Sayfayı Yazdır

Tempo Dergisi Röportajı

Tempo dergisinden Nilüfer Kas’ın internet üzerinden Ahmed Hulûsi ile yaptığı röportajın tam metni.

 

Protestan İslâm hakkında ne düşünüyorsunuz?

"Protestan İslâm" tabiri kesinlikle yanlıştır. Protestanlık, Hristiyanlıktaki bir özgün davranış biçimidir. İslâm'da böyle bir şeyin olması mümkün değildir! Protestan veya Calvinistlik gibi geçmişin Hristiyanlık yaşam tarzlarını anlatan olaylarla, hiçbir müslümanın ilgisi olamaz! Ayrıca İslâm'a ait düşünce veya bakış açılarının Yahudilik veya Hristiyanlığa ait tanımlamalarla etiketlenmesi de konular hakkındaki bilgisizlikten kaynaklanmaktadır, zannediyorum.

Batı bugün İSLÂM'ın ne olduğunu bilmiyor! Hz. Muhammed'i hiç tanımıyor! Batıya duygusal tepkimeler göstermek değil olayın doğrusunu verebilmek önemlidir! Kurân'ın batı dillerine çevirileri yanlıştır! Hatta bir faciadır! Bu çeviriler, gökteki tanrının fermannamesi diye algılanmaktadır. İslâm'ın ve Kurân'ın orijinal mesajından habersiz olan batı eğitimli kişiler de, bu yüzden, islâm'ı ve müslümanlığı Hristiyanlığa benzetmekte, inançları çakıştırmaya uğraşmaktadır! Muhammedî öğreti ve inanç sistemi ile Hristiyanlık akide ve inancı temelde tamamen farklıdır!.

Türkiye'de Protestan İslâm'ın temsilcileri kimlerdir?

Türkiye'de ne de Dünya'da "Protestan Müslümanlık" diye bir şey yoktur! Olmayan bir şeyin de Temsilcisi de olamaz! Müslüman asla protestan olamaz!

Ben görüş olarak, İslâm'ın Orijinini sorgulayalım, düşüncesinde olan "Çağdaş bir İslâm düşünürüyüm"!.. Ben ve benim gibi sayısız aydın insan, günümüz müslümanlığının pek çok inanç ve uygulamasının Allâh Rasûlü devrindekilere benzemediğini görüyor, tartışıyor ve yazıyor. Bu asla protestanlık olarak tanımlanamaz! Bu, İslâm'ın orijinalini ortaya çıkartma çalışmalarıdır! İlle de isimlendirmek gerekiyorsa, "Çağdaş İslâm Anlayışı" denilebilir. Bugün aydınlar ya İslâm'ın orijinalinin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunacaklardır; ya da mevcut beğenmedikleri dönüştürülmüş anlayışa saygı duyacaklardır! Herkes yerini ona göre seçmelidir.

Siz bu gruba dahil misiniz?

Adı geçen Subaşı Camiinde namaz kılan değerli insanlarla hiçbir tanışıklığım yoktur! Tüm yazılı ve sesli, görüntülü yayınlarım www.ahmedhulusi.org sitesinde mevcuttur ki bunların hiç birinde kadın erkek yanyana ve başı açık olarak namaz kılınabileceğine dair hiçbir açıklamam olmamıştır. Bu tamamıyla bir iftiradır! Bu konuda çıkan yayından birkaç gün önce namazın Allâh Rasûlü devrinde nasıl kılınıyorsa öylece kılınması yolunda açıklamam, SKYTURK TV ana haber bülteninde canlı yayında dile getirilmiştir. Bu açıklamamın orijinali de gene www.ahmedhulusi.org adresinden incelenebilir.

Bu arada herkesin haddini bilip, İslâm'ı iyi öğrenmesi gerekir. Kimsenin kimseyi dinsel inancı veya başkalarına zarar vermeyen uygulaması yüzünden eleştirmeye veya yargılamaya hakkı yoktur! Herkes ilmine göre yaşar ve bunun sonuçlarını da ölüm ötesi yaşamda görür! Kimsede "Allâh adına insanları yargılama" hakkı ve yetkisi yoktur!

Dinin yaşam ötesi için geldiğini iddia ediyorsunuz. Bu İslâm'ın felsefesine aykırı değil mi?

Din konusu pek çok kesimde yanlış anlaşılmıştır. Din, gökte oturan bir tanrının yeryüzündeki insanlara yolladığı talimatname veya ferman değildir! Kurân'ın açıkladığı "ALLÂH" pek çok kimsenin zannettiği gibi bir gök tanrısının adı değildir.

Din kavramının ne olduğunun anlaşılması için önce "Allâh" ismiyle işaret edilenin ne olmayıp, ne olduğunun iyi anlaşılması gerekir. Bunu "Hazreti Muhammed'in açıkladığı ALLÂH" isimli kitabımda detaylı açıkladım ki merak eden www.ahmedhulusi.org adresinden ücretsiz okuyabilir.

İnsanın içinde yaratıldığı evrensel Sistem ve düzen "DİN" adıyla tanıtılmıştır! Allâh Rasûl ve Nebileri bu sistem ve düzeni insanlara bildiren kişilerdir. Bu sistem ve düzenin yani "Sünnetullâh"ın ne olduğunu "OKU"yan kişilerdir. Bunu da "Hz. Muhammed neyi OKUdu?" isimli kitabımda açıkladım! Gökten Arapça veya başka lisanda yazılı bir metin inmemiştir ki "OKU"manın anlamı bildiğimiz yazılı metin okumak olsun olay!.

İnsan, Allâh Rasûl ve Nebisi'nin açıkladığı bu sistem ve düzeni anlayıp kavrayıp kabul ederse yani kendisine bildirilene inanırsa yaşamına da ona göre yön verir.

İslâm'ın temel felsefesi, iki ana konuda toplanır birbiriyle girift halde.

Birincisi, tüm varlığı kendi varlığı ile yaratan ismi "ALLÂH" olanı kendi derûnunda, şuurunun derinliklerinde bulup hissetmek ve O'nun özellikleri ve güzellikleriyle yaşamak; tüm yaşamına buna göre yön vermek!

İkincisi, kendi hakikatinin özelliklerini Dünya yaşamı içindeyken açığa çıkarıp, bu özellikleri ruhuna yükleyerek, ölümötesi sonsuz yaşamda mutlu olmaya çalışmak. Kurân'daki bütün yasaklamaların altında, insanın o şeyi yaparak kendisine zarar vermemesi görüşü yatar bir yönüyle.

Burada şunu fark etmek çok önemlidir. Din insana dünyevi geçici saltanat sahibi olsun diye değil, sonsuz ölüm ötesi yaşamı kazanması için bildirilmiştir. Dolayısıyla kişi yalnızca kendisine bunu bildiren Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa'ya karşı muhatap ve soumludur. Her birim tek tek O'nun muhatabıdır. Araya başkasını asla sokmamalıdır! Geçmişteki herkesten bilgi veya yorum alınabilir elbette; ancak tâbi olunacak tek Zât Allâh Rasûlü'dür! Tek Mürşid Kurân'dır!

Kitaplarınızın bu kadar ilgi görmesinin nedenini açıklayabilir misiniz? Kitaplarınız, kaset ve CD'lerinizle kaç kişiye ulaşıyorsunuz?

Topluma İslâm Dini'ni bugüne kadar açılan pencerelerden bambaşka bir pencereden gösterirseniz elbette ki ilgi de ona göre olur. İnsanlar, din adamlarının diktatör edasıyla yansıttığı din anlayışından soğudu. Kitaplarımızda ise sıcak, samimi, sorgulayan ve akla takılan soruları cevaplayan bir anlatım vardır zannımca. İnsanların, sorularına, mantıklı çağdaş ve bilimsel gerçeklere aykırı düşmeyen cevaplar buldukları bir düşünüre ilgi göstemesi bence çok doğaldır! Gerçekten de, her çevreden çok çok fazla sayıda insanın yazılarımı okuduğunu ve kitaplarımı çevresiyle paylaştığını duyuyorum. Tüm yayınlarımda belirttiğim üzere, kitaplarımın telif hakkı olmadığı için, fikirlerimi paylaşan insanların yazılı, sesli, görsel (VCD-DVD) bastırıp dağıttığını da biliyorum. Dileyen herkes tüm yayınlarımı orijinaline sadık kalarak bastırıp dagıtabilir veya satar; beni ilgilendirmez. Çünkü düşüncelerime karşılık beklemiyorum kimseden. Gelelim niye çok okunuyorum sorusu cevabının ikinci yönüne... İslâm Dini'ni çağın aydın insanlarının anlayabileceği şekilde ve günümüz Türkçesiyle yazmam kitapların okunmasında birinci faktördür sanırım. İnsanlar anlamadıkları kelimelerle kendilerine çağın gerisinden yapılan hitapları zaten hiç anlamıyorlar! Ayrıca yazdıklarımın hepsinin sağlam kaynaklara dayanması başka bir faktör olabilir. Bunun ötesinde yaşadığım devir gereği bildiğim genel soruların cevaplarını sorgulayıp buna göre kitapları yazmam, insanların da sorularının cevaplarını kitaplarımda bulmalarını sağlamaktadır ki, bu dahi çok önemli bir faktördür.

Benim esas ilgi alanım "İnsan ve Din"dir. İnsanı ilgilendiren her konu ilgi alanıma girer. DİN Allâh'ın yaratmış olduğu ve "Sünnetullâh" adıyla Kurân'da tanımlamış olduğu sistem ve düzeni anlatır. İnsan ise bu sistem ve düzen içinde yaratılmış varlık olarak yaşar. Dolayısıyla insanın, dün, bugün ve yarın yaşadıkları ve yaşayacakları hep DİN konusundaki bilgisine bağlıdır! DİN'in ne olduğunu anlamamış insanın geleceği zorlu süreçtir Kurâna göre!.

Kurân'ın bahsettiği ismi "ALLÂH" olan, gökte varsayılan "tanrı" anlayışından çok farklı bir şeydir! Bugün insanlık bu gerçeğin farkında değil. O yüzden de din olayının önemini ve getirisini fark edemiyor. Oysa tüm geçmiş tasavvuf ehli bu gerçeği yaşamış ve anlatmıştır.

Benim insan olarak görevim bildiklerimi karşılık almaksızın tüm insanlıkla paylaşmamdır. Ben yazarım ve işim biter! Bunları değerlendirmek veya değerlendirmemek herkesin kendi bileceği iştir! Din kapsımında tek önder ve lider, uyulası tek kişi Allâh Rasûlü Hz. Muhammed aleyhisselam'dır. Herkesin falanca veya filanca hazreti değil yeryüzüne gelmiş en muhteşem Beyin Hazreti Muhammed'i örnek alması gerekir.

Kitaplarınızda beynin çalışması, kader gibi herkesin kafa yorduğu konulara farklı yaklaşımlarınız var. Geçmişte sizin "Burç Tarikatı" lideri olduğunuz söyleniyordu. Siz hangi tarikatın liderisiniz? Kozmik dindarlar hakkında neler söyleyebilirsiniz?

"Burç tarikatı" lafzı da "protestan müslümanlık" gibi, "kozmik din" gibi basının uydurması; konuyu bilmemesinden kaynaklanan bir yakıştırma ve iftiradır. Bu anlama gelecek hiç bir açıklamam yazılı veya sözlü metinlerde görülemez! Dindar, dine inanmış ve o yolda uygulamaları olan kişi demektir. "Dindarın kozmiği" gibi bir yakıştırma mantık dışı bir tanımlamadır!

Din kapsamında anlatılan her olayın, olabildiğince, bugünün ilmiyle deşifre edebileceğimiz bir yanı vardır kanaatindeyim. İslâm kıyâmete kadar geçerli ise, Kur'ân kıyamete kadar geçerli ise, bu demektir ki her devirde yaşayan insana ilmi kadar açıklama da vardır İslâm'da... İş ki bu araştırılsın!.

Namaz kılarken başörtüsü kullanmak teferruat mıdır, gereklilik midir?

Rasûlullah zamanında kadınlar namaz kılarken başlarını örtmüşse, bugün de başlarını örtmeli diye düşünüyorum. Bu herkesin kendi vicdani sorunudur. Allâh ile kendisi arasındadır. Beni ilgilendirmez. Benim düşüncem de kimseyi baglamaz. Ayrıca başörtmenin anlamı belki de şu olabilir. Hz. Musa devrinden beri gelen tepeyi veya başı örtme olayı, kişinin Rabbi önünde benliğini örtmesi ve Rabbine kendini teslim etmesini sembolleştiriyor olabilir. Belki de bu yüzden namaz sırasında başörtüsü gerekli olmaktadır.

Bir kitabınızda sigaranın zinadan daha büyük günah olduğunu söylüyorsunuz. Bu yorumunuzu biraz daha açar mısınız?

Benim kitabımda yazdığım, sigaranın değil gıybetin zinadan 36 kat daha zararlı olduğudur ve bu Rasûlullâh tanımlamasıdır! Size yanlış nakletmişler. Kur'ân, gıybet etmeyi yani kişinin kulağına gittiğinde hoşlanmayacağı şeyi arkasından konuşmayı, ölü kardeşinin çiğ etini yemek olarak tanımlar. Zina yapan kişi yapılmaması gereken bir fiili yapmıştır. Allâh diler affeder diler cezalandırır. Ama gıybette müthiş kul hakkı yüklenilmektedir!

Sigara konusu ise... Kişinin sigarayla beynine verdiği zarar kalıcıdır! Sigaranın zararları saymakla bitmez... Bir tür beyinsel intihardır! ABD, kendinde sigarayı yasaklarken tüm geri kalmış ülke insanlarını zehirlemek için dışarıya ihraç etmektedir. Ölümötesi sonsuz hayatı kazanmak için elinizdeki en önemli organ beyindir. Ona verdiğiniz her zarar sonuçta ölümötesi yaşamınızdan bir şeyler kaybettirmektedir kanaatindeyim. İnsan dünyada ölüm ötesi sonsuz hayata hazırlanmak için vardır. Beyin de bunun aracıdır. Sigara da beyne zarar verdiğine göre olayı siz değerlendirin.

Görüşlerinizi benimseyenlerin özellikle gençler ve zengin kesimden olduğu söyleniyor. Böyle bir ayrımınız var mı?

Görüşlerimi ve fikirleri paylaşan milyonlarca insan olduğunu zannediyorum. Ama ne bunlar birbirlerini tanıyorlar ne de ben onları... Kitaplarımı okuyan insanların, gençler veya ekonomik durumları iyi, aydın çevreler olması doğaldır. Çünkü gençler sorularının cevaplarını bende buluyorlar. Din adamı, ilahiyatçı değil, onların arasından yetişmiş sorgulayan ve düşünen, her bilgiye açık bir insanınım. Özgür ve şartlandırılmasız yetişmem dolayısıyla, geçmişin dinsel anlatım kalıplarının ötesinde, bugünün aydın insanına hitap edecek bir altyapım oluştu 40 küsur yıllık sorgulamamda. Kurân'ın Ruhuna göre yorumlarım var. Şekilci ve kelime kısıtlı değerlendirme yapmıyorum. Rasûlullâh devrinde, hangi olaydan dolayı, neden ve nasıl uygulama yapılmışı sorguladığım için de olayın şekli değil konunun RUHU benim için önemli! Bu yüzden de orta ve üst gelir guruplarına mensup sorgulayan düşünen insanlardan, sanatçılar ve sosyeteden çok okuyucum olduğunu haber alıyorum. Ayrıca, insanlara karşılıksız, fiysebilillâh, bilgilerimi paylaşmamın da bunda önemli bir yeri var sanıyorum. Çünkü Din konusu dolayısıyla kimseden bir beklentim yok!.

İnternet yoluyla yaptığınız sohbetler görüşlerinizi iletmek için yeterli oluyor mu?

Ben misyon sahibi bir lider değilim. Dolayısıyla da insanların arasına karışmam gerekmiyor!

Halen Dünya üzerinde Avustralya'dan Amerika'ya; Afrika'dan Çin'e kadar her ülkeden her dilden konularımı okuyup paylaşan insanlar var. Dünya üzerinde konularla ilgili pek çok düşünür ve yazar fikirlerimi kaynak alıyor. Bu da bana yetiyor. TR de basının yeni farkına vardığı İslâm'ı Orijinaliyle Tanıyalım kapsamındaki yayınlarım 1985'te yazdığım "İnsan ve Sırları" isimli kitabımla açıklandı. 1967'de yayınlanan 21 yaşındayken yazdığım görüşlerimin anahatları hiç değişmedi. İnternet çok eskiden beri beni aydınlarla buluşturdu. Bu kadarı da bana yetiyor. Şükrederim.

Ben İslâm'a bir tarikat veya cemaât penceresinden değil Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa penceresinden bakılması düşüncesindeyim. İnsanları bir cemaate veya tarikata değil; Rasûlullâh'a ve Kurân'ın Ruhunu anlamaya davet ediyorum. Buna karşın Türkiye'de belli gruplar beni tarikat şeyhi veya cemaat lideri gibi tanıtarak insanları korkutup, düşüncelerimden fikirlerimden uzak tutmaya çalışıyorlar çevrelerini. Bu yüzden de kitaplarımın satılmasını, okunmasını yasaklıyorlar çevrelerine. Ama bu da beni enterese etmiyor! Onlar gibi dinin sırtından bir çıkarım yok ki; ya beni okumazlarsa kaygısı taşıyayım! Yaşım 60'ı geçmiş, beni bundan sonra yalnızca gideğim boyut enterese ediyor! Dolayısıyla bilgilerimden ortamın elverdiği kadarını www.ahmedhulusi.org adresimde yazar, geçer giderim. İnternet bana yeter... Son "ŞERİAT DEVLETİ" yazımı 5-6 günde 15 bini aşkın insan okumuş... Amerika'da da yüzde 45 internet sahibi Türkiye'de yüzde 2!..

Mahkemeye de yansıyan bir olay var. Bülent Vedia Ünsü Çorak'ın kadın müritlerinin sizin yüzünüzden kavga ettiği söyleniyor. Olayın tam aslı nasıldı?

Böyle bir olaydan haberim olmadı. Konu beni ilgilendirmiyor ayrıca. Ben düşüncelerimi yazı yoluyla insanlarla paylaşırım. Dileyen dilediği kadarını paylaşır, aklı yatmayan da, böyle düşünen varmış, der geçer! Kimsenin kimseyle yazdığım düşünceler yüzünden kavga etmesine gerek yoktur bence.

İnsan kavga etmez, fikir alışverşinde bulunur!

Kanlıca Camisi imamı Hasan Güler ile internet yoluyla sohbetlere devam ediyor musunuz? MİT sizi takip ediyor olabilir mi?

Kanlıca Camii İmamı Hasan Güler hocanın derin Kur'ân bilgisinden ve ilminden zaman zaman internet aracılığıyla istifade ediyorum. Diyanet'in çok değerli imamlarından biridir. Yakında, Kurân'ın orijinal kelimelerine sadık kalarak hazırladığı Kur'ân meali basılacak olan bu Zât, bana göre toplumun pek çok sorusuna cevap verecek kapasitede bir devlet memurudur.

Yalnızca MİT değil, isterse tüm Dünya'daki araştırma servisleri takip edebilir! Bence hiç mahzuru yok! Her şeyimle açığım! Hiçbir teşkilat, topluluk, cemaat veya organizasyon üyesi değilim. Siyâsetle ilgilenmiyorum! Hiçbir siyasi ile iletişimim yok! Hayatım boyunca tek başıma yaşadım! Yalnızca İnsan-Din konusunu sorgulamış ve edindiği bakış açısını yazı yoluyla ve tv yoluyla paylaşan bir ÇAĞDAŞ İSLÂM DÜŞÜNÜRÜ olmamın ötesinde, hiç bir etiket veya çalışmam yok! Bütün paylaşımımı insanlara karşılıksız yaptım. Bunun mutluluğu da bana yeter! Yarın âhirette Allâh Rasûlü ile karşılaştığımda, "Senden öğrendiğim her şeyi, senin gibi, karşılık almadan insanlarla paylaştım" diyebilecek olmanın bana vereceği mutluluğu bana yeryüzünde hiç bir şey veremez!.

Bir kitabınızda "Es Seyyid" ünvanı kullanmışsınız. Seyyidliğiniz nereden geliyor?

Dua kitabımda vardı bu sadece... Onu da sonradan kaldırdım yıllar önce! Siz gündeme getirmeseniz bunu kimse de bilmezdi. Önemli olan insanların kimliği değil fikirleridir. İnsanlar, ünvan veya etiket dolayısıyla birine yöneliyorsa, o fikirleri yeterince değerlendirebilen bir beyin kapasitesine sahip olmayabilir. Bu sebepten insanların yalnızca düşünceleriyle değerlendirilmesi kanaatindeyim.

Yine kitabınızda duaların Kâbe, Meryem Ana, Hacı Bektaşi Velî, Eyüp Sultan'da daha değerli olduğunu savunuyorsunuz. Bu durumda Amerika'da geçirdiğiniz süre boyunca ettiğiniz duaların değeri ne durumda oluyor?

DUA, kişinin, beynindeki Allâh'a ait özellik ve kuvveler ile, istediğini oluşturma mekanizmasıdır! Gökteki tanrıdan istemek değil özündeki ALLÂH'ın kuvvelerini beyninden açığa çıkartmaktır. Bulunulan yerin manyetik alanının da beyin üzerinde çok güçlü etkileri vardır. "DUA ve ZİKİR" isimli kitabımda bunu tüm detayları ile açıkladım, konuyu irdelemek isteyen orada okuyabilir! Ayrıca bulunulan mekânın da kişinin konsantrasyonu ile güçlü bir alakası vardır! Benim duamın Allâh indindeki yerini elbette Allâh bilir!

Türkiye'ye ne zaman dönmeyi düşünüyorsunuz? Amerika'da yaşamanızın ikinci evliliğinizle ve eşinizin ailesiyle ilgisi var mı?

Türkiye'ye dönmeme hiç bir engel yok! Ancak, EXPO CHANNEL'daki bir aylık ramazan münasebetiyle yaptığım sohpetlerden sonra çok daha fazla sayıda insan benimle görüşmek istedi. Gelirsem hemen tarikat veya cemaat yaftası yapıştırılacak! Bunun için de kimseyle görüşmüyorum ve Türkiye'ye dönmek istemiyorum!.

 

TEMPO BAŞLIK ATTI KAPAKTA:

A.H. BÖYLE BUYURDU; ZİNA GÜNAHLARIN EN HAFİFİ!

 

Konuya açıklık getirelim...

Bu başlığa neden olan ifade Ahmed Hulûsi'nin yıllar önce yayınlanmış olan Okyanus Ötesinden isimli kitabından alınmıştır.

Okyanus Ötesindeki metni nakletmeden önce Zina konusundaki net görüşümüzü belirtelim.

Zina, muhakkak ki Kebâir diye isimlendirilmiş büyük günahlardandır.

Ne var ki, bundan çok daha büyük günahların olabileceğini ifade sadedinde "bunun kadar küçük günaha BENZEYEN şey görmedim" denilmiştir İbni Abbas tarafından.

Zina konusunda İbni Abbas hadisinin Arapça'sında "ma raeytü şey'en eşbehe bil-Lemem" (küçük günaha benzeyen bir şey görmedim) diye geçer... Yani esas olarak tanımlama "Zina, küçük günaha benzeyendir." Anlamındadır.

Burada anlatılmak istenilen, zinanın önemsiz olduğu anlamı değil; insanlara zarar veren bazı fiillerin (gıybet gibi, sigara gibi), davranışların bazı büyük günahlardan daha önemli olduğunu vurgulamaktır. Zina büyük günahlardandır! Ne var ki, hadislerde de belirtildiği üzere sonuçta 2 kişi arasındadır. Allâh diler cezalandırır diler bagışlar. İnsanlara zarar verip kul hakkı getiren bir çok fiil ise bu günahlar kadar veya daha fazla günah ihtiva etmektedir.

Dolayısıyla, A. H. "zina küçük günahtır", fetvası vermiyor; zinadan daha büyük, insanlara zarar veren yapılmaması doğru olan fiiller olduğuna dikkat çekmek istiyor!.

Mesela Kurân'da "fitne/fesad kıtalden (adam öldürmekten) daha şiddetlidir/büyüktür" deniliyor... Şimdi buradan, "kıtal=adam öldürmek" önemli bir şey değil, hükmü mü çıkar?... Ya da "tercih sana kalmış, bunlardan birini tercih et" mi, denilir... Sanki bunları yapmak zorundaymışın veya bunlardan biri tavsiye ediliyor, kolaylaştırılıyor gibi... Oysa burada "gıybet" ya da "sigara" O KADAR ZARARLI Kİ; kesinlikle uzak durun, denmektedir...

Bu konudaki Hadisler ve Gazali'nin yorumu şöyledir:

İbni Abbas r.a. Ebu Hüreyre r.a. yoluyla şöyle rivayet eder: Nebi s.a.v.den şu rivayetinden daha küçük bir günaha benzer hiç bir şey görmedim: "Allâh ademoğluna zinadan nasibini takdir etmiştir... Hiç şüphesiz ademoğlu mukadder olan bu akibete erişecektir... İmdi göz zinası bakmaktır, dil zinası görüşmektir... Nefsin de temenni ve iştihası vardır... Tenasul uzvu ise ya bunları tasdik eder veya yalanlar"... Buhari'nin Diyanet tarafından basılan Tecrid tercümesi 12.cild, sayfa 323, hadis no:2132

"Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tevbe eder de, [bir daha yapmazsa], Allâhü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Gıybet edilen, gıybet edeni affetmedikçe, affolmaz." [İbni Ebid-Dünya, Deylemi, Taberani, Beyheki, Tergib ve Terhib, İ. Şarani, İ. Gazali

Beyhaki abu said ve cabir r.a.lardan...

Rasulullah buyurdu ki: "Gıybet zinadan daha şiddetlidir"... dediler ki "ya Rasulalah, nasıl gıybet zinadan daha şiddetli olur?"... Hz.Rasulullah buyurdu ki: "Muhakkak ki adam zina yapar da (sonra) tevbe eder; bunun üzerine Allâh onun tevbesini kabul eder... Gıybet eden ise, sahibi(giybet edilen) onu bağışlamadıkça, bağışlanmaz".

Evet Zina konusu kadar veya tüm çevre insanlara zarar vermesi itibariyle ondan daha da büyük önemi olan sigara konusuna adı geçen sohpette nasıl değinmiş Ahmed Hulusi şimdi de onu görelim:

26 Haziran 1998 tarihli sohbet OKYANUS ÖTESİ isimli kitaptan:

- Arkadaşlar iman konusunun neresindeyiz? Bunu düşündünüz mü hiç?...

İslâm Dini'ni ve imân bilgisini müslümanların pek çoğundan iyi bilen Hırıstiyan müsteşrikler (araştırmacılar) acaba bu bilgiyle müslüman, mümin midirler?

Vicdanımızın bize, "sen imanlısın" demesi önemli mi?...

Yoksa, amelimiz mi imanımızın göstergesi?...

Meselâ, sigara içen biri, sigaranın beynine ve dolayısıyla âhıretine zarar vermekte ve kendine zulmetmekte olduğuna imanlı mıdır, sigaraya devam ettiği sürece?..

İmandan AMAÇ, İMANIN GEREĞİ OLAN AMEL MİDİR?...

İmanın gereği olan AMEL yoksa, iman mevcut olabilir mi?...

Sigara için biri, "ben sigaranın zararlarına iman ediyorum" dese dahi, böyle bir imânı var mıdır?

O zarara iman etmiş biri, sigaraya devam edebilir mi?.. Ediyorsa, o konuda imânı hâlâ var olabilir mi?...

Her konuda gerçekçi olalım ve ne karşımızdakini, ne de kendimizi aldatmayalım!...

"İman ehlinden mümine bilerek zarar gelmez" diyor Allâh Rasûlü!

Eğer çevremize veya kendimize bilerek zarar veriyorsak, bu durumda ne kadar imânlı olabiliriz?

Anlayışı kıtlara kapı açıyorum:

(Buhari Tecrid tercümesi 2132 nolu Hadise göre) Zinâ en hafif günahlardandır; iki kişi arasında kalması ve beyne direkt zararı olmaması yönünden!...

Ama sigara kişinin hem kendisine hem de çevresine bilerek zulmetmesidir ki, bu zinâdan çok daha büyük günahtır!...

Bir günahın büyüklüğü, kişinin âhıretine verdiği zararla ölçülür...

Kimsenin ne kendi beynine ne de başkasının beynine zarar verme hakkı yoktur!.

Meselâ sigaranın zararına imân diye bir konu sözkonusu olamaz!... Çünkü artık o, iman boyutunu aşmış, îkan noktasına ulaşmıştır!... Çünkü bu zarar bilimsel olarak, madden tespit edilmiştir!..

Öyleyse, ister sigara yollu, ister başka fiillerle kendisine veya çevresine bilerek zarar veren kişinin imanından ne kadar sözedilebilir?

Allâh, bizi çevremize ve kendimize (kendisine) yararlı olalım diye mi yarattı; yoksa kendimize ve çevremize zarar verelim diye mi yarattı?

İman, bizi çevremize yararlı ameller konusunda yönlendirmiyorsa, o imân ne kadardır bizde?

Sigaranın misâlini her konuya yayalım..

İmân, bizi her konuda insanlara yararlı olmaya, onlara birseyler kazandırmaya yönlendirmek isterken; biz onlara yararlı olmak yerine zararlı oluyorsak, "bu mümindir" baskılı elbiseyle dolaşsak, imanlı sayılır mıyız acaba?

Önce çok önemli noktayı fark edelim...

İman, amaç mıdır, araç mıdır?

Bunun cevabını verebilmek için su soruyu soralım...

Niçin imân?

İstenen bir hususun elde edilmesi için gereklidir imân!..

Yani, imân bir ARAÇtır!.

O araçla elde etmek istediğiniz şeye ulaşırsınız...

Dünyada yaşarken, Allâh Rasûlü olan Zât'a imân edenler, elbette ki onun bildirdiği güzelliklere erişmek için gerekenleri yapmayı kabul edenlerdir...

Allâh Rasûlü'ne, "ben sana iman ettim" demek, "seni gördüğüm için elbette ki kişiliğine imân ediyorum" demek değildir...

Benim ölümötesi yaşamda istediğim iyi şartları bana temin etmek üzere yapmamı istediklerinin gerekli olduğunu idrâk edemesem bile, onları yapmam gerektiğine iman ediyorum; demektir.

Allâh Rasûlü'nün dediklerini yapmadıktan sonra, "iman ediyorum" demek hiç bir şey getirmez insana...

Çünkü amaç, iman ediyorum demek değil; iman edilen doğrultusunda fiilleri ortaya koyarak, o fiillerin sonucuna ulaşmaktır!.

"İmân ediyorum" demek; "böyle olduğuna inanıyorum dolayısıyla bu fiillerle bu neticeyi elde edeceğimi kabulleniyorum. Bunları yapmazsam semeresini de elde edemeyeceğimi kabullendim." demektir.

Seni istediğin sonuca ulaştırmayacak fiiller içindeyken, o konuya iman ettiğini söylemen, yalnızca kendini aldatmak, kandırmaktır ve sonucu da hüsrândır!

Allâh Rasûlü'nün senin imânına ihtiyacı yoktur!.

Meleklerin de senin imânına ihtiyacı yoktur!.

Kısaca, hiç bir yaratılmışın ve de Yaratanının senin imânına ihtiyacı yoktur!.

İmâna sen muhtaçsın!.

Niye?...

Kafan yeterli derecede çalışıp, o konudaki gerçeği, sistemi idrâk edemediğin için, söylenene iman yollu yaklaşıp onun gereği fiilleri ortaya koyarak neticede, elde etmek istediğine ulaşmak için!..

Yani netice şudur ki... İmân, idrâk edemediğin konuda aklının stop etmesi dolayısıyla durmayıp ilerlemene devam için gereklidir!..

Soru

- Ama imâna akıl ile varılmaz mı esas olarak; yani insanın mantığına kabul ettirerek imân etmesi gerekmez mi?..

Üstad

- Aklı olmayanın imanı da olmaz!

Aklın yetmediğine iman gerekir...

Aklın ihâtası içinde kalana zaten imân gerekmez, o yakîn hükmündedir ve o durumdaki aklın konusu ikandır, imanı geçmiştir.

İmanın gereğini uygulamak dahi gene akıl işidir...

Kişinin aklı yaşamına hâkim olacak düzeyde değilse, o zaman kişi imânın gereklerini yerine getiremez.

27 Eylül 2005