Canlı Bir Elektron Denizi
Bohm, Berkeley Radyasyon Laboratuvarında plazma üzerine bir çalışma yapıyordu. Bu çalışması ileride kendi konusundaki kilometre taşlarından biri olarak kabul edilecekti. Bu plazma, yüksek yoğunlukta elektronlar taşıyan bir gazdır. Bohm, elektronların bir plazma içine girer girmez bağımsız davranış biçimlerini bırakarak daha geniş bir bütünün, karşılıklı bağlantı içinde bulunan parçalarıymış gibi davrandıklarını şaşkınlıkla gözlemledi. Gelişigüzel bireysel eylemler içindeymiş gibi görünmelerine karşın, sayısız elektron bir arada şaşılacak kadar iyi örgütlenmiş etkiler üretebiliyordu. Plazma, sanki amip türü bir yaratıkmış gibi, sürekli olarak kendisini yeniliyor ve tüm kirlilikleri-biyolojik bir organizmanın yabancı bir varlığı bir kist içinde toplanmasına benzer biçimde bir duvar içine alıyordu. Bu organik nitelikler Bohm’u o denli şaşırtmıştı ki, sonradan sık sık, bu elektron denizinin “canlı” olduğu izlenimine kapıldığını söyledi.
Bohm, 1947’de Princeton Üniversitesinde, yardımcı profesör olarak çalışması için yapılan öneriyi kabul etti ve orada, metallerdeki elektronların incelenmesi konusunda Berkeley’de yaptığı araştırmayı genişletti. Elektronların rastlantısalmış gibi görünen bireysel eylemlere son derece örgütlü etkiler üretebildiklerini bir kez daha gördü. Berkeley’de incelediği plazma gibi, bunlar da artık birbirinin ne yapacağını bilen iki parçacığa ilişkin durumlar değildi, ama, tüm bu parçacık okyanusu içindeki parçacıklardan her biri sanki sayısız trilyonlarca diğer parçacığın ne yaptığını biliyormuş gibi davranıyordu. Bohm, elektronların bu tür kolektif davranış biçimlerine plazmonlar adını verdi ve bu buluş onun dünya çapında bir fizikçi olarak tanınmasının sağladı. (sayfa 68-69)
Yeni Tür Bir Alan
Einstein’la yaptığı konuşmalardan sonra Bohm, elektron türünden parçacıkların, bir gözlemci olmadığı zaman da var olduklarını varsayarak işe başladı. Ayrıca, Bohr’un dokunulmaz duvarının altında daha derin bir gerçeklik, bilim tarafından keşfedilmeyi bekleyen bir kuantum-altı düzeyi bulunduğunu da varsaydı. Bu önermelere dayanarak ve sadece, bu kuantum-altı düzeyde yeni bir alan bulunduğunu varsaymak suretiyle, kuantum fiziğinin bulgularını en az Bohr kadar açıklayabildiğini fark etti. Bohm bu öngörülen yeni alana kuantum potansiyel alanı adını verdi ve bu alanın da tıpkı yerçekimi gibi uzayın tümüne egemen olduğunu tasarladı. Ancak yerçekimli alanların, manyetik alanların ve diğerlerinin tersine, bu alanın etkisi karmaşık ve hemen hemen fark edilmez düzeydeydi. Ama her yerde aynı güce sahipti. Bohm kuantum kuramı üzerine yaptığı kendi alternatif yorumunu 1952’de yayımladı. (sayfa 70-71)
Nerede Olduğunuzu Bilmek İstiyorsanız, Mekânsızlara Sorun
Bohm, kuantum fiziğine getirdiği alternatif yaklaşımını geliştirmeyi sürdürdü. Kuantum potansiyelinin anlamını dikkatle inceledikçe, bu alanın, klasik görüşlerden daha köktenci bir biçimde ayrılmakta olduğunu ima eden başka özellikleri olduğunu da fark etti. Bunlardan biri de bütünselliğin önemiydi. Klasik bilim, tüm bir sistemin durumunu, yalnızca parçaları arasındaki ilişkilerin sonucu olarak görüyordu. Oysa, kuantum potansiyeli bu görünüşü tersine döndürüyor ve parçaların davranışlarının gerçekte bütün tarafından örgütlenmekte olduğuna işaret ediyordu. Ve bu durumda, Bohr’un, atomaltı parçacıkların bağımsız “şeyler” olamayıp, bölünmez bir sistemin parçaları olduğu yolundaki görüşünü yalnızca bir adım ileriye götürmekle kalmıyor, giderek en önemli gerçekliğin bütünsellik olduğunu da öne sürüyordu.
Bu görüş aynı zamanda, plazma içindeki (ve süper iletkenlik gibi diğer özel durumlardaki) elektronların nasıl olup da, parçalarının birbirleriyle bağlantılı olduğu bir bütün gibi davranmakta olduklarını da açıklıyordu. Bohm’un dediği gibi, böyle “elektronların ortalığa saçılmamaları, kuantum potansiyeli yoluyla tüm sistemin, örgütlenmiş bir kalabalıktan çok bale dansçılarınınkine benzer içgüdümsel bir hareket içinde oluşları yüzündendi.” Yine, “elektron eylemlerinin böylesi bir kuantum bütünselliği içinde olması bir makinenin, parçalarının bir araya getirilmesi suretiyle sağlanan birliğinden çok, canlı bir varlığın parçaları arasındaki örgütlü birliğe çok daha yakındır” diye yazıyordu Bohm.
Kuantum potansiyelinin daha da şaşırtıcı başka bir özelliği, bir yer kaplama kavramı konusunda düşündürdükleridir. Günlük yaşam düzeyimizde nesnelerin belirgin yerleri vardır, ancak Bohm’un kuantum fiziğine getirdiği yoruma göre, kuantum-altı düzeyde, kuantum potansiyelinin geçerli olduğu düzeyde, bir yer kaplama olgusu ortadan kalkmaktadır. Uzaydaki herhangi bir nokta, diğer noktaların tümüyle eşitlenmektedir, bu yüzden de herhangi bir şeyin diğer herhangi bir şeyden ayrı olduğunu söylemenin bir anlamı yoktur. Fizikçiler bu özelliğe “mekânsızlık” adını veriyorlar.