Sayfayı Yazdır

Nebi - Velî; Vahiy - İlham

Şimdi burada bir diğer önemli husus üzerinde sırası gelmişken duralım...

Nübüvvet, Nebi; Velâyet, Velî; vahiy ve ilham mevzuları üzerinde konuşalım.

Nübüvvet; Allâh’ın bildirdiği gerçeklerin beşeriyete açılması ve açıklanması görevidir.

Eğer bir Nebi, yeni bir çalışma, yaşama biçimi getiriyorsa; o günün şartlarına göre geçmiş Nebilerin tatbik ettiğinden daha farklı bir çalışma sistemi getiriyorsa; veya dinî ifade ile yeni bir şartlar bütünü getiriyorsa o zaman “Rasûl” denir.

Sana da, kendinden önce inzâl olmuş hakikat bilgilerini tasdik eden ve onlar üzerine koruyucu, şahit, hâkim olan, Hakk’ı ihtiva eden hakikat (Sünnetullâh bilgisini) inzâl ettik... O hâlde onların aralarında Allâh’ın inzâl ettiği ile hükmet... Hak’tan sana geleni bırakıp, onların boş heves ve arzularına tâbi olma... Sizden her biriniz için bir şir’at (yaşam ortam ve şartlarına göre kurallar) ve bir minhac (zamanla değişmesi mümkün olmayan realiteler üzerine kurulmuş sistem) oluşturduk... Eğer Allâh dileseydi, elbette sizi bir tek toplum yapardı! Fakat size verdiği ile sizi denemek istedi (tâ ki ne olduğunuz sizce bilinsin)... O hâlde hayır yapmada yarışın! Hep birlikte dönüşünüz Allâh’adır... Hakkında ayrılığa düşüp tartıştığınız şeyleri size haber verecektir. (5.Mâide: 48)

Eğer yeni bir çalışma biçimi ve yeni şartlar getirmiyorsa; o zaman kendisinden evvelki son yeni şartları getirmiş olanın getirdiklerini yürütür ve “Nebi” adını alır.

Nebi ve Rasûl, vahye dayanan bir sistemle görev yaparlar.

Nebi ve Rasûl, vahye dayanan bir sistemle görev yaparlar.

Velî ise ilhama dayanan bir sistemle faaliyet gösterir ve Nebilerin işaret ettiği gerçekleri kendi içinde yaşar, veya görevliyse, halka da bu konuda yardımcı olur.

Nebi ile velîyi ayıran ana fark nedir?

Bunu şöyle açıklarız:

“Nebi”deki açılım, “Hakk’tan halka” denen bir biçimdeki açılımdır.

Nebinin herhangi bir çalışması, gayreti ve emeği söz konusu değildir! Tamamen Hakk’tan gelen bir biçimde, kendisinde birtakım gerçekler fışkırır ve bunlar halka sunulur. Yararlı olma gayesiyle…

Velîliğin kemâlâtı esası ise “halktan Hakk’a” denen bir biçimdedir.

Yani velîde belli çalışmalar görülür. Bu çalışmalar neticesinde velî Hakk’a ulaşır.

Kişinin ALLÂH’a ERMEsinde iki sistem vardır...

Birisi “Hakk’tan halka”, “nüzûl” şeklidir... Öteki ise “halktan Hakk’a”, “urûc” şeklidir.

Velîde, çalışmalarla birlikte belli bir tekâmül gözükür ve nasibi, istidatı oranında Hakk’a vuslata erer!

Nübüvvet ise Nebinin herhangi bir çalışması, gayreti olmaksızın, Hakk’ın kendi hakikatlerini o Nebinin dilinden açığa çıkarmasıdır.

Bunu misalle anlatmaya çalışalım:

Hakk’tan birime açılan bir manevî kanal ile Nebiden hakikatler zuhur eder!..

Velî ise, bizâtihî yaptığı belli çalışmalar sonucu açılan bir tünelle Hakk’a varır. O hakikatlere vâsıl olur...

Olduktan sonra da, bazısı halka yararlı olmak amacıyla ilâhî vuslata ermiş olarak, belli vasıflarla vasıflanmış kişi olarak halk arasında görev yapar veya yapmaz... Bu da Hakk’ın takdirine bağlıdır.

Nübüvvet (Nebilik):

1. Nübüvveti Teşrîye,

2. Nübüvveti Târifiye olarak ikiye ayrılır.

“Nübüvveti Teşrîye”; bir şeriat göreviyle görevli Nebi, demektir.

Halkın içinde belli bir şeriatı anlatıp, izah edip; onlara kabul ettirmekle görevli kişidir. Ama bunda muvaffak olur veya olmaz! O ilâhî takdire bağlıdır.

“Nübüvveti Târifiye” sahibi Nebi ise; “Ârifi Billâh” kemâlâtına sahiptir.

Ama sakın ola ki bu marifet kemâlâtını, velâyet kemâlâtı gibi anlamayalım... Belki, velîdeki kemâlât Nebideki bu kemâlâttan bir hissedir!.. Mesela Hızır (aleyhisselâm)’ın nübüvveti, Lokman Hekim’in nübüvveti, hep bu “Nübüvveti Târifiye” hükmündendir!

“Târifiye”, “irfan” anlamındadır... Yani, “Maarifi Billâh”a agâh olan ve bu marifetin gereklerini zâhirde yaşayan; gerekiyorsa yaşatan anlamındadır... Velâyetin en üst basamağı “Nübüvveti Târifiye”ye dayanır!

Bu basamağın kemâlâtı, çalışmakla elde edilen bir kemâlât değildir. Tamamen ilâhî ihsan yollu kişide meydana gelen bir açılım neticesi olur.

Hz. Muhammed’den sonra “Nübüvveti Teşrîye” söz konusu değildir. Fakat Nübüvvetin irfanı, Hz. Rasûlullâh’tan sonra gelen Velîlerin bazılarına ihsan olunur.

“Benim ümmetimin Velîleri, Beniİsrail Nebileri gibidir” buyuran Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm), velâyetin bu mertebesine işaret etmiştir. Buna “Nübüvveti Târifiye” denir. Yani kişinin kendi çalışması karşılığı olmaksızın, ilâhî lütuf gereği birtakım ALLÂH marifetinin onda zâhir olması şeklidir. Tasavvuf dilindeki adıyla “Velâyeti Uzmâ”dır...

Şimdi burada önemli olan bir başka nokta da şudur.

İman, vahye dayanan sistemde geçerlidir. Yani iman, vahyedilene dayalı kılınmıştır! Çünkü insanın duyguları veya aklı birçok şeyi çözemez. Göremediğini, beş duyu ile algılayamadığını kolay kolay değerlendiremez.

Akıl, beş duyuya dayalı olarak çalışır...

Ancak akıl belli bir kemâle gelmişse, beş duyuya dayalı örnekleri alıp kendi bünyesinde değerlendirir ve buna dayalı bazı çalışmalar yapabilir... Bu arada altıncı, yedinci, sekizinci duyular durumunda olan sezgi veya sezginin ötesinde olan feraset veya ilham yolları ile gelen çeşitli bilgileri de bir potada eritip değerlendirir ve bunun çok üst neticelerini yaşar!.. İşte o zaman “Akl-ı küll”e yaklaşmaya başlar.

Yani açık, basit donelerden çıkıp, geniş kapsamlı bir algılama sistemiyle gelen bilgileri değerlendirip, birtakım gerçekleri görebilme durumuna girer.

Bunun tasavvuf dilindeki adı “keşif”tir. Yani üst düzeydeki alıcıların çalışması neticesinde hâsıl olan algılama, kavrama, bilgi, değerlendirme vs...

İnsanı ilâhî mânâlara yaklaştıran en değerli yol, ilhamdır!.. Vahiy ile yeni düzen getirme yolu, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)’dan sonra kapanmıştır.

İlhamlar, kişinin kendi çalışmaları sonucu kendisinde oluşan hassasiyetin kazandırdığı algılamalarıdır.

“Vahiy” ile “ilham” arasındaki fark nedir?

“Vahiy”; özden dışa gelen, yani “Hakk’tan halka” gelen sezginin adıdır. Melek aracılığıyla direkt özden gelen akıştır!

“İlham”lar ise, kişinin kendi çalışmaları sonucu, kendisinden meydana gelen fiillerin hâsılası olarak, kendisinde oluşan hassasiyetin kazandırdığı algılamalarıdır.

“Vahiy”; Hakk’tan direkt olarak, herhangi bir çalışma söz konusu olmadan kendisine nâzil olan ve kendisinde fışkıran ilâhî ilimdir.

“İlham” ise, kişinin çalışmaları sonucu kendisinde meydana gelen hassasiyetle, bazı ilâhî gerçeklere muttali olması, bunların perdelerinin kendisinde açılması; bunları hissedip yaşaması hâlinin adıdır.

Dolayısıyla, her ne kadar genelde, “vahiy” ile “ilham” arasında fark yoktur, derlerse de aslında çok büyük fark vardır!

İşte bu temel fark dolayısıyladır ki, bir Nebi ile bir Velînin kıyaslanması asla mümkün olmaz!

Bu ana neden yüzündendir ki, insanlar Velîlere itaat ve teslimiyet için mecbur tutulmamışlardır... Fakat Nebilere itaat ve teslimiyet zorunlu kılınmıştır!

Çünkü, ilhamlarda bazı yanılmalar söz konusu olabilir... Fakat vahiyde yanılma olmaz; bireysel değer yargıları asla gerçekleri bulandırmaz!..

Niçin..? Çünkü, “vahiy” direkt “Hakk’tan nüzûl”dür!.. Yanılma payı yoktur!

Çünkü, beyin faaliyetlerinin ve verilerinin, o gelenin üzerinde bir rolü yoktur! Direkt olarak beyinde o mânâ oluşur.

Hâlbuki “ilham”da ise, kişinin beyninin açılma kapasitesine göre alıcılık durumu ortaya çıkar...

O kapasitenin oluşumunu meydana getiren yan faktörler Velîde hâsıl olan mânâyı etkileyebilir! Mesela o anda duyguları, istek veya arzuları o gelen nesneye karışabilir... Ve o gelen nesneyi o istikamette değerlendirebilir... İşte bu durum, ilhamda yanılmalara yol açabilir.

Velî yalnız ilham yolu ile birtakım gerçeklere erdiği için; velîye itaat, teslimiyet zorunlu değildir.

Ama Nebi için böyle değildir... Nebideki vahye hiçbir şey karışmaz! Ondan sâdır olan mânâ tamamıyla ilâhî hakikatlerdir.

Demek ki, ilhamda kişinin birtakım yanılmaları, duyguları, arzu veya istekleri, ya da o şeyi alış anındaki ruh hâli yanılmalara yol açabiliyor.

Burada açıklığa kavuşturulması gereken bir başka husus da şudur:

Nebi, ana karnında Nebidir!

“Nübüvveti Târifiye” sahiplerindeki de “vahiy” hükmündedir!

Ancak şimdi burada, bir noktanın açıklığa kavuşturulması gerekir.

Diyelim ki kişi, “Nübüvveti Târifiye” sahibidir... Fakat o görev yüklenmeden evvel, velâyeti hükmüyle yaşar. Görevle birlikte ondaki olay “vahiy” hükmüne dayanır. Fakat zâhiren Nübüvvet görevi açıklanmadığı için aldığına ilham denir. O, doğuşundan görev alışı anına kadar velâyeti hükmüyle yaşar, aldıkları ilhamdır. Görevinin başlamasından itibaren aldığının şekli değişir. Fakat bu değişmeyi de ancak kendisi bilebilir. Başkası dışarıdan bunu bilemez. Çünkü dışarıdan ancak “velâyet” söz konusudur.

Ayrıca o mertebedeki bir kişiyi tanıyabilen de ancak yeryüzünde iki veya üç kişidir. O düzeydeki bir kişi zaten zamanın ya “Gavsı”, ya “Kutb-ul Aktabı” ya da “İnsan-ı Kâmili”dir... Ve o düzeydeki bir kişiyi de ancak ya “Gavs” veya “Kutb-ul Aktab” bilebilir.

Alttakiler, üstlerindekinin kendilerinden üstün bir Velî olduğunu bilir; ama hangi mertebede olduğunu bilemez! Ne olduğunu bilemeyeceği için de alışının ne yoldan, ne şekilde ve ne kadar olduğunu değerlendiremez...

Onu değerlendirmesi de asla mümkün değildir!

Bunu biz de ancak bu kadar anlatabiliriz! Çünkü bu, o mertebe ehline ait olan bir ilimdir.

“Vahiy” ile “ilham”ın önemine ve ağırlığına bir de şu yönüyle işaret edelim…

Mesela siz aklınızla, bazı bilgilere sahipsinizdir. Bu bilgileriniz gereği bir işin böyle olması gerektiğini bilebilirsiniz. Fakat sizin duygularınız ağır basar ve bilmenize rağmen bir türlü o şeyi yapamazsınız.

İşte bu, bir noktada aklın tasarrufunun zayıflığındandır.

“İlham”ın gücüne en güzel misal bildiğimiz rüyalardır. Gece bir rüya gördünüz… Ertesi sabah kalktığınızda hâliniz bambaşka olur!.. Ve o rüyanın tesiri altında, siz o güne kadar yapamadığınız bir işi kolaylıkla yapabilirsiniz... Size bunu yaptırtan, “rüya” dediğiniz “ilham”dır... Yani, o şeyi hissediş sonucu, size o iş kolaylaştırmıştır! İşte bu, “ilham”ın “akla” olan üstünlüğüdür!..

Normal şartlarda “aklınızla” bir gerçeği bilmenize rağmen; duygularınız ya da şartlanmalarınız ağır basarak, o şeyi size yaptırtmaz... Ama o yapamadığınız şeyi gecenin çok kısa bir süresi içinde; 30-40 saniyelik bir sürede gördüğünüz şeyler yani aldığınız ilham, sizi kolaylıkla o işi başarır hâle getirir. İşte bu, bütün yaşamınız boyunca elde ettiğiniz bilgilere, yani aklınıza “ilham”ın galebe çalmasıdır.

 AHMED HULÛSİ

1993

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!