Oysa diğer tarafta…
Batılı bilim adamları, bugün ulaştıkları son noktada, fizikten, “teorik fiziğe” dönmek zorunda kalmışlardır. Deneye dayanan bilim, bugün artık teorik fizik olarak yaşamını devam ettirmek zorunda kalmıştır varlığın orijinini keşfetme sahasında!
“Madde” anlayışı günümüz fizik anlayışında varlığını tümüyle yitirmiş, yapı taşı olmaktan çıkmış, yapıda algılanan taş noktasına inmiştir!
Geri kalmış ülkelerin insanları, “madde”yi esas alan bir fizik ve DİN anlayışındayken; bilimsel gelişmeleri yakından takip eden kişiler teorik fizik ve “spiritüel din” anlayışına ulaşmışlardır.
Ulaşılan “spiritüel DİN” anlayışı ise, yeni bir şey olmayıp, 1400 küsur sene evvel Allâh Rasûlü muhteşem insan Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın açıklayıp; O’nun yolundan giden evliyaullâhın yaşadığı, tasavvuf adı altında mecazlarla, işaretlerle anlatılmaya çalışılmış “DİN” gerçeğidir.
1400 küsur yıl önce Mekke’den doğmuş ilim güneşi, bugün Batı’dan bilimsel doğuşa başlayarak, Kurân’ın ve Allâh Rasûlü’nün verilerini teyit etmekte ve insanlığa altın çağın müjdesini vermektedir.
Yeni çağ, Kur’ân bilgisinin bilimle deşifre edileceği çağ olarak insanlıkta yerini alacaktır.
Evet, gelelim “Esmâ mertebesi” tanımlamasının işaret ettiği realiteye…
Önce fark edelim ki…
Beş duyu ile önünü görmeye çalışan insanlık, sanki yerden göğe uzanan metrelerce uzunlukta bir çelik duvarın önünde durmakta; jilet kalınlığı kadar bir alandan, duvarın arkasını görmeye çalışmaktadır!
Bilimin algı kaynağı gözün görme sınırları, santimetrenin on binde dördü ile yedisi arasıdır. Santimetrenin üssü eksi 35’lerden (1-35cm) başlayan dalga boylarından kilometrelerce uzunluktaki dalga okyanusu içinde gözden beyne giden dalga boyları, okyanustan bir zerre bile değildir.
İnsanlığın evrenden algıladıklarının tamamı %4’tür günümüz bilimine göre… Geri kalan %96 ise bize karanlıktır. Hesaplamalara göre bunun %60 küsuru dark (karanlık) enerji ve %30 küsuru da dark (karanlık) madde… Uyarayım; burada kullanılan “madde” kelimesini beş duyu ile algıladığınız “madde” ile karıştırmayın… İsim benzerliği olaydaki… Gerçekte, sizin algıladığınızı sandığınız gibi bir “madde” hiçbir zaman var olmadı!
Evet, tüm bilimsel tespitler, bu göz kökenli algılanan verilere göredir…
Oysa, beyin, orijini itibarıyla nedir? Et mi?.. Biyokimya mı? Biyoelektrik mi? “Bileşik atomik evrensel kitle”de bir bölüm mü?.. Ya da ne?..
On bir boyutlu evren modelini ortaya koyan string teorisi, bazılarının “state” dediği, bizim “data” kelimesini kullandığımız salt “bilgi”nin kendi içindeki dönüşümünden başka bir şey değildir.
String hareketleriyle açığa çıkan her şey, “data”daki “Allâh isimleriyle işaret edilen özelliklerin” (bilgi) oluşturduğu “sanal” (virtual) gerçekliktir.
Bu sanal-virtual gerçeklik, “Allâh” isimlerinin işaret ettiği özellikler dolayısıyla, birbirini oluşturan algılama katmanlarıyla, “beyin” dediğimiz yapıyı ve insan algılamalarını meydana getirirken; biyolojik anlamda beyni olmayan, evrendeki sayısız varlıklarda dahi sanal-virtual “beyin”lerle, sayısız algılama türlerini meydana getirmektedir.
“Görünmez varlıklar vücudunuzda gezer farkında olmazsınız” uyarısını yapanlar, insan bedeninin diğer dalga yapılı varlıklar için belki de top sahası kadar geniş dolaşma alanı olduğuna, insan bedeninin boşluklardan ibaret olduğuna dikkat çekmişlerdi.
Bilinç, nasıl beynin açığa çıkmasını istediklerinden ibaretse, sanki bilgisayarın monitörü hükmündeyse; bir “print-out” ise…