Mânâsını ihtiva edenlere değil elbette bu sesleniş!..
Demek ki, varlığımızın hakikati, aslı, orijini olan sınırsız Tek’e ayna olabilmek; ya da o mânânın aynamıza yansıması, ancak aynanın varlık ve beşeriyet kirlerinden, kayıtlarından arınması ile mümkün olur.
Hz. İsa (aleyhisselâm)’ın;
“Sen, insan gibi düşünüyorsun, insanca düşünüyorsun; ALLÂH gibi değil!”
Şeklindeki işareti üzere, beşerî değer yargılarıyla varlığa ya da özüne bakan kimse için bu konuştuklarımız elbette müyesser değildir!
Kendini madde kabul etmekten, maddeye sahip çıkmaktan, denizin içinde bir damla buz olarak yaşamaktan kendini soyutlayamayanlara elbette müyesser olmaz!
Dünya ve içinde var olan her şey, insan için bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir...
Bütün bu varlık, “Hakikat-i Muhammediye” denilen, Hz. Muhammed’in hakikati denilen, kendini seyreden “Akl-ı Evvel” için dilenilmiş, tasarlanmış, sûretlenmiş bir yapıdır...
Eğer, o mânânın seyri için var olmuşsan; beş duyudan, beşerî kayıt ve duygulardan arınıp, bilinç aynanı perdeleyecek en ufak bir tozdan, duygudan, düşünceden, şartlanmadan, bedenî ve içgüdüsel isteklerden arınmak suretiyle özüne yaklaşmak, sana mümkün olabilecektir.
Aksi takdirde;
“Bu yolda nice başlar kesilir, hiç soran olmaz!..”
Hükmünce geçer gider...
“Başaktaki kimi buğday tanesi pasta olup sofraya konmak, kimi de tarlada helâk olup gitmek içindir...”
İşaretince, geçip gitmek içindir!
Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ı sevmekten amaç, O’nun hâliyle hâllenip, O’nun ilmi ile ilimlenip, O’nun şuuru ile şuurlanıp, O’nda yok olmaktır!
“Asit kazanına düştüm” diyenin alâmeti, varlığından eser kalmamasıdır!.. Suya düşüp, içinde kulaç atıp da, “Ben asit kazanının içinde yok oluyorum!..” diyenin eline, zatürre olup hastalanıp yatağa düşmekten başka bir şey geçmez!..
“Kavanoz yalamakla, balın tadına, lezzetine, içindeki gücüne erişilmez!”
“Ben onu seviyorum, ona aşığım denip” de O’ndaki özellikler ile hâllenmedikçe, O’na ulaşmak, O’na vâsıl olmak asla mümkün olmaz!
“Her kuş kendi sürüsüyle uçar.”
Kim ne için var edilmişse er geç ona döner...
Öyleyse, bizler de her ne mânâ için var olmuşsak, eninde sonunda, o mânânın gerektirdiği hâl ile hâllenecek, o mânânın oluşacağı ortama dönecek ve böylece Allâh’a karşı fıtrî kulluğumuzu yerine getirmiş olacağız.
“Bu varlıkta var olan her şey, Allâh’a kulluk etmektedir…”
“Allâh kulluğu için, insanların ve cinlerin var olması…”
Hükümleri, bu fıtrî ibadeti, yani “ne mânâ için var olmuşsa, o mânâyı yerine getirir, o mânânın gereği olaylarla o sûrete bürünür, o mânânın gereğini yaşar” anlamınadır...