Sonradan Görme
Genelde parayla ilgili olarak kullanılır bu tâbir…
Yeterli kültürü, görgüsü, alt yapısı olmayan gelişmemiş kişilerin eline, hasbelkader para geçtiğinde; değer yargıları ile, veya toplum ya da çevreleri içinde ortaya koyduğu davranışlarla alâkalı olarak söylenir.
Hazımsızlık ya da cahillik sonucu, kişinin ortaya koyduğu bir kısım davranış veya konuşmalar, onların bu sözcüğe muhatap olmalarına yol açar…
“Sonradan görme”!..
Genelde, bu konuda yeterli terbiye görmemeleri dolayısıyla, kendini bulunduğu ortamda gereksiz yere öne çıkartma; belirgin bir konumda kendisini kabul ettirme arzusundan kaynaklanır!.. Çevrelerindekilerin kendisine saygı gösterip, pâye verip; karşısında el pençe divan durmalarını amaçlar… Eline hasbelkader geçen nesne ile “Büyük adam” olduğunu kabul ettirmek ister!..
“Sonradan görme”yi kısaca özetlemek gerekirse; aralarında bulunduğu insanların kendisine hayranlık duymalarını sağlamak amacıyla, onların seviyelerinin üstünde olacak şekilde, elindekileri ortaya koyarak aralarında sivrilmek amacını güdenler, diyebiliriz.
Paranın “sonradan görme”si olduğu gibi; bilginin de “sonradan görme”si vardır!
Tasavvufun da “sonradan görme”si vardır!..
Tasavvufun “sonradan görme”si, görgü ve kültürden yoksun yoksulun tek nesilde multimilyarder olması gibi; kişinin seyri sülûktan geçmeden yani “nefs terbiyesi” görmeden “mülhime” bilgisini elde etmesi ile meydana gelir!
Tasavvufta olayın temeli, kişinin bir mürşit elinde “nefs terbiyesi” görmesi esasına dayanır.
Her mürşidin yetiştiği bir yol vardır. O yolun esaslarına göre, kendisine teslim olan kişiyi, tekkede olabildiğince yanında yaşatarak terbiye eder… Oturup kalkmasından, konuşmasına, yeme-içmesine, insan ilişkilerinde konuşma adâbına kadar!..
Bir mürşidin nasıl davranıp neler öğreteceği, konuyla ilgili kitaplarda detaylı bir şekilde vardır.
Bu terbiyeyi almış biri, daha “levvâme nefs” mertebesine ulaştığında, dedikoduyu, gıybeti, çekiştirmeyi; başkalarının arkasından konuşmayı, insanları maddi veya manevî beklentileri uğruna istismar etmeyi, baş olma arzusunu, insanlara hakaret etme hâllerini geride bırakır.
Bu, ister yakınları ister uzaktakileri olsun herkese karşı böyledir.
“Mülhime nefs” mertebesinin ilmine ulaşıp bunu yaşamlarında hazmetmeye başladıklarında ise; insanlara büyüklük taslayıp, başkalarının arkalarından konuşup, onları birilerine, ne gerekçeyle olursa olsun gammazlamak veya onların dedikodularını yapmak yerine; tüm insanlara hizmetçi olurlar, ellerinden geldiğince…
Çünkü, bu anlayıştakine göre, karşısındaki Hakk’ın varlığıdır ve ona hizmet Hakk’a hizmettir! Hakkında konuştuğun Hakk’tır!
Ne çare ki, gerçek anlamda, “tarikat” terbiyesi, Türkiye’de uzun yıllar önce son bulmuştur! Günümüzde devam eden, çoğunlukla ismi ve resmidir tarikatın!
Günümüzde, “nefs terbiyesi”ne dayanan bir tarikat sistemi, benim görüş alanım içinde yoktur!
İnsanları kötü yollara gitmekten koruyan, âhiret korkusu, tanrı korkusu ve cennet talebine dönük; tarikat ismi taşıyan birçok topluluklar mevcuttur.
İşte bu realite dolayısıyla da, meraklı ve arzulu fakat kendisine hazım sağlayacak alt yapısı olmayan insanlar; gerçek “nefs terbiyesi” almadıkları için; yazıtlara veya ilim ehlinin sohbetlerine dayanarak, mevcut “emmâre nefs” bilinci üstüne, “mülhime bilgisi” giydirerek, “tasavvuf sonradan görmelerine” dönüşmektedirler!
“Sonradan görme zenginlerin” katıldıkları sosyetik ortamlardan yılların “asil sosyete ehlinin” uzaklaşması gibi; “tasavvuf sonradan görmelerinin” öne çıktığı toplumlarda da “gerçek sûfiler” toplum içinden uzaklaşıp, ötelerden “seyr”lerine devam etmektedirler.
“Ben şunları yaptım da karşılığını alamadım” diye sızlanan insan; yapması gereken en önemli ve önde gelen iş olan, emmâre “ben”inden kurtulamamıştır ki; “levvâme” bilincinden “mülhime” bilincine geçmiş olsun! Üstelik kâh kendini Hak görür, kâh daha da ötesi!!!
Ama bir hâl gelince de, sızlanmaya başlar gerçek mertebesinden… “Ben saçımı başımı ağarttım, saçımı süpürge yaptım, bunca yıl bu yola emek verdim vs. vs…”
Kâh “Ene’l Hak” der, her şeyi kendi cüppesi içine alır; bir an sonra döner yetmiş yedi milleti hedef tahtası yapıp; onların dillendirmedik kusurlarını bırakmaz kendisine göre! Hepsini yerin dibine sokar!..
İnsanları batırarak kendisini tek mâbud hâline getirir! Yamyamlığı meslek edinir!
Gerçek “mülhime bilincinde” olan, işinin, eşinin, aşının hakkını verir… Eline aldığı her şeyi en mükemmel şekilde “Allâh’ın kendisine emaneti” görerek yapar…