Sayfayı Yazdır

Diri Diri Gömüleceğinizi Biliyor musunuz?..

Diyelim ki yatıyorsunuz yatağınızda!.. An be an tükenmekte olduğunuzu fark ediyorsunuz. Kâh dalıyorsunuz rüya gibi bir görüntü. Kâh eski hatıralar, kâh yeni umutlar...

Sonra bir an geliyor. Kolunuzu kaldırmak istiyorsunuz, kalkmıyor!.. O ne?.. Kumanda edemiyorsunuz kolunuza!.. Felç mi geldi ne!?? “Hey!” demek istiyorsunuz ama diyemiyorsunuz!..

Kızınız bir anda üstünüze kapanıyor, haykırıyor!

− Öldü! Annem öldü!.. Anne, bırakma bizi!

Bağırmak istiyorsunuz.

− Hayır!.. Hayır ben ölmedim.

Ne çare!.. Ne ağzınızı oynatabiliyorsunuz, ne de sesiniz çıkıyor!..

Bu arada odaya doluşuyor yakınlarınız. Hepsi gözü yaşlı, hepsi kederli, hepsi göğüslerinde yumru yumru düğümler!..

Doktor?.. Ne yararı var?!.

Başınızda toplananlara karşılık, kendinizde bir serbesti hissediyorsunuz!.. Ayağa kalkıp odada dolaşmaya başlıyorsunuz!..

Onlara demek istiyorsunuz, “Ben ölmedim, aranızda dolaşıyorum, yavrum kızım ne olur ağlama!” Ama boş!.. İrtibat kesik!..

Kızınız, yakınlarınız perişan hâlde; ağlayış-haykırışları sizi de oldukça perişan ediyor!..

Bir şeyler yapmak, onlara ulaşmak istiyorsunuz, mümkün değil!.. Ne dokunabiliyorsunuz; ne konuşabiliyorsunuz; ne de herhangi bir eşyayı oynatabiliyorsunuz!..

Oturuyorlar, başucunuzda dualar etmeye başlıyorlar. Hakkınızda konuşmaya koyuluyorlar, şöyle iyiydi, böyle iyiydi!..

Sonra bu fasıllar bitiyor. Sizi yıkıyorlar ve tabuta koyuyorlar. Bunları hep görüyorsunuz!..

Ve sizi yüklenip mezara getiriyorlar. Açılmış bir mezar ve...

DİRİ DİRİ MEZARA KONUYORSUNUZ! DİRİ DİRİ GÖMÜLÜYORSUNUZ!..

Şu andaki mevcut aklınızla, idrakınızla, duygularınızla yaşayan biri olarak!.. Ve üstünüze atılan toprakla beraber orada toprağın içinde hapis kalmanın korkunç ızdırabını tatmaya başlıyorsunuz!..

Hatırlayalım şu meşhur hadîs-î şerîfi:

“İNSANLAR UYKUDADIRLAR; ÖLÜMÜ TADINCA UYANIRLAR!..”

Ölünün dünyadan alâkası kesildiği zaman, oturma yeri kendisine gösterilir; cennet ehli ise cennet ehlinden olarak; ve cehennem ehli ise cehennem ehlinden olarak.

Hz. Osman (radıyallâhu anh) bir kabrin başında durduğu zaman sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine, “Cennet cehennem anılınca ağlamıyorsun da, burada mı ağlıyorsun?” denildiğinde ise şu cevabı verirdi:

Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’den duydum ki:

Kabir, âhiretin konak yerlerinden ilk konak yeridir. Eğer ondan kurtulursa kişi, gerisi daha kolaydır!.. Şayet kurtulmazsa, gerisi daha ağırdır!.. Her ne (korkunç) manzara gördüm ise, kabir ondan daha korkunçtur”!.. (Tırmizî)

Kişi beden üzerindeki tüm tasarrufundan kesildi, beyin durdu; ve bozulmaya yüz tutan beden mezara konuldu. Sonra…

İbn-i Ömer (radıyallâhu anh)’tan şöyle naklolunuyor:

− Ölünün dünyadan alâkası kesildiği zaman, oturma yeri kendisine gösterilir; cennet ehli ise cennet ehlinden olarak; ve cehennem ehli ise cehennem ehlinden olarak. Ve sonra “Allâh seni kıyamet gününde yeniden mahşere kaldırıncaya kadar oturma yerin işte burasıdır” denilir.

Evet bu kabirde, kıyamete kadar kalma olayını daha geniş görelim şimdi de:

Ebu Hureyre (radıyallâhu anh) naklediyor:

Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:

− Ölü -ya da sizden biri- defnedildiği zaman ona siyah ve mavi iki melek gelir! Birine Münker, diğerine Nekir denir. Müteakiben o iki melek sorar:

− Bu adam hakkında ne dersin?..

Bunun üzerine o (yaşarken ki) kanaatini aynen söyler:

− O Allâh’ın kulu ve Rasûlüdür. Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederim.

Bunun üzerine o iki melek:

− Senin böyle söylediğini esasen biliyorduk, derler.

Sonra onun kabri yetmiş arşın kare genişletilir, sonra aydınlatılır ve kendisine “Uyu” denilir. O da,

− Dönüp aileme haber vereyim mi? der.

Melekler de:

− Gelin-güvey gibi uyu ki, onu ailesinden en çok seven kişi uyandırır, derler.

O kişi, Allâh onu yatağından mahşere kaldırıncaya kadar (uyur).

Şayet münafık ise:

− İnsanların “Ona Rasûldür” dediklerini işittim ve ben de aynı şeyi söyledim. Ama bilemiyorum?.. diyecek.

Bunun üzerine o iki melek:

− Senin esasen böyle söyleyeceğini biliyorduk, diyecekler.

(Sonra toprağa) “çullan üzerine”, denilecek. Toprak onun üzerine çullanır; yan kaburga kemikleri yerlerinden oynar ve Allâh onu yatağından mahşere kaldırıncaya kadar toprakta devamlı azap içinde kalır! (Tırmizî)

Tüm yaşamınızda, kendinizi bir beden kabul etmenizin tabii sonucu olarak ister istemez yaşanacak kaçınılmaz sondur bu!..

Nasıl rüyanızda bütün gün kafanızı meşgûl eden şey, otomatik olarak rüyanıza girer ve o şeyden rüyanızda kurtulamazsınız!..

Nasıl görülen kâbusu değiştirmek elinizden gelmez ise. Yaptıklarınızın ya da yaşadıklarınızın tabii sonucu ise kâbus; aynı şekilde, kabir hayatı da, dünyada yaşadıklarınızın, edindiğiniz duyguların ve şartlanmaların otomatik olarak görülecek sonuçlarının yaşandığı bir ortamdır!

Eğer Dünya’da şuurlu bir şekilde, bedenle ilişkiniz kesilerek yaşamınıza devam edeceğiniz kabir hayatına hazırlanmamışsanız; kaçınılmaz bir şekilde bu âkıbet ile karşılaşacaksınız!..

Burada bir soru gelir akla... Mezara gömülen, bu âkıbet ile karşılaşacağına göre, mezara gömmesek de yaksak?..

Yakmak daha da korkunç netice verir!.. Zira kabirde belki elli, belki yüz belki iki yüz sene, beden çürüyüp dağılana kadar bu ızdırap çekilecek. Ama yakılırsan..? Diyelim ki, cesedin yakılıyor!.. Sen esasen ölmemişsin, yaşıyorsun!.. Bu durumda yandığını görüyorsun ve bunun manevî azabını yaşıyorsun!.. Rüyada yandığını düşün bir kâbus hâlinde!.. Ve yanma olayı ile birlikte sayısız kereler aynı olayı yaşayarak sürekli bir azap söz konusu senin için!.. Belki tâ kıyamete kadar!..

Ya da suya attılar. Düşün rüyada suda boğulma hâlini!..

Yine en ehveni, toprakta bedenin çürüyüp yok olması!.. Ki bu tarz dince gelenekleştirilmiş!..

Ya bütün ölenler kabirde hapis mi?..

Hayır!..

Ölenler iki grupta mütalaa edilir:

Birinci gruptan olanlar “Şehitler” yani “fiysebilillâh Allâh için” can vermiş olanlar. Ve dünya hayatı içinde iken “Ölmeden önce ölmek” sırrını yaşamış olan velîler!.. Bunlar ölümle birlikte ilk anda mezara girerler, burada meleklerle karşılaşıp, gereken imtihandan geçtikten sonra kıyamete kadar hürriyetleri verilir ve serbest olarak gezer dolaşırlar.

İkinci grup; bunlar çeşitli eksiğiyle kusuruyla yaşamış olan müslümanlar ile gayrımüslimlerdir. Birinciler belli bir kabir azabından sonra cennetteki yerlerini görmek suretiyle müjdelenirler ve kıyamete kadar uyurlar. Güzel rüyalarla yaşamlarını devam ettirirler gene kıyamete kadar. Diğerleri ise kabir azabından sonra uyurlar ve kâbus türü rüyalarla kıyamete kadar orada yaşarlar!..

Kişi, ölümü tadıp, dalga bedeniyle başbaşa kalıp mezara konulduğu anda çok büyük azap çeker. Niçin?

Düşünün... Normal şartlarda, gündüz şu biyolojik bedenle yaşıyorsunuz. Ama buna rağmen uyuduğunuzda, görmekte olduğunuz rüya ve kâbusta, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?.. Bu ruh beden ya da manyetik beden diyebileceğimiz bir yapı ile değil mi?..

İstediğiniz kadar siz gündüz fizik bedenle yaşamış olun, rüya devresinde bu bilinciniz hiçbir işe yaramıyor!.. Ve kendinizi, o rüya içinde sanki bir manyetik bedenmiş gibi hissetmekten alıkoyamıyorsunuz!..

İşte bu sebeple de, gördüğünüz kâbuslar, o “ruh beden” sanısı içinde olan size, cehennem hayatı yaşatıyor.

Oysa, o anda biyolojik bedeninize hiçbir zarar verilmiyor; belki de kuştüyü yastık, pamuk yatak üstünde, atlas yorgan altındasınız!..

Normal şartlarda beyniniz, hangi şartlanmaların tesiri altına girmiş ise… Beyniniz hangi ışın tesirleri altında, hangi tür düşünceleri oluşturacak biçimde açılmış ise… Ne tür duygularla kayıt altında iseniz… Bunların sonucunda oluşacak güzel rüyalar ya da kâbuslar içinde olursunuz uykunuzda!..

“ÖLÜM UYKUNUN KARDEŞİDİR!..”

İşte ölüm ötesi yaşantının bir kısmı da bu türdendir!

Beyinde şu anda mevcut olan tüm açılımlar ve bunun neticesinde sizin kendinizde bulduğunuz ya da farkında olamadığınız tüm özellikler, aynen astral bedeninize ya da bir diğer ifade ile ruhunuza yüklenmiştir!..

Ölüm denen olayla birlikte yaşamınız, bu “bir tür holografik ışınsal beden” bilincinde, son andaki şuur düzeyinizle devam eder. Bir farkla ki:

Dünya’da, beynin madde şartları dolayısıyla perdelendiğiniz pek çok şeyi, bu “ruh beden” boyutunda apaçık görebilirsiniz.

Yani GÖRÜŞÜNÜZ KESKİNLEŞİR!..

İşte bu durumda, içinde bulunduğunuz şartları, geleceğe dönük olarak başınıza gelecekleri, Dünya’nın âkıbetini çok iyi fark edersiniz!..

Ve dahi fark edersiniz ki dünya yaşamı sırasında belirli güçleri elde edememişsiniz!.. Ve “beyin” sermayesini, “yükleyicisini” de bir daha asla elde etmek mümkün değildir!..

Her ruh beden-manyetik beden, ancak kendi beyni tarafından açılımlara erişebilir ve bir başka beyin tarafından yeni açılım alamaz!..

Bu sebeple, öldükten sonra, yani beyniniz çalışmaz hâle geldikten, bozuma geçtikten sonra, artık yeni imkânlar elde etmenize olanak kalmamıştır!

Bu gerçekleri o anda idrak ediş, kişide öyle bir pişmanlık meydana getirir ki, bunun tarifi asla mümkün değildir!..

Önünüzde sonsuz bir yaşam!.. Siz ise tüm imkânlarınızı beyninizle birlikte dünyada bırakıp; ne toplayabilmişseniz onunla bu yaşamın eşiğindesiniz!..

Ve artık sizin için yeni bir dünya başlıyor!..

Ne var ki, bu dünyada, aynen rüyada olduğu gibi olaylara isteğinizce yön verebilme imkânından mahrumsunuz!..

Dünya yaşamında o yeteneği elde edemediğiniz için, bugün artık tamamıyla o ortamın olaylarına tâbisiniz!..

Ve hazırlanamadığınız ölçüde buyrun, sonu gelmez, uyanılmaz kâbuslara!..

İşte, “kabir cehennemi” diye anlatılan âleminizin oluşum şekli…

O yüzden Hz. Rasûlullâh diyor ki;

“Kişi mezara girdiği zaman öyle bir haykırışla haykırır ki; arşa kadar bütün varlıklar işitir; insden ve cinden maada.”

O içinde bulunduğu pişmanlıkla! O kişiye her gün kabrinde cehennemden bir pencere açılır, sen cehennemliksin senin gideceğin yer burasıdır, cennetten de bir pencere açılır cennet gösterilir. Sen burayı kaybettin denir ve bu şekilde ona büyük bir azap olur.

İşte bu da kendisinin elde edeceği kuvvetlerle varacağı cehennemin müşahedesi ile olur!.. Bu, avamın durumudur!

Ve yahut da bu kişi mümin birisi ise, yani belli çalışmalar yaparak gitmişse, aksine o da hem cennette gideceği yeri görür; hem de cehennemden kurtuluşunu görür!

Ona da hadisin öbür şekli karşılık verir!.. Sen cehenneme gidecektin, fakat yaptığın şunlar karşılığında bu cehennemden azât oldun denir! O da cehennemdeki yeri görür, fakat kurtulmuştur!..

Cennet ve cehennem bundan sonra konumuza giriyor.

Burada, kabir cenneti veya kabir cehennemi tarif ediliyor. Hakiki cennet ve cehennem değil!.. Bunu, yani cennet ve cehennem bahsini daha ileride inceleyeceğiz.

Bir de burada belli ruhanî güçler elde etmiş olanlar var. Berzah âleminde…

Mesela, velîler!

Bu yüksek dereceli velîler; yani hakikate ermiş, hakikati yaşama durumuna girmiş; terkip değişiklikleri oluşmuş ve bu terkip değişiklikleri sonunda, kendindeki bazı ilâhî kuvvetleri keşfetmiş ve o kuvvetlerle tahakkuk etmiş olanlar var!

Bunlar, o âlemde kendi aralarında görüşürler. Bir araya gelirler, çeşitli konularda fikir alışverişi yaparlar, birbirlerine kendilerindeki değişik tecellileri anlatırlar; değişik müşahedeler üzerinde tartışmalar yaparlar.

O âlemin kendine has bazı işlemleri vardır. İşlemler üzerinde de belli bir vazife taksimi vardır, bunların ileri gelenleri arasında.

O âlemde belli düzeye gelmiş, belli konular açılmış, belli noktalarda takılmış kişiler vardır.

Bunların orada eğitimi yapılır. Yani onlar orada eğitilir, belli şeyler idrak ettirilmeye çalışılır. Anlayamadığı noktalar atlatılır vs... Onlar da böylece bir durumda devam eder. Yani oranın da kendine göre belli bir idare kadrosu vardır. Nasıl Dünya’da, 4’ler, 7’ler, 12’ler, 40’lar diyoruz! Bunun mukabili olan, oranın da kendine has bir kadrosu vardır.

AHMED HULÛSİ

1986

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!