Melekler aslında, orijin yapı olarak sûretsiz ve şekilsiz varlıklardır. Ancak, meleğin işlevi ile bağlantılı bir frekansı vardır! Yani melekler, belirli çok çok yüksek frekanslardır, titreşimlerdir! Bu titreşimlerin ihtiva ettiği anlamlar söz konusudur.
Bu frekans, herhangi bir şekilde kişinin beynine ulaştığı zaman; beyin onu, kendi veritabanına göre tarar ve kendi veritabanındaki en yakın frekansa uygun şekilde değerlendirir, deşifre eder! Yani o frekansa uygun, hayalî sûreti meydana getirir. Böylece beyinde belirli bir sûret oluşur.
Mesela, rüyada ağaç konuşur!.. “Ağaç konuşması” şeklinde algıladığın şey, esasında bir melek!.. Ağaç; meleğin, beyindeki veritabanına göre, en yakın ya da uygun bir şekilde sembolize olarak deşifre edilip mânâlandırılışıdır!.. Bu mânâlandırılış, veritabanındaki tarama esnasında, o frekansın en yakını olan frekanstır.
Beyindeki veri levhaları, frekanslardır. Beyne ulaşan frekansa en yakın frekans, beyinde hangi anlam olarak tasavvur edilmişse önceden, ona uygun sûret olarak, o dalgalar beyinde açığa çıkar ve böylece rüyalar, semboller şeklinde görülmüş olur!
Bunun, bir basamak ötesi var…
Hz. Muhammed (aleyhisselâm) diyor ki:
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!”
İnsanlar, dünya yaşamında iken uykudadır, ölünce uyanırlar!.. Peki, uykuda görülen şey, rüya değil midir? Bu durumda, demektir ki, bu Dünya’da gördüğümüz her şey, gideceğimiz ölüm ötesi yaşam boyutuna göre “rüya” hükmünde olacak, rüya olacak!..
Bu Dünya’da iken yaşadıklarımız, gördüklerimiz, ciddiye aldıklarımız, bir bakacağız ki, rüyadan ibaretmiş!..
Peki, gerçekte bir rüya olduğu açıklanan dünya yaşamı görüntüleri nasıl oluşuyor?..
Bu da, demin açıkladığım, melekî yapının beyindeki deşifresi ile aynı tarzda bir olay! Aslında burada, beynin çalışma sistemini anlatıyorum...
Bu anlattıklarım, dünyanın bir numaralı Nörofizyoloğu, Stanford Üniversitesi profesörlerinden Karl Pribram ve ünlü fizikçi David Bohm’un, “Beyin ve Evren” konusundaki görüşleri ile aynı. Bu konulardaki görüşlerimiz, bu iki ünlü bilim adamı ile tamamen çakışıyor.
Soru: “İnsanlar, herhangi bir objeyi değişik şekilde görebilir mi?”
Beyine ulaşan frekanslar aynı ise, veritabanı da aynı ise tespitler de aynıdır, değişmez! Zaten, hepimizin objeleri aynı şekilde görmemizin, algılamamızın sebebi, algılama araçlarımızın eş değer kapasitelerde olmasından kaynaklanır.
Gözün görme sınırları, kapasitesi belli… Aynı ışınlar, bir göze de gelse, bin göze de gelse sonuç aynıdır. Hepsi aynı şeyi söyleyecektir! Çünkü, bin tane ayrı ayrı kapasitede göz yok! Tek kapasiteye sahip bin göz var!
Soru: “Bir renk körü, kırmızıyı başka bir renk olarak algılıyor. Neden?”
Beyinlerde de fark var aslında. Bakın!.. Hem fark yok diyorum, hem var diyorum. Neye göre fark yok?
Temelde, hammadde olarak iki beyin de aynı. Fakat, körün beyninde, gözün geçirdiği o frekanslar gerekli açılımı yapmadığı için, gören kişinin beyniyle körün beyni arasında açılım yönünden fark var.