Şeriat Devleti
Bana ulaştırılan samimi ve önemli bir mektuptaki “şeriat devleti” konusu dolayısıyla düşüncemi sizlerle paylaşmak istedim. Zira bu konu dolayısıyla insanlar, Allâh’ın kendilerine vermiş olduğu sınırlı enerjiyi hakkıyla değerlendirememenin acısını çok fazla çekeceklerdir geleceklerinde!
Mektup şöyle:
“Selâm üzerinize olsun Üstad! Yazım biraz uzun ama lütfen okuyun. Yazılarınızı devamlı olarak takip eden ve sizin sayenizde bazı gerçekleri idrak etmeye çalışan bir gencim. Ama bazı konularda kararsız kalıyorum. Şu kitabınızda geçen bir yazınız hakkında bir soru sormak istiyorum.
https://www.ahmedhulusi.org/tr/kitap/insan-ve-sirlari-2/dinin-amaci-siyaset-degildir
Üstadım, burada İslâm devletine gerek yok demişsiniz. Allâh aşkına Dünya’da şu an dahi onlarca Müslüman öldürülmekte olduğu ve güçlü bir İslâm devleti olmadığı hâlde, bunun sebebini anlamış değilim. Bizim gayemiz tabii ki Allâh yolunda savaşmak olmalıdır, diye düşünüyorum. İslâm, devlete değil insanlara gelmiş bir düzendir diyorsunuz ama, eğer insanın içinde yaşadığı devlet, Allâh’ın kurallarını uygulamıyorsa, nasıl İslâm’dan söz edebiliriz? Tabii ki asıl önemli olan imanımızdır. Ama İslâm’ı daha fazla yaşamak varken niye sadece imanımızla yetinelim. Ben mesela İslâm’ı anlatamıyorum. Gerici damgası yiyorum, şeriatçı diyorlar. Şeriatçıyım yalan değil. Şerr’i olanları uygulamakla mükellefim. Ama bunu bilmeyenlerin de öğrenmesini istiyorum. Şimdi sizin bu yazınız, “Din Allâh’ın oluncaya kadar savaşın” emrine uyanları bir parça da olsa kararsızlığa itmez mi? Eğer İslâm devletine gerek yoksa, niçin Rasûlullâh (s.a.v.) İslâm devleti kurdu? Onlar da kurulu düzen içinde İslâm’ı yaşayabilirlerdi. Ayrıca Allâh da İslâm kanunlarını indirmezdi. Bunun çok önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Beni bilgilendirmenizi rica ediyorum. Benim yazımı okuduğunuz için de teşekkür ederim. Allâh’ın selâmı üzerinize olsun. Hayırlı günler...”
Şeriat devleti kurulmalı mı?.. Şeriat devleti nasıl olur?.. Yeryüzünde bir örneği var mı?.. Şeriat devletini kimler yönetecek?..
Bakın geçmişe dair bir devremi anlatayım size... Henüz on sekiz yaşındayım; bu konulara yeni girmişim... Yalın olarak kelime çeviri bazında hadisleri ve Kurân’ı okumuşum... Büyük bir aşk ve enerji taşması hâli... Alabora olmuş duygu ve düşünceler! Kadın eli tutmak bir yana, kafamı kaldırıp kadına bakmıyorum bile!.. O heyecanla, pencereden komşu hanımlara bağırıyorum başlarını örtmeleri için! Sakal bıraktım, bere giyiyorum, şapka giyenlere ters gözle bakıyorum!
O heyecanla, o zaman çıkmakta olan “Yeni İstiklâl” dergisine şeriatçı yazılar yazıyorum değişik isimlerle... Şeriat uygulanmalı falan gibi konularda.
Bu arada İmam Gazâli, Abdülkâdir Geylânî, İbrahim Hakkı Erzurumî, İmam Caferî Sadık, Hacı Bektaş Velî gibi “Tasavvuf”, yani İslâm’ın düşünsel yanını irdeleyen kişileri okumaya başladım. Konunun ezberci değil, akılcı bir şekilde ele alınması gerekliliğini gördüm. İslâm’ın bambaşka bir yüzünü fark ettim tasavvuf ehli sayesinde!
Gerçek amacını keşfettim İslâm’ın! Uygulamalarım, çalışmalarım değişti... Hayli açılımlar oldu... Bakış açım tümüyle farklılaştı ve yirmi yaşındayken “TECELLİYÂT” isimli kitabımı yazdım, o günkü anlayışımı anlatan... O günden bugüne de bu bakış açım hiç değişmedi!
O bakış açısı ve açılımlar olduğu zaman, yaşadığımız Müslüman toplumların “Şeriat” tepsisinde önümüze getirdiği ile “Orijin Şeriat”ın birbirinden hayli farklı olduğunu tespit ettim.
Orijin İslâm’da, bugünkü laik uygulamaların vermediği ölçüde insan hakları mevcuttur! Başkalarına bilfiil zarar verme söz konusu olmadıkça, İslâm kişiyi inancıyla baş başa bırakır ve zorlamaz; cezalandırmaz!
Allâh Rasûlü ve Nebisi Muhammed (aleyhisselâm)’ın yaşadığı süreçte uygulanan kurallar ile daha sonraki süreçte uygulanan Müslümanlık anlayışının çok çok farklı olduğu apaçık ortada idi...
Hadsiz hesapsız kişisel yorumlardan oluşan fetvalarla kar topu gibi olan şeriat; günümüze ulaştığında bir çığ olmuştu!
Geçmişte, tek bir İslâm Devleti olmamıştır Hazreti Âli’nin dünyadan ayrılışından sonra! Hep saltanatlar veya diktatörlükler vardır! Ondan önce ise zaten devlet kavramı yoktu... Kabile yaşamı, bir tür devlet yaşamına döndürülmeye çalışıldı! Bugünkü devlet anlayışı ile o günkü devlet anlayışı arasında sadece isim benzerliği vardır!
Kulaktan dolma dedikodu din bilgisiyle ancak hüsrana varılır!
Kişiler kendi anladıkları İslâm’ı, ele geçirdikleri güç ile insanlara “Orijin İslâm”mış gibi kabul ettirerek saltanatlarını sürdürmüşlerdir yüzyıllardır.
“Orijin İslâm” Kur’ân ve Hadis’tir!
Bugünkü yanlış kabul ise, “Kur’ân + Hadis + Kıyası Fukuha + ümmetin ortak kararı”dır!
İşte yanlış bu noktada başlamaktadır!
Kur’ân veya Hadis’te olmayan HER ŞEY, “KİŞİSEL YORUMDUR”, yani “FETVA”DIR ve kimseyi bağlamaz DİN ADINA!
Hele hele, Kurân’da veya Hadis’te olmayan bir konuya ilişkin kişisel yorumunun (fetva) Din hükmüymüş gibi uygulatılmaya kalkışılması, insanlara en büyük zulümdür!
Bırakalım geçmişi bir yana...
Bugün Dünya üzerinde, yalnızca Kur’ân ve Hadis temeline dayalı tek bir İslâm Devleti var mıdır?.. YOKTUR!
Kişinin imanı veya İslâm anlayışı, “İslâm devleti” veya “şeriat devleti” kapsamına bağlı olsaydı, bugün yeryüzünde imanlı veya İslâm’ı kabul etmiş tek kişi olmazdı! Oysa bugün binlerle evliyaullâh, “İslâmî olmayan rejimlerle” yönetilen ülkelerde yaşıyor yeryüzünde!
Mezhep, tarikat, cemaat anlayışları dolayısıyla, bölgesel Müslümanlık anlayışları ihtiva eden; kendi anlayışları dışındaki tüm inananları “kâfir” gören dar ve sınırlı bakış sahiplerinin oluşturduğu devletleri nasıl İslâm’a bağlayıp, İslâm’ı küçültebilir, o yüzden İslâm’a laf getirtebiliriz?..
İSLÂM’ın yüceliği beşerî yanlışlar yüzünden karalanmaktan münezzehtir!
Kendi cemaatlerinden olmayanı, kendi tarikatlarından olmayanı Müslüman kabul etmeyen; başı örtülü olmayan hanımı dinsiz, kâfir kabul edip, kendilerinden saymayan zihniyetler mi şeriat devleti kuracak da toplumları yönetecek elinde sopa ve satır ile?!!
Hangi mezhep ya da tarikat veya cemaat anlayışına göre şeriat devleti kurulacak?..Böylece de, kaç kişi, kaç kişiye hükmedecek ALLÂH ve DİN ADINA, diyerek! Düşünebiliyor musunuz bunun sonucunu!
Bugün Müslümanlar, böylesine birbirini dışlayan veya arkasından kuyusunu kazan anlayış farklılıkları içinde kümelenmişken; kendi görüşünde olmayanların kitaplarını yasaklayan bir kafa yapısına sahipken; nasıl bir birlikten ve o birliğin yönetiminden söz edilebilir ki!
Gerçekçi olalım ve kendimizi aldatmaktan vazgeçelim. Köyümüz sınırları içinde düşünmekten arınıp, global bakmayı ve değerlendirmeyi öğrenelim!
Kesin olarak bilin ki, “Mehdi” lakabıyla bildirilen YENİLEYİCİ, eğer olağanüstü kuvvelerle donanmış bir ordu beraberinde, beyaz atlı komutan olarak gelmezse, “şeriat devleti” beklentisi, insanların enerjisini yanlış yolda harcatan ham hayal olmaktan öteye gitmeyecektir!
Hayal edildiği şekilde bir Mehdi’nin ortaya çıkmayacağını 1985’te yazdım. Yenileyici’nin, tâ o tarihlerde (1400–1410), işlevini yerine getirmeye başlamış olabileceğini yazdım... Yıllardır her sene hacda Mehdi çıkacağını bekleyenler hep boşa çıktılar! Suudî saltanatı sürdüğü sürece de o Zât’ın açığa çıkacağını sanmıyorum! Bu benim kişisel düşüncemdir. Bundan sonra da ömrü olanlar haklılık derecemi bu konuda da göreceklerdir inşâAllâh!
“Yenileyici”, diyelim 1980 ya da 1985’ten beri görevine başlamış, işlevini yerine getiriyorsa, bu kadar zamandır acaba neyle meşgûl? Ne yapıyor?
Yaşadığınız günün gerçeklerini iyi görün!
İslâm yeryüzünde, dar kafalı, şekilci anlayışlı, robot beyinli, ezberlediğini tekrardan öteye gidemeyen din âlimleriyle(!?) değil, işin hakikatini görüp yaşayan gönül ehliyle yayılmıştır!
Devleti değil, gönülleri fethetmeye çalışalım!
Allâh yolunda savaşmak demek, Din hakkında bilgi sahibi olup, insanları Rasûlullâh yolunda uyarmak demektir! İnsanların neye, neden, nasıl iman etmeleri gerektiğini onların anlayabileceği lisanla anlatmak, açıklamak; onları sürü olarak görüp gütmeye kalkışmamak demektir!
Yaşadığımız devir, insanların imanlarının kurtulmasına hizmet etme devridir! Onlara anladıkları dilden anladıkları tarzda hitap etme devridir! Ehlinin anlamakta zorlandığı lisanla yazılmış kitap veya hitaplarla topluma hiçbir mesaj verilemez!
Rasûlullâh, devrinde “kılık-kıyafet Müslümanlığı”yapmamıştır! “Gardıropçuluk” ilkel kafalara mahsus bir haslettir! İlkel insanlar birbirlerinin kıyafetlerine ambargo koymaya kalkarlar! Rasûlullâh, Din gerçekleriyle ilgili olmayan konularda, yaşadığı putperest toplumun örf ve âdetlerine saygı göstermiştir! Bu bize açık örnektir!
Mevcut yönetimlerin yanlış, haksız ve belki de inançsızlıkları doğrultusunda amaçlı uygulamalarını, yerinde bulmamak ve karşı çıkmak ayrı şeydir; onun yerine bir başka yanlışı uygulamak uğruna ömrü heba etmek ayrı şeydir!
Yıllardır, kapkaç olaylarını “gasp” kapsamında değerlendirecek tek bir kanun maddesi çıkartamayıp, toplumu rahatlatamayan kişilerden, daha büyük sorunların çözümünü nasıl beklersiniz?..
Yaşadığınız dünyanın gerçeklerini görün! Kendinizi aldatmayın! Bunun faturası en ağır fatura olacaktır!
Yıllardır, Türkiye’de perde arkasından “solcuları” veya “şeriat isteklilerini” dar kalıplı söylemlerle itekleyen aynı merkezin ve bu süreçte de amaçlarına ulaşanların kimler olduğunu iyi araştırın! O söylemlere kanan devrimcilerin bugün hangi çizgide olduklarına bakın!
Yıllar içinde, çeşitli sebeplerden dolayı, “DİN” anlayışı Türkiye’de yozlaşmış; gizli Kur’ân kurslarında, cemaat evlerinde, yetersiz ve kalıpsal bilgiyle bloke olmuş, kendi doğrusundan başka bir şey bilmeyen beyinler, topluma din adına yön veren noktalara yerleşmiştir!
Ölüp yok olup, kıyamette topraktan biteceğini düşünen din bilginleri(!) yetiştiren bu kurslar ve cemaatler, İslâm’ın önündeki en büyük perdelerdir esasta, devlet değil!
İnsanlar kendi iyilikleri için, acilen, bizzat, yeni baştan DİN’i araştırmak ve sorgulamak zorundadır!
Ömür geçiyor ve hızla tükeniyor! Süre hızla azalıyor! Yalnızca dünya yaşamında kazanabilecekseniz ebedî hayatı, bu sizin son ve tek şansınız!
Türkiye’de sorun, “şeriat devleti” değil, gerçek “İslâm Dini” bilgisinin kasıtlı olarak örtülmesidir!
Tek bir anlayış, tek bir yorum insanlara ezberletilerek DİN öğretilmiş olmaz!
Ne devletin işine gelmektedir GERÇEK İslâm Dini’nin dillendirilmesi; ne de tarikat veya cemaat ehlinin!
Neden acaba?..
Bunu iyi sorgulamak ve düşünmek gerekir kanaatimce.
Hiçbir dinî işlev, para karşılığı yapılmaz! Yapılırsa, ticaret olur adı, Din’e hizmet değil!
DİN, meslek değildir! Meslek olmaz! Mesleği DİN olanın, işi de ticarettir!
Din, para kazanmak veya dünyevî başka çıkarlar için kullanılabilir ama bunun sonucu hüsrandan başka bir şey olmayacaktır!
Kafasında “tanrı” yaratan, kendi anlayışına göre her şeyi mübah görebilir istekleri doğrultusunda... Ancak Hazreti Muhammed’in açıkladığı ALLÂH’ı ve O’nun getirdiklerini anlayanların dünyası bambaşka bir dünyadır!
Dünya GEÇİCİDİR!
Hazreti İsa, kendisini siyaset için kullanmak isteyen Barabbas’ın oyununa gelmedi!
Çünkü O “ALLÂH” ehliydi... Biliyordu ki insanlar için önemli olan, “sonsuz olan ölüm ötesi yaşam”dır!
Bıraktı onları kendi yaratılış şekilleri üzere dünyevî faaliyetlerle kulluklarını yapmaya!
Yaşamlarında, şeriatın ne olduğunu fark etmemiş insanların, devlete şeriat isteme duyguları ne kadar enteresandır!
Bütün bu konularda yanlış anlamanın gerçekte tek bir sebebi vardır:
Kur’ân işaretleri ve uyarıları ile Rasûlullâh uygulamasının bir bütün olarak ele alınmayıp; içinden seçilen tek bir âyet veya hadis doğrultusunda meseleye bakılması! Gizli kurslarda veya evlerde ezberletilen yorumların gerçek orijin DİN sanılması!
Devlet müsaade etse de, herkes görüşünü açıkça televizyonlarda söyleyebilse; toplum gerçekleri anlayıp her şeyi değerlendirebilecek, tele-komik ilâhiyatçıları fark ettiği gibi!.. Ne var ki buna bile izin yoktur! Çünkü düşündüğünü dile getirme özgürlüğü yoktur ülkelerin çoğunda!
Gerçek özgürlük, düşündüğünü özgürce dillendirebilme özgürlüğüdür! Uygar ve gelişmiş toplumlarda yaşanan bir özgürlüktür! Bütün özgürlüklerin de başıdır!
Yol uzun... Ömür kısa... Şiddetli depremler ve çöküntüler, meteorlar yolda! Üçüncü dünya harbi kapıda... Deccal sırada!.. “Yenileyici” kendi işlevini yapmakta ortaya çıkmadan!..
Hakikate eremeden, Allâh’ı bilemeden, Allâh Sistem ve Düzeni’ni kavrayamadan ve buna göre hazırlanamadan dünyadan ayrılmak her an söz konusu!
Dünya’da yaşamaktan amaç, özündeki Allâh’a ait kuvveleri keşfedip onları uygulamaya sokarak sonsuz yolculuğa çıkmaktır! Bunu başaramazsak, diri diri gireceğimiz mezarda başlayacak sonsuz yolculukta hâlimiz perişan olacak!..
Kabirdeki üç soru, “Rabbin”, “Nebin”, “Kitabın” sorularıdır sana; şeriat devleti kurup sopayla insanları hidâyete eriştirip eriştirmediğin değil!
“Eğer Allâh dileseydi elbette insanların hepsini hakikate erdirirdi!..” (13.Ra’d: 31) veya “...Sen onlar üzerine zorlayıcı değilsin” (17.İsra’: 65) âyetlerini iyi düşünmek gerek!..
Konu çok daha geniş, ama sıkmamak için kısa kesmek lazım...
Prensibimizi Rasûlullâh koymuş:
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin!..”
Allâh kolaylaştıra...
AHMED HULÛSİ
21 Ocak 2006