç yüz metrelik saha “yaşanan an” iken, şimdi yükselmeniz oranında görebildiğiniz yer “yaşanan an” sınırı içine girer; ve “geçmiş” ile “gelecek” küçülmeye başlar; “yaşanan an” daimî olarak genişlerken...
Nihayet sizin için çıkabilmek mümkün olsa, öyle bir noktaya erersiniz ki, sonsuz büyüklükteki çölde, sonsuz uzunluktaki kervanı tamamıyla görebilirsiniz...
Yani kervan ehli için mekân - zaman mevcut iken; artık siz bu kısıtlamadan kurtulursunuz!.. Yükselişiniz, sizi bu kayıttan kurtarmıştır...
İşte insan, madde kaydından kurtulabildiği oranda, dikey yükselme hâlinde -henüz bu dikey yükselmeyi rüyada gerçekleştirmeye sebep olan durumların neler olduğunu bilememekteyiz- geçmişe ve geleceğe vukuf kazanır...
Çünkü, “Hiçbir şey yoktan var olmaz ve var olan hiçbir şey yok olmaz” kanunu gereğince, geçmişte (şu anki durumumuza göre geçmiş diyoruz) olmuş bütün olaylar uzayda belirli dalga boyları hâlinde mevcuttur...
Ve eğer ki bizim elimizde bu dalgaları kulağımıza adapte edecek güçte bir radyo veya gözümüze gösterebilecek yapıda bir televizyon cihazı olsa, biz bütün geçmişi aynen yaşıyormuşcasına görebiliriz...
Keza gelecek dahi, her an, çok daha üst semâdan -ki “semâ”, İslâm terminolojisnde, çeşitli yüksekliklerdeki, değişik özellikleri dolayısıyla, “boyutlar” diye anlatılmıştır- dalgalar hâlinde gökyüzüne inmektedir...
İşte insan belirli oranlarda yükselme (urûc) ile “geçmiş”e ve “geleceğe” dönük görüş sahibi olmakta ve artık onun için bütün bunlar “yaşanan an” boyutuna gelmektedir...
İşte bu nedenle de bazı insanlar, uykularında belirli dikey çıkışları yaparak o devirlere gitmekte; sanki o zamanda o olayı yaşıyormuşcasına kendisini bulmakta; sonra da dünyaya indiği yani beden boyutunda uyandığı zaman olup-biteni anlatmaktadır...
Dışarıdan olaya bakan birisi ise, eğer reenkarnasyona inananlardan ise, derhâl bunu o kişinin daha önce yaşamış olduğu hayata bağlamakta, önceki hayatını hatırladı, yorumunu getirmektedir... Hâlbuki olayın eskiden yaşanmış bir olayla kesinlikle ilgisi bulunmamaktadır...
Keza, déjà vu’lar da aynen yukarıda izah ettiğimiz şekilde oluşmaktadırlar...
Yani insanın rüya yoluyla hiç görmediği yerleri veya hâdiseleri görmesi, fakat daha sonra bunları unutması şeklinde ortaya çıkmaktadır...
Bundan başka rüyalarda olduğu gibi, bazen Cinlerin de, insan farkında olmadan oluşturduğu görüntülerin yaşanması söz konusu olabilmektedir...
Ekminezi (Ecminesis) olayında da hipnotizma ile uyutulan kimse beş-on ya da kırk-elli sene öncesine gönderilerek o hayatı anlattırılmaya başlanır...
Fakat uyutulan kişi, yaşının da altındaki bir zamana, mesela yüz-iki yüz sene öncesine gönderilirse, görülüyor ki o bu defa bambaşka bir yerde yaşamış olan bambaşka bir insanın hayatını aynen kendi yaşamış gibi anlatmaya...
Peki bunun aslı nedir?
Gayet basit!..
Biz demiştik ki, ruh’la(!)temas sağlandığı iddia edilen celseler, esasında “Ruh”la olmayıp, o kişinin yapısına uygun bir Cin ile görüşmeler şeklindedir. Ve yine daha önce anlatmıştık ki, cinlerin yaşama süreleri insanların ortalama on-on beş katıdır; hatta 1350 yıl önce doğmuş olup ve hâlâ da hayatlarını sürdürenler dahi bulunmaktadır...
Ayrıca onlar için, bize göre gayb olan birçok şey gayb olmayıp, her an göz altındadır.
Şimdi bu hatırlatmadan sonra gelelim bu olayın açıklamasına...
İnsan uyutulduğu andan itibaren, beynin düşünce ve muhakemeyle ilgili olan devreleri bilinç kontrolunden uzaklaşıyor ve beyin her türlü etkiye açık hâle geliyor.
Bu hâlde beden bütün fonksiyonlarıyla, o insanın yapıtaşına en uygun (frekanstaki diyebileceğimiz) Cinin etkisi altına girmektedir. Artık o andan itibaren karşımızda az önceki insan değil de, bizle temas kuran cin vardır.
Bundan sonra siz istediğiniz kadar o şahsı geçmişe götürmek isteyiniz, her an karşınıza o cin çıkacak; ve kendisi için gayb olmayan geçmişi veya yakın geleceği tespit ederek suallerinizi cevaplandıracaktır...
Denilirse ki; ama bir süre daha, yani o şahsın yaşından daha önceki devreye gidecek olursak, bu defa karşımıza başka bir şahsiyet (kişilik) çıkmaktadır..? Bu da o insanın bedenindeki ruhun daha önce yaşadığı şahsiyettir!.. Bu da reenkarnasyonun -aynı insan ruhunun daha önce başka bedenlerde ve daha başka kişiliklerle yaşaması- ispatıdır!
Biz de cevap verir ve deriz ki:
Temas kurulan Cin, sujenin (uyutulan kişinin) hayatından önceki zamana geçildiğinde, size artık o şahsın değil, başka bir yerde yaşamış olan, başka bir şahsın hayatından örnekler vermektedir.