Burada konuyu daha iyi anlayabilmek için “Nefs” kelimesinin yerine geçici olarak “bilinç” kelimesini koyabiliriz!
Evet, bilinç bu düzeydeyken, bedenin tabiatı gereği, istediği şeyleri uygular; bu da “Nefs”i, hakikatini yaşamaktan alıkoyar!
Geçmişte ve günümüzde bu noktaya gelen pek çok kişi, tıpkı Firavun gibi kendi vehmî benliğini Hak olarak kabul etmiş; Nefs’in özüne ait “tenzih” hakikatinden gaflete düşmüş; bu bilincinin hükmü altındaki bedeninin istek ve arzuları doğrultusunda kendini salıvermiş; kendini yemeye içmeye, sekse, sigaraya, içkiye koyuvermiş, böylece de tabiat bataklığında boğulacak hâle gelmiştir!
Deccal ile mücadeleyi önce Mehdi yapar...
“Mehdi”, hidâyeti ulaştırandır! Yani ilim, Deccal’in karşısına dikilir.
Vehmî benliğin karşısına, Hakikat İlmi dikilir... Der ki:
“Bu vehimden doğan, nefsinin Hakk’ın varlığı olduğu yolundaki ilmi, bedeninle karıştırma!.. Bilincin, soyut bir kavramdır! Beden ise somut varlık olarak kendi boyutunun şartlarına bağlıdır; bilinç ise soyut varlık olarak arınmalı!.. Kendinin bu beden olduğu yolundaki yanlış anlamayı terk edip, hakikatin bilinç boyutunda yaşanacak bir şey olduğunu fark etmelisin!”
Fakat, bazılarında bu ilim de, Deccal’in temsil ettiği “Ben Hakk’ım, dilediğimi yaparım” görüşünü öldürmeye yetmez!
Ancak, İsa semâdan inerek -bâtından zâhire çıkarak- Deccal’i öldürebilir!..
İşte, “Hakikat ilmi” ile ortaya çıkan Mehdi, vehmî benlik Deccal’ini öldürüp imha edemez. Tâ ki, İsa semâdan nüzûl edip, ilâhî kudretle tahakkuk etsin!..
İsa, semâdan inince, ilâhî kudret, Deccal’in karşısına çıkmış olur!
“İsa’yı gören Deccal, olduğu yerde erir, yok olur gider!”
Diyor Rasûlullâh (aleyhisselâm) açıklamasında…
İlâhî kudret ortaya çıktığı zaman “ölmeden evvel ölme” hâli “yakîn”e tekabül eden şekliyle oluşur; ki bunun sonucunda kişi bilinci itibarıyla var olan bir varlık olduğu idrakına ererek, beden bağımlılığından kendini soyutlar; ki bunun sonucu da “Mutmainne nefs” bilinci olarak velâyet hâlidir!
Böylece vehmî benliğin, kendini bedenmiş gibi kabulü ortadan kalkar. İşte o zaman, “Allâh’a vuslat” denilen hâl yaşanır...
İşte böylece kıyamet alâmetlerinden olan genele dönük bu olayın, kişinin kıyametinin kopmasından önceki bu oluşumunu anlayabilirsek, vehmî benliğin ne şekilde Deccal olduğunu; Mehdi’nin Deccal’e karşı ne getireceğini, ne ortaya koyacağını; ve İsa’nın semâdan, yani Zâtî kudretle ortaya çıkışından sonra nasıl kalkabileceğini anlamış oluruz...
Burada yanlış anlamalara yol açmamak için şu hususu iyi anlamamız gerekmektedir:
Mehdi; “tenzih” ve “teşbih” esaslarının eşit oranda bileşimi olan İslâm Dini’nin “Tevhid” ilmini ortaya koyan görüşü temsil eder.
Deccal; “teşbih” esasının ağır basmasından ve yanlış değerlendirilmesinden dolayı, bilincin kendini Allâh olarak kabul edip, bedensel boyutta bunun sonuçlarını yaşamayı temsil eder.
İsa (aleyhisselâm) ise “teşbih” hakikatini insanlığa açmış zât olarak, bu yüzden meydana gelen sapmaları düzeltmek üzere görev almıştır. Tasavvufta ise “kudret” sıfatının bir tezahürü olan “Allâh’a yakîn” hâlinin sembolüdür.
İşte bunları anlarsak, o zaman “Vahdet” ilminin idrak ettirdiği şekilde “yok”luğumuzu fark ederek başımızı “secde”ye koyar, dua ederiz;
“Allâh’ım bize bu yaşamı ihsan eyle, bu nimeti kolaylaştır!..”