“Ama Hulûsi, sen de her kitabında ‘Fâtiha’yı farklı anlamlarla açıklıyorsun!!! Ne kadar çelişki içindesin fark etmiyorsun!!!”
Haklısın kardeşim, beni okumaya çalışarak sakın vakit kaybetme!.. Ben böyle çelişkili görüntü veren bir garîbim. “OKU”yanlarım varsanarak yazıp gidiyorum işte!
Boyutsal “OKU”manın ne olduğundan haberi olmayana ne desek boş!
Eyvah, gene konuyu yaydık!
Hemen geri dönüp, “Esmâ mertebesi” veya “NOKTA” ilmi olarak anlatılan “Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın isimleriyle işaret edilen hep aynı tek O’dur” uyarısının açılımına bakmaya çalışalım.
Bütün “isim”lerle işaret edilen özellikler; bölünmez, parçalanmaz, birbirinden ayrılmaz bir “tek”illik içinde, “holografik” gerçekliğe uygun olarak öylesine “TEK”il “mevcut”tur ki; O’ndan başka bir mevcut, yani “Vücud” sahibi düşünülemez! “İsimlerin Âdem’e talim edilmesi” işaretini hatırlayalım bu arada…
Burada kısaca “ilâh-tanrı” konusuna bir başka açıdan değinmek istiyorum, yeterince anlaşılamadığı bana ulaştığı için…
“Lâ ilâhe” dendikten sonra, “illâ Allâh” yerine “illâ ilâh” demek kadar saçma bir ifade şekli olamaz!
Çünkü önce, “tanrı yoktur-lâ ilâhe” diyorsunuz; ardından “illâ ilâh-ancak tanrı vardır” diyorsunuz!!! Böyle gramer ve anlatım hatasını, bırakın Allâh kelâmını bir yana, lise talebesi bile yapmaz!
“Lâ ilâhe” dendikten sonra “Allâh” ismiyle işaret edilenden söz ediliyorsa; bu, o isimle işaret edilenin, “İLÂH” kavramı ile kastedilen bir varlık olmadığını, düşünebilen beyinlere açık seçik fark ettirir. Dolayısıyla burada, “ilâh–tanrı yoktur, ancak “ilâhiyet” işlevini de ortaya koyan “Allâh” ismiyle işaret edilen söz konusudur” gibi bir anlam düşünülebilir.
Düşünmeden, sadece gördüğü kelimelerin lokal anlamlarına göre hüküm verenler için ise, bu konu, âdeta büyük bir açmaz ya da çelişki gibi gelmektedir.
“HU’velleziy fiys Semâi ilâhun ve fiyl Ardı ilâh” (43.Zuhruf: 84) âyetinde geçen “ilâh” kelimesi semâ ve arz kelimeleriyle işaret edilen âlemlerdeki bir İŞLEVE işaret etmektedir, insanî-beşerî yani insanda açığa çıkan anlayışa göre.
“Allâh” isimleri arasında “el ilâh” diye bir isim yoktur. “İlâhiyet”, Allâh isimlerinin anlamının açığa çıkmasındaki “işlevi”nin adıdır. Yoksa, tapınılası varlık anlamında değil! “İlâhin Nâs” açıklaması insanlarda “Allâh Esmâ’sı”nın açığa çıkmakta olduğuna işaret eder.
Daha önce de belirttiğim gibi, Kur’ân âyetlerinde iki tür anlatım vardır. Birincisi, Allâh’ın ilminin direkt olarak dilediği gibi açıklanması… Ahad, Samed gibi isimler… İkinci tür ise, insanların anlayışına göre bir şeyler anlamaları için kullanılan anlatımlar… Misal: Âyet-el Kürsî’deki “ne uyuklar ne de uyur” şeklindeki anlatım. Kurân’da hangi âyetlerin birinci, hangi âyetlerin ikinci tür anlatımlar olduğunu fark etmek çok önemlidir.
Esasen yukarıda “Esmâ mertebesi” olarak varlığın hakikatini anlatmaya çalıştığımız bölümün anlaşılması hâlinde dahi, “ilâh–tanrı” kavramının asla söz konusu olamayacağı çok iyi anlaşılabilir. Bizim müşahedemiz bu yoldadır. Hakikatini Allâh Aliym’dir.
Çeşitli âyetlerde geçen “B-il HAK=varlıkları Hak ile kaîm” ifadesi ise, bahis konusu edilen yapıların “Allâh isimlerinin işaret ettiği anlamlar ile meydana geldiğini, varlıklarını Rubûbiyet mertebesinden aldıklarını” anlatır!