“DİN” insanın sonsuz yaşamına katkıda bulunup, onu ebediyen mutlu edecek gerçekleri bilmesi için bildirilmiştir!
Devlet ise, o günün anlayış ve şartlarına göre, akıllı ve güçlü kişilerin oluşturduğu bir yönetim kurumudur!
“DİN” insanlığın yaşadığı anda ve geleceğe dönük çıkarları doğrultusunda içinde yaşadığı sistem gerçeklerini açıklar.
Devlet, kurucularının düşünce ve bakış açısına göre, insanları yaşatma ve mutlu etme amacı güder! İnsanlar, Dünya’nın hangi ülkesinde, hangi rejim altında olursa olsun, “DİN”i bildiği ve imkân bulduğu şartlar kadarıyla uygulayabilir.
“İslâm”da, kimsenin kimseye “DİN” anlayışı veya değerlendirmesi dolayısıyla bir pâye vermesine veya aksine onu aşağılamasına yer yoktur!
“DİN” anlayışı, kişinin “ÖZEL”idir ve herkes bu “özel”ini dilediği gibi muhafaza eder! Kimsenin, başkasının “özel”ine girme hakkı olamaz!
İnsanlara, kendi anlayışlarını başkalarına zorla uygulatma amacıyla devlet yönetme hakkı tanınamaz!
Devletin, insanların “özel”ine müdahale hakkı olamaz! Olursa, o devletin idare şekline dikta yönetimi denilir!
Şimdi gelelim “DİN” konusunu nasıl değerlendirmemiz gerektiği hususuna...
Kişi, eğer Hazreti Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın Allâh Rasûlü ve son Nebisi olduğunu, “Allâh” ismiyle açıkladığı, bildirdiği Kur’ân-ı Kerîm’in O’na vahyolmuş gerçek ve doğru bilgiler olduğunu kabul ederse; bu şartlar altında o bir “Müslüman”dır! Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilenlerin bir kısmı doğru, bir kısmı yanlıştır diyen, Kurân’ı kabul etmemiş olur! Çünkü tamamı aynı kaynaktan ve aynı kişiden açığa çıkmıştır. Buna karşın bir kısmını değerlendirip bir kısmını değerlendiremeyen ise “Müslüman” olmaktan çıkmış sayılmaz!
Bu konuda en büyük ve hatta zorunlu öncelik, Hazreti Muhammed’in Allâh Rasûlü ve son Nebisi olarak kesin gerçekleri bildirmiş olduğunu kabullenmektir.
Dileyen buna inanır, dileyen inanmaz! Herkes inancının sonuçlarını yaşar!
Bu konuda ikinci çok önemli nokta da şudur:
Dünya üzerinde yaşayan her kişi, direkt olarak Allâh Rasûlü Hazreti Muhammed’in bildirdiklerine muhataptır! Arada asla aracı yoktur! Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’ın bildirdiklerini kendisine ulaştığı kadarıyla, dilediği gibi değerlendirir!
Adı “İSLÂM” olan “DİN” anlayışına göre...
Kişi, kendisine Allâh Rasûlü ve son Nebisi’nden ulaşan bilgileri dilediği gibi değerlendirir ve bunun sonuçlarını da OTOMATİK OLARAK YAŞAR! Bu sebeple, bir “Müslüman”ın, hiçbir din adamına veya din teşkilatına, organizasyonuna ihtiyacı yoktur “Müslüman olmak” veya “Müslüman kabul edilmek” için!
İnsanlar birbirlerinin bilgilerinden yararlanırlar, ama kimse kimseye tâbi olmak mecburiyetinde değildir!Kesin hükümler bellidir. Bunun dışındaki konularda herkes anladığına göre davranır ve sonucunu da yaşar. FETVA KURTARICI DEĞİLDİR!
Allâh Rasûlü’nün bildirdiği Kur’ân-ı Kerîm ortadadır! Allâh Rasûlü’nün “DİN” konusundaki açıklamaları ortadadır! Müslüman, bunları araştırır, sorgular, inceler ve kanaatine göre de olayı değerlendirir! Din konusu kişinin kendi vicdanî olayıdır! TÂBİ OLMAK YANLIŞA MAZERET OLMAZ! Sünnetullâh’ta mazerete yer yoktur! Kişi, mazereti ne olursa olsun, sonuçta elleriyle yaptığının, düşündüğünün sonuçlarını yaşar!