“Kimin bilincini açarsa İslâm’a, Rabbanî ilim (Nûr) açığa çıkar”…
Kim varlığının “yok”luğunu kavrarsa, onda Hakk, “Ben HAKK’IM” der! “Es SEMİ” algılar bunu!
Körler, gözleri kadarıyla yaşar!.. Basıyr olan ise HAKK’ı seyreder!..
Konuşanı gören kör ise, “falancadır konuşan” der; Semi’, açığa çıkarılanı algılar!
“Kör, sağır ve dilsiz”, gözü, kulağı ve dili kadarıyla yaşayanı tarif eder!
Kimi hiç duymaz, kiminin de diliyle kulağı arasında kilometrelerce mesafe vardır!
Her biri, bahçenin bir bitkisidir yaratılış amacına göre! Geniş çimen bahçeye serpiştirilmiş güller, laleler, karanfiller!
Tüm bu yazdıklarımızı kavramak, varoluş programında olmayanlar ise, kulluklarını, kafalarında şekillendirdikleri tanrılarına (ilâhlarına) göre düzenlerler...
Konu dışı etiket-ünvan sahibi olmalarının, bu konuda değeri bir hiçtir!
Burada (A.B.D.’de), nice profesörler, generaller, devlet adamları görüyorum, branşlarında başarılı olmuşlar, dereceler, pâyeler almışlar; ama yetiştikleri devrede beyinleri yıkanmış, gökte oturan ve yeryüzüne oğlunu yollayan tanrı anlayışıyla!
Sorgulayamıyorlar! Düşünemiyorlar! Kilitlenmişler bu konuda!
Bu kadar bilimsel gerçekler varken, hâlâ “gökte bir tanrı ve onun yanından yeryüzüne inmiş bir oğul” kabulleniyorlar!..
Bu ne müthiş yaratış acubesidir!
Gökte oturan TANRI!.. KOLTUĞU (arşı) var!.. Yanında ordusu!.. Yüzü var!.. Elleri var!.. Ayakları var!.. Bazen Dünya göğüne iner!.. RUH ve melekleri yeryüzüne yollar, elli bin yıllık yoldan gelirler (deve hızına göre mi yoksa ışık yılına göre mi elli bin yıl?)!!! İşte öyle bir şey! (“Uzaylılar tanrıdır, kendilerini öyle tanıtarak gelmişler; bundan da tanrı anlayışı doğmuştur” diyenlere de böylece çanak tutuyorlar.)
Robot gibi, ses kayıt cihazı gibi, beyinleri yokmuşçasına, SORGULAMADAN, DÜŞÜNMEDEN BUNLARI KABULLENİRLER; sanki bu büyük bir marifetmişçesine! Sonra da kendilerine pâyeler biçip, ünvanlar verirler!
Bu tarz anlatımın, misal, işaret, mecaz olarak bildirildiği, üzerinde düşünülmesi, tefekkür edilmesi istenildiği hâlde; şartlanmaları dolayısıyla bu uyarıları hiç dikkate almazlar!
Çünkü onlar da kulluklarını bu şekilde ifa ederek, sonuçlarının kendilerinden açığa çıkması için yaratılmışlardır!
Şimdi gerçekçi bir biçimde, kendini aldatmadan düşün lütfen…
“YOK”luğun âmâsından ilim nûruyla “var” olup, ilmiyle, ilmini seyretmek; ve dahi “benliksizlik orucu”nun nimetlerini tatmak suretiyle yaşamak için mi var olanlardansın?.. “ORUÇ”unu bağlayabiliyor musun zaman zaman? Yoksa araya “beşeriyet iftarı” sokarak mı devam ediyorsun Ramazan’da?
“Oruç”un, sana “Kaadir”i yaşatıyor mu gecenin karanlığında tüm varlık “yok”luğa kavuştuğunda? “DATA”nın, ilminde seyir için yarattığı “RUH” (yani ilmi) ve melekleri (yani Esmâ kuvveleri) tenezzül ederek beynine inzâl oluyor; sonucunda “gören gözün, işiten kulağın, söyleyen dilin, tutan elin” olup, “yok”luğunu hatta hiç “var” olmamışlığını yaşıyor musun?
Kiminle muhatap olup, hitabın kimden geldiğini kavrayabiliyor musun? Bu gerçeğin “EDEB”iyle yaşamak açığa çıkıyor mu imanının sonucu olan “oruç” sonrasında senden?