Kuantum potansiyeli uzayın her yanını kapsar ve tüm parçacıklar birbirleriyle mekânsızlık içinde karşılıklı bağlantı içindedir. Üstüne üstlük Bohm’un geliştirmekte olduğu gerçeklik imgesi, uzay boşluğunda hareket eden birbirlerinden ayrı atomaltı parçacıklarından oluşmuyordu, tam tersine, her şey bölünmez bir ağın parçalarıydı ve içinde hareket eden madde kadar gerçek ve zengin süreçlerle dolu bir uzay tarafından içerilmekteydi. (sayfa 72-74)
Holograma Giriş
Bohm maddenin içine daha çok daldıkça, düzen kavramının içinde de farklı dereceler bulunduğunu fark etti. Bazı şeyler diğerlerinden daha düzenliydi, bu da belki, evrendeki düzen hiyerarşisinin bir sonu olmaması yüzündendi. Bohm, buradan, bizim düzensiz olarak algıladığımız şeylerin belki hiç de düzensiz olmayabileceği düşüncesine vardı. Belki onlarınki öylesine “sonsuz yükseklikte” bir düzendi ki, bize rastgele gibi görünüyordu. (sayfa 77)
Bohm bu konu üzerine düşündükçe, gerçekte evrenin işleyişini holografik ilkelerle gerçekleştirmekte olduğu konusunda giderek daha çok ikna oluyordu, aslında evrenin kendisi de akışkan, dev bir hologramdı ve bunun farkına varmak onun tüm dağınık sezgilerinin geniş kapsamlı ve uyumlu bir bütün hâlinde belirginleştirmesine olanak verdi. Evrenin holografik görüntüsü konusundaki görüşlerini ilk olarak 1970 başlarında yayımladı ve 1980’de daha da olgunlaştırıp damıttığı düşüncelerini Wholeness and the Implicate Order (Bütünsellik ve Saklı Düzen) adını verdiği kitabında ortaya koydu. (sayfa 80)
Açığa Çıkmamış Düzenler ve Açığa Çıkmış Gerçeklikler
Bohm’un en şaşırtıcı önermelerinden biri de günlük yaşamımızın elle tutulabilir gerçekliğinin aslında, tıpkı holografik bir imge gibi, bir tür illüzyon, bir hayal olduğudur. Bu gerçekliğin altında, daha derin bir varoluş düzeni, fiziksel dünyamızın tüm nesne ve görünümlerini, tıpkı bir holografik film parçasının bir hologram yaratmasına benzer biçimde yaratan engin ve daha temel bir gerçeklik düzeyi yatmaktadır. Bohm bu daha derin gerçeklik düzeyine saklı (implicate) -ki bu “açığa çıkmamış” (enfolded) anlamına gelmektedir- düzen adını veriyor. Bizim varlık düzeyimize de belirgin (explicate) ya da açığa çıkmış (unfolded) düzen diyor.
O bu terimleri, evrende oluşmuş tüm biçimlerin bu iki düzen arasındaki sayısız gizlenmelerin ve ortaya çıkmaların sonuçları olduğunu düşündüğü için kullanıyordu. Örneğin, Bohm bir elektronun tek bir birim olmayıp uzayın tümü içinde gizlenmiş bir toplam ya da topluluk olduğuna inanıyordu. Bir âlet tek bir elektronun varlığını saptadığında, bu basit bir deyişle, elektron topluluğunun bir yönünün ortaya çıkmış olması yüzündendi; tıpkı bir mürekkep damlasının gliserin içinde o belirli yerde ortaya çıkması gibi. Bir elektronun hareket eder gibi görünmesi, sürüp giden bu ortaya çıkış ve gizleniş dizinleri yüzündendi.
Başka bir deyişle, elektronlar ve diğer parçacıklar, bir pınardan fışkıran su kaynağının aldığı biçimlerden daha bağımsız ve sürekli değildi. Onlar saklı düzenden gelen sürekli bir akışla desteklenmekteydi. Ve bir parçacık ortadan kalktığında yok olmuş olmuyordu. Yalnızca içinden fışkırmış olduğu daha derinlerdeki bir düzene geri dönüp saklanıyordu. Bir holografik film parçası ve oluşturduğu imge de saklı ve belirgin düzenlerin birer örneğiydi. Film bir saklı düzendi, çünkü üzerindeki parazit desenlerin içine kodlanmış bulunan imge, filmin tümü içine gizlenmiş bir bütünlüktü. Filmden yansıtılan hologram ise belirgin bir düzendi, çünkü imgenin ortaya çıkmış ve algılanabilir bir yorumunu simgelemekteydi.