“Arşı taşıyan meleklerin tespihidir bu” denildiğinde, varlığın oluşumundaki derinlikleri fark etmek yerine, “gökte oturan tanrının koltuğudur arş” demeyi daha kolay veya yerinde gördüler!..
Evet…
“Evren içre boyutsal evrenler, paralel evrenler, bir evrende olup bitenin diğer evrende açığa çıkması (suya atılan taşın yayılan dalgası gibi) ya da aynı anda değişik evrenlerde yer alan aynı bilinç türünden yaklaşımlar” hakikati noktasından hareketle “Küll’den zerreye gidişi” ifade etmektedir…
“Tüm çokluk görüntüsü (algılayandan kaynaklanan), gerçekte, TEK şuurun (ilmin) her mikroda onun yapısal özelliğine göre açığa çıkmasıdır” gerçeğini vurgulamaktaydı “holografik gerçeklik”…
İyi, peki bütün bunlar hoş da...
O zaman gelelim “peygamber neden gelmiş; Kur’ân neden inmiş; tanrı yoksa kime hesap verilecek; berzah, mahşer, sırat, kıyamet masal mı; bizi kim cehenneme atacak ya da cennete sokacak” sorularına…“Adaletin bu mu tanrı; 60 yıl yaşatıp 600 bin milyon milyar sene yakacaksın; bu ne biçim adalet” falan lakırdılarına...
Akıl çivisi olmayan, tahtaları birbirine bağlayıp tekne yapamaz ve okyanusa da açılamaz! O zaman da, tahta parçaları denizde kopuk kopuk kalır. Ancak bir tanesine tutunup belki hayatta kalabilir!
Bu konuyu çözmenin sırrını eskiler şöyle açıklamaya çalışmışlar o günün mecazları arasında:
“Kul Allâh’a eremez, Allâh kulunu kendine erdirmedikçe!”
Bunu günümüz bilgisiyle, yıllar önce şöyle açıklamaya çalışmıştık…
“Çokluktan TEK’liğe giden yol kapalıdır; TEK’ten çokluğa bakmasını öğrenenler sırlara ererler!”
Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa’yı, gökteki arş üzerinde oturan tanrının, tahtını taşıyan kanatlı melekleriyle yeryüzünde seçilmiş özel ulak peygamberi şeklinde kabullenen ilâhiyatçıların kapasitesiyle değerlendirenler, elbette ki yukarıda sıraladığımız sayısız soru dalgaları arasında bocalayıp kalacaklardır.
Sistem ve Düzen’i kavrayamayan sınırlı düşünce sahipleri, “DİN”i dogma olarak kabullenirler!
“ALLÂH” ismiyle neye işaret edildiğini fark edemedikleri için, “tek tanrılı bir dindir İslâm” derler!
“Lâ ilâhe…” mesajını algılayamamışlardır.
Bu yüzden de kabullenişlerini, gökte tanrı, yerde özel ulak postacı peygamber anlayışı üzerine bina etmişlerdir!
“İSLÂM” kitabındaki “Materyalist Müslümanlık” başlıklı yazımda işaret ettiğim üzere, her şeyi beş duyu madde boyutuyla ele almış, anlamaya çalışmışlardır.
Olayın, noktadan açılan string konisi içinde açığa çıkan şuursal algılamanın sonsuzluğu şeklinde, sonsuzluk yolculuğu olduğunu, hiç fark edememişlerdir.
Evren içre evrenlerin, tek bir noktanın konisel projeksiyonu olduğunu kavrayabilmek; ayrıca, içinde bulunan her şeyin dahi o projeksiyon içindeki kendi noktasından oluşan konisel bir projeksiyon olduğunu algılayabilmek!
Bunun ötesinde, bilinmeli ki, evren içre evrenleri oluşturan stringler projeksiyonunun meydana geldiği nokta, sonsuzluk platformundaki sonsuz noktalardan yalnızca biri pozisyonundadır.