“Zikir” diye işaret edilmiş “beyinde kavram tekrarı” şeklindeki çalışmanın, yukarıdaki tanrıyı hoşnut etmek için değil, insan beynindeki farkında olmadığımız özelliklerin ortaya çıkması için tavsiye edildiğini yazdığım zaman; çağlar öncesi anlayışı günümüzde tekrarlayanların şiddetli karşı çıkışlarına maruz kalmıştım...
Beynin aldığı ve yaydığı mikrodalgalardan söz ettiğimde, “Beyinde mikrodalganın ne işi var; mikrodalga fırınlarda olur, mikrodalgada beyin pişer” diyen bilgi sahipleri(!) tarafından eleştirilmiştim… Bugün, internetteki, beynin mikrodalga alışverişi hakkındaki yazıları toplasam kamyon dolar!
Dedim ya, acelem yok!
Şükrederim, Rabbim’in açığa çıkarttıklarına!
Bilim dünyasının buluşları, her geçen gün, yazdıklarımı bir kere daha haklı çıkartıyor.
Kilitlenmiş beyinler dışında kalan, yeterli bilgi sahibi beyinler, bir gün gelecek Kurân’ın kıyamete kadar geçerli tek bilgi kaynağı olduğunu, Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa’nın yeryüzüne gelmiş en muhteşem beyin ve “ruh” olduğunu tasdik edeceklerdir.
Çünkü zaman içinde, Kurân’daki işaret yollu anlatımların neye işaret ettiğini fark edecekler ve böylece de Kur’ân-ı Kerîm adını taşıyan BİLGİ kaynağının kodlarını çözerek gerçekleri göreceklerdir.
Rasûlullâh’ın “Nokta”sından “Arş”ına, oradan da melekî kuvveler ile beynine ve dolayısıyla bilincine inzâl (inzâli) olan Kur’ân-ı Kerîm; “nokta”dan açığa çıkması sebebiyle, tüm “Evrensel Sistem ve Düzen”in işleyiş mekanizmasını, “Sünnetullâh” ismiyle işaret ederek anlatır. Zira her birim, kendi “Nokta”sının projeksiyonu olarak vardır ve hepsi aynı Sistem ve Düzen’e tâbidir!
Önceki yazılarımda da vurguladığım gibi, gökten, uzaydan bir yerden ciltli veya ciltsiz kitap veya sayfalar inmemiş; Rasûl veya Nebilerin hakikat “nokta”larından bilinçlerine “bilgi” inzâl (inzâli) olmuştur.
Bilgi, aynen bilinçtir! Bilgi ile bilincin ayırt edilmesi asla mümkün değildir!
“Unutulan veya hatırlanmayan bilgi dolayısıyla bilinç de mi ortadan kalkıyor” diyenlere deriz ki, bilgisiz bilinç olmaz! Bilinç dendiği anda ortada bilgi vardır. Bilgi, bilincin sûretidir! Bilinç, bilginin benliğidir. Kısacası, ikisi aynı şeydir.
Bu yazımda esas üzerinde durmak istediğim konu ise, yukarıda anlattıklarıma bağlantılı olarak, RASÛLULLÂH (aleyhisselâm)’a “SALÂVAT” okumak konusudur.[1]
Şimdi Rasûlullâh (aleyhisselâm)’a salâvat getirmenin ne demek olduğu hakkındaki bazı düşüncelerimi yazmaya çalışayım...
Biz, “din adamları” gibi düşünmüyoruz, “ÖLÜM ve ÖLÜ” konusunda!
İnancımız, onlarınki gibi değil!.. Ölüp, toprak olup, yok olup, sonra kıyamette yeniden topraktan dirilmek gibi bir anlayışta değiliz! Götürülüp yukarıdaki bir tanrının huzuruna çıkmayacağız! İki kefeli ya da dijital terazi kullanan bir tanrıya inanmıyoruz biz!
Kur’ân-ı Kerîm’den anladığımıza ve Rasûlullâh’tan bize intikâl eden bilgiye göre…
“Her bilinç (nefs) ölümü TADAR!” (3.Âl-u İmran: 185)
Bilinç ölmez; ölümü tadar!
Ölümü tadan, bu tadıştan sonra da yaşamına devam eder…
“Ölüm”, bilinç ruh bütünlüğünün beden beyinle ilişkisinin kesilmesi anlamınadır! Bunun detaylarını, “İNSAN ve SIRLARI” kitabımda “ölüm” bahsinde anlatmıştım; isteyen o bölümü web sitemizden inceleyebilir…
[1] “DUA VE ZİKİR” isimli kitabımda “Rasûlullâh’a Salâvatlar” bahsinde bu konunun önemi üzerinde durmuştum.