Tanrı(!)nın Ayak Sesleri
Bu yazımızdan önce, size Dünya üzerinde çok büyük bir topluluğun beklediği tanrı(!)nın ayak seslerinden söz etmiştim. 1972 yılında konusunda tek kaynak kitap olan “RUH İNSAN CİN” kitabını yayınlamış kişi olarak konuyu biraz daha açmak istiyorum gelişen şartlar dolayısıyla...
Eğer, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın bahsetmiş olduğu, bu nesil kıyametinin küçük alâmetleri tamamlanmış ve sıra büyüklerine gelmiş ise...
Eğer, asırlarca evvel bahsedilen ve İbrahim Hakkı Erzurumî’nin “Marifetname”sinde söz ettiği 26 bin senelik Dünya dengelerinin değişme süreci bu yüzyılda tamamlanacak ise...
Eğer, hicrî tarihle her yüzyılın başında gelen “Müceddid”, bu defa “Son Müceddid” olarak 1401–1410 yılları arasında gelmiş ve lakabı “el Mehdi” ise... Ancak, belirtildiği üzere Mekke’de bir Hac döneminde açığa çıktıktan sonra tanınacaksa...
Bilelim ki...
“Mehdi”nin aşikâr olması öncesi nasıl “Mehdiyet devri ilmi” yeryüzünde açığa çıkmakta ise, daha önce de belirttiğim üzere, Deccal’ın zâhir oluşu öncesi “Deccaliyet devri uygulamaları” da aynı şekilde günümüzde Dünya üzerinde yaşanmaktadır. Artık sıra kişiliklerin aşikâr olmasına gelmektedir.
Haber verildiği üzere “Cinler yeryüzünde istisnasız tüm insanlara görünecek” uzaylı bir tür kimliği ile bir zaman sonra; ve Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın haber verdiği, “Mesih DECCAL” lakaplı insanlığın tanrı(!)sı olduğunu iddia edecek yalancı tanrı (Mesih) ortaya çıkacaktır! Ardından da Hz. İSA (aleyhisselâm) hadislerde belirtilen şekilde açığa çıkacaktır.
“Gökten taş yağacak” diye işaret edilen meteor yağmuru; “Doğuda, batıda ve ortada meydana gelecek üç yer batması”; depremlerin büyüklüklerinin ve sayılarının artması gibi olaylar ertesinde bir şekilde açığa çıkacak olan “Cin”ler ne şekilde Deccal’ın ordusu işlevi görecekler, bunu yaşayanlar görecek eğer nasiplerinde varsa...
Şimdi burada kısa bir açıklama yapmak istiyorum...
“Cin” kelimesi “insan gözünün göremediği varlıklar” anlamında kullanılmıştır genel olarak. Bu genel mânâsı ile de “insan gözünün tespit edemediği tüm bilinçli varlıklar” bu kapsamda kabul edilmiştir. İster Dünya üzerinde yaşayanlar olsun, ister Güneş sistemi içinde veya ötesinde olsun! AbdülKerîm el Ciylî “İnsan-ı Kâmil” adlı eserinde 7 katmandaki 7 farklı tür “cin”den söz eder. Bunların bir türünden birini Rasûlullâh yakalamış, sonra da serbest bırakmıştı. Konumuz bu olmadığı için detaylarına girmeyeceğim. Dileyen araştırsın bunu!
Bir zamanlar, Dünya düz bir tepsi, Güneş, Ay ve tüm yıldızlar Dünya çevresinde dönmekteler; diye düşünen kişiler gibi....
Hâlâ, Dünya üzerindeki et-kemik bedenli insan adı verilmiş bilinçli varlıklar dışında başka bilinçli varlıklar olamayacağını iddia eden aydınsılar maalesef çoğunlukta...
Oysa...
Dünya’nın düz bir tepsi olduğunu iddia etmek ne kadar yanlış ise; Güneş sistemindeki tek bilinçli varlığın insan olduğunu iddia etmek de o kadar yanlıştır! Hele galakside!
İnsanoğlunun, sadece santimetrenin on binde 4’ü ile 7’si arası dalga boylarını değerlendirebilmesinden dolayı sadece bu spektrum aralığındakilerin var kabul edilmesi artık yüzyıl öncesine ait çağdışı bir kabuldür!
Bugün bilim, bırakın beş duyuyu, beynin otuz iki duyusu olduğunu iddia etmeye başlamıştır son yapılan araştırmalar sonucunda...
Bizim 1972’de yazdığımız üzere; beynin, yalnızca gözden gelen dalga boylarını değil bunun çok daha ötesindeki değişik dalga boylarını değerlendirdiği, belirtilmektedir.
Evet... Bugün, bir şekilde, insanlığın genelde göremediği bilinçli varlıklar aramızda dolaştıkları gibi; belki de birkaç yıl sonra başka bir sistemden gelerek Dünya üzerinde açığa çıkacak değişik tür bilinçli varlıklar “Mesih DECCAL” ordusu olarak insanları yanlış hedeflere yönlendirmeye çalışacaklardır.
İnsanların bu “Mesih Deccal” ve ordusuna karşı tek savunma mekanizması DUA ve “LÂ İLÂHE İLLÂLLÂH” gerçeğini hatırlamaları olacaktır!
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın “LÂ İLÂHE” mesajını anlamış olanlar; kesinlikle hiçbir varlığın, ne tür özellik ve kuvvetlere sahip olursa olsun, tanrı olmasının mümkün olmadığını ve “tanrılık kavramının geçersizliğini” bilerek, bu varlıklara tâbi olmayacaklardır.
Deccal; Müslümanlar dışındakilere İsa’yı yollayan “baba” olarak kendini tanıtırken, Müslümanlara da kendini “HAK” olarak tanıtacak ve “Varlığımda tapındığınız Hakk’tan başka bir şey yoktur. Ben Hakk’ım. Burada size zâhir oluyorum. Bana secde etmeyen Hakk’ı inkâr etmiş olur” gibi fikirlerle ortaya çıkarak onları kendine tâbi kılmaya çalışacaktır!
Oysa kesinlikle bildirilmiştir ki “TANRI YOKTUR! Tanrılık kavramıgeçersizdir!..”Hak, her zerrede aynı ölçüde zâhirdir! Yalnızca bir birimin, kendisinin Hak olduğunu iddia ederek başkalarını kendine secde ettirmeye kalkışması,akı kara, karayı ak göstermek yani deccaliyettir; bâtıldır, kandırmacadır!
Milyarlarca galaksiyi kapsayan evren içre evrenler, “ALLÂH” ismiyle işaret edilen tarafından ilmiyle ve ilminden, ilminde vücut bulmuşlardır!
Her insan ve her varlık için “ALLÂH”a giden yol, kendi dışına değil; KENDİ ÖZÜNE, HAKİKATİNE DOĞRUDUR!
Dışarıda, ötede bir tanrı düşünen; ancak kendi zannındakine, hayalindekine yönelmektedir!
Tüm İslâm tasavvufunu yaşayan hakikat ehli, hep, âlemlerin iç içe boyutlar şeklinde var olduğundan söz eder, ki bu da kişinin, hakikatindeki TEK önünde, varlığının hiçliğini hissetmesiyle son bulur!
“Panteizm”, birimlerin varlığından ve evrenin bütünselliğinden söz ederken; Tasavvuf, mutlak TEK (AHAD) indînde tüm birimlerin varlığının olmayışından söz eder. Tasavvuf ehli, hakikate ermek için kişinin “ego” – “ben”inin olmayışı gerçeğini idrak etmesini anlatır.
Zira, Dünya’da olduğu gibi cehennemin en büyük azabı da, insanın özündeki “ALLÂH”tan perdeli kalması sonucudur. Yani tard edilmişliktir!
Çağdaş bilimin erdiği holografik evren tezi dahi, “string”ler veya dalga sistemi içinde, varlığın yaratıcı Kudret önünde önce TEK’liğini ve nihayet yokluğunu anlatır.[1]
İşte bütün bu gerçekler dolayısıyla, yeryüzünde tüm insanlara görünecek olan “cin”ler ismiyle anlatılmış dünyalı ya da uzaylı türler ile; onların desteğiyle sayısız olağanüstünlükleri ortaya koyacak olan Deccal’in asla tanrı olmasından söz edilemez.
Belki geçmişte o türlerin yeryüzündeki insanlara kendilerini tanrı olarak tanıtmaları; tarihe, çeşitli değişik anlatımlarla “tanrıların dünyayı ziyareti” olarak nakledilmiş olabilir... Ama bu nakiller, asla tanrı veya tanrıların yeryüzüne gelmesi veya insanı yaratması demek değildir!
İnsanların üzerindeki çeşitli sıkıntı ve yanlış yönelimler, hırs ve bencil atılımlar, şeytanî düşünce ve duygular; kendi yapılarından kaynaklandığı gibi, dışarıdan kendilerine ulaşan dalgalardan da olabilir.
İşte bu tür etkilere karşı insanın yapabileceği en verimli ve isâbetli çalışma, DUA mekanizmasını harekete geçirmektir.
DUA, kişinin “ALLÂH” ismiyle işaret edilene yönelerek, O’nun kuvvet ve kudretiyle isteklerini gerçekleştirme işlevidir!
Burada dikkat edilmesi ve çok iyi anlaşılması gereken çok ince bir sır nüktesi vardır.
Arkamdan belki biri hatırlayıp, bir hayır duası eden çıkar umuduyla sizlerle bu hususu paylaşmaya çalışayım... Belki anlatabilirim ne demek istediğimi...
“Salât (Namaz) Niçin?” başlıklı yazımda “Fâtiha’sız namaz niçin olmaz” konusunda kısmen işaret ettiğim üzere...
Kişi korunmak istediğinde...
Dışarıya değil, içinden özündekine yönelir gerçekte!..
Hakikatinden bilincine olan akışta, çeşitli boyutlar-âlemler-mertebeler hâlinde, Ahadiyetten, Â’mâ mertebesinden, Vâhidiyetten, Rahmâniyetten, Arştan, Rubûbiyetten, Ubûdiyete, yani bilinç (nefs) mertebesine kadar tüm mertebeler kişinin özünde mevcuttur!
Tıpkı bedende hücreler boyutunun, hücrelerin içinde genler boyutunun, onun özünde proteinlerin, onun özünde moleküllerin, onun özünde atomların, onun özünde dalgaların, stringlerin olması gibi... Ve dahi her boyutun kendi özelliğine göre şuuru olması gibi... Algılayanın kapasitesine göre tespit ettiği mertebeler veya âlemler veya boyutlar diyebileceğimiz şekilde...
İşte kişi, korunma amacıyla bir duayı okurken, kendi hakikatinde bulunan “ALLÂH” ismiyle işaret edilene ait bir mertebenin kuvvet ve kudretine sığınarak, onu harekete geçirerek kendisinde o kuvveyi açığa çıkartmakta; böylece de, korunmak istediği varlığa karşı beyninden yaydığı dalgalarla bir korunma kalkanı oluşturmaktadır.
Mesela “Âyet’el kürsî”yi okurken, tanrı olmadığından, hakikatin olanın Hayy ve Kayyum oluşundan; beynin uyuklama bölümüne karşın hakikatindeki o mertebenin asla gafleti yani uyku ya da uyuklaması olmadığından, o mertebenin (kürsî) kişinin semâvat yani tüm bilinç (nefs mertebelerinin) ve arz (bedenin) üzerinde tasarrufu olduğunu düşünerek, “ALLÂH”ın varlığındaki kuvvet ve kudretini açığa çıkartmayı niyaz ediyorsun!..
Ya da büyülere, cinlere, hasetçilere karşı korunma kalkanını oluşturmak için “DUA VE ZİKİR” kitabımızda önerdiğimiz “korunma duaları” ile, “FELAK” ve “NÂS” Sûreleri’ndeki duayı “Eûzü BiRabbil felak...”, “Eûzü BiRabbin nâs...” diye okumaya başladığında, kendi hakikatindeki, varlığını meydana getiren Esmâ mertebesinin Rubûbiyet kuvvetine sığınarak, onun seni korumasını talep ediyor; bu anlamda beyninden yaydığın dalgalarla, sana yönlendirilen menfi dalgalardan kendini korumaya çalışıyorsun... Ne anlatmak istediğimi anlamaya çalışın lütfen!
Artık bu konuda, bundan daha fazlasını açıklamak bizim için mümkün değildir.
Rab-Rubûbiyet konusunu ve insanın nasıl Allâh isimleri bileşimi olduğu açıklamasını “İNSAN ve SIRLARI” kitabından okuyabilir arzu edenler.
İşte tüm korunma duaları; bu mekanizmanın işleyişi bilinerek, ona göre gereken yönelimle yapılırsa, muhakkak ki çok daha tesirli olur yaşamımızda. Hatta, Kur’ân-ı Kerîm bu anlayışla okunursa, kişiye neler açılır artık bilemem!
“ALLÂH” ismi ile işaret edilene, yani var sandığın varlığını, varlığıyla varedene iman; asla, ötende, varsayılan tanrı kavramına iman değildir bu yüzden!
Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın açıkladığı “ALLÂH” gerçeğini anlamak, daha farkında olmadığımız sayısız hazinelerimizin anahtarıdır, meraklılar ve sorgulayanlar için.
İş ki, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ı değerlendirebilmek bize kolaylaştırılmış olsun!
İnsanlık için her türlü kurtuluşun yolu Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ı değerlendirebilmekten, onun bildirdiklerini “OKU”yabilmekten geçer!
Ehli hakikat elbette anlattıklarımızın çok daha fevkini bilir...
AHMED HULÛSİ
15 Nisan 2005
Raleigh – NC, USA