30. Cüz
Kurân’daki 114 sûre’nin 77si 29 cüz’de geçerken, kalan 37 sûre 30.cüz’de toplanmıştır...
Bunlar şunlardır:
Nebe, Naziat, Abese, Tekviyr, İnfitar, Mutaffifiyn, İnşikak, Büruc, Tarık, A’la, Ğaşiye, Fecr, Beled, Şems, Leyl, Duha, İnşirah, Tiyn, Alak, Kadr, Beyyine, Zilzal, Adiyat, Karıa, Tekâsür, Asr, Hümeze, Fiyl, Kureyş, Maun, Kevser, Kafirun, Nasr, Tebbet, İhlas, Felak ve Nas Sûreleri...
Kurân’da Tevrat, İncil ve Zebur’a karşılık inzal olan sûreler olduğu gibi, Hz. Rasûlullâh a.s.a ve Kur’ân Ümmetine özel inen sûreler ve ikram edilenler (7 HaMiym’ler, başta Fatiha ve İhlas olmak üzere bu 30.cüzdeki kısa sûreler) vardır...
Nitekim Abdullah İbni Abbas r.a., Hz. Rasûlullâh s.a.v.in şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Bakara”nın içinde zikredildiği sûre bana birinci zikir’den verilmiştir... Ta-Ha ve Ta-siyn-Miym, Musa’nın levhalarından bana verilmiştir... Kurân’ın Fatihaları (açıcıları, seb-u mesaniy) ve Bakara Sûresi’nin hatimleri (sonları) Arş’ın altından bana verilmiştir... Mufassal sûreler (30 cüz olarak düzenlenen mushaf’ın son kısımlarındaki kısa sûreler: Hucurat, Tebareke, Nebe, inşirah, Kadir, kevser, ihlas, Nas sûreleri,... gibi) de bana nafile (ek, ikram, fazilet) olarak verilmiştir...
Başka bir rivayet, “Allâh Beni, Ha-Miym’ler ve Mufassal sûreler ile üstün kılmıştır.... Benden önce hiç bir Nebi onları okumadı”, konuyu daha da açıklamaktadır...
37 sûre bulunan bu 30.cüz, haliyle çok kısa sûrelerden meydana gelmiştir... “Kısa sûrelerin açıklaması kendisidir; ihlas sûresi’nin açıklaması ihlas sûresi’dir; çözüm, Kur’ân çözümüdür”, diyerek 30.cüzdeki sûrelere açıklama notu koymuyoruz... Dua-Zikir Kitabı’nda olduğu ve günlük okunanlar içinde bulunduğu için, teberrüken ve önemine binâen Nebe Sûresi’ne bir açıklama koyalım:
Nebe Sûresi:
İsmini 2.ayetinde geçen “enNebe’ül Azıym= o azametli büyük haber” terkibinden alır...
İnsan için, ölüm sonrasında yaşamın devamı, Nebiler’in haber verdiği (Nebe= haber, Nebi: haber veren) azametli bir haberdir!... Ve bu haberi “Nebi/Rasûl”den başkası da veremez...
Her tesbit, ehline bir teklif ve mükellefiyettir!... Zira o teklif bir tesbittir!?..
Bu haberle en azından diğer canlılardan farkını farkeder, “demek ki sadece algıladığım bu bedenden ibaret bir varlık değil; ölümsüzlük özelliği olan bir yapıdaymışım” dersin...
“Azametli büyük haber”, sadece (ölümle geçilen) Dünya’nın berzahıyla, kabir süreciyle sınırlı değil; “büyük kıyamet” tabir edilen (nitekim 17.ayette fasl gününden ve nefh-i SUR’dan bahsedilir) en büyük toplanma günü mahşer, cehennem, sırat ve ötesi olan büyük süreçleri ve tecellileri ifade eder!... Hz. Rasûlullâh a.s., mirâcla tüm bu daireyi tamamlamış “Kabe Kavseyn ev EDN” olmuştur!... “Allâh ve melaikenin salat ettiği O Nebi”!...
Kurân’da pek çok “nebe’= haber” vardır... Fakat sadece iki yerde “Azıym Haber” tanımı geçer...
Esasında Nebi ve Rasullerin haberlerinde işin bir “Gayb” tarafı vardır... “Vahy”, “keşif” veya “fetih” denilen hidayet ve açılımlarla muttali kılınmışlardır... Bir anlamda “Nebi” ahiret, “Rasul” Hakikat demektir!... Dolaysıyla bu haberler insanlığa “Gayb”larının açılmasıdır, insanlığa fetihdir... Yani insanlığın, bilim dahil, beşeri kapasiteleri ve gözlemleri ile vakıf olmaları mümkün olmayan yaşam gerçekleri, evrensel boyutlar ve farkında olmadığımız kendi realitemizdir bu haberler...
“Azıym Haber” anlamına gelen iki büyük haber ne?...
Birinicisi: Sad (?) Suresinde geçer... Harf-i tarifsiz, “nebeün azıym= azıym bir haber” şeklinde; “HU”nun bir hükmü olarak...
Buradaki azametli büyük bir haber, “ateş=yakan”ın (varlık halinin) her çeşitinden azad eden “HU” gerçeğidir!... HatemünNebiyyîn Hz.Rasûlullâh a.s.ın verdiği iki büyük haberin ilki bu... Belki ibtidası bu, nihayeti Nebe Suresindekidir!... Ya da hakikatı olan orijin ve kemalatı olan nihayet O’nun kapsamındadır ki haberdar etti!... “BEN ve O Saat şöyleyiz (yanyana iki parmak işareti?)” diyen alemlere rahmet irsal!...
Bu büyük haberin ana unsuru, “HU” gerçeğinin tanıtılmasıdır!... Bu bağlamda olarak “İlah-tanrı yok” da denmiştir...
Esasında Sad: 5-7 ayetlerine göre Hz. Rasûlullâh a.s.ın verdiği şekliyle “TEKlik” (tevhîd’in hakikatı) hakkındaki bu bilgi, daha önce duyulmuş-edilmiş de değil (Oysa Mekke müşrikleri bile ataları Hz.İbrahim a.s.ın dini üzere olduklarını söylüyorlardı?)!?... Peki ya şimdi, ilahlar yok, tek ilah var; Hz.Muhammed çok tanrıyı tek tanrı yaptı, “Allâh” tek tanrıdır ve Hz.Muhammed de o tek tanrının son peygamberidir, diye itikatlarını sunanlar, kimlerle aynı inancı paylaşmış oluyorlar?... Oysa Allâh Rasul’ü, “Allâh” ismiyle işaret edilen “HU”yu açıkladı!?...
“Bu azıym haberi ta mele-i a’ladaki bilgiler kendine vahyolunan (böylece varlığın hakikatına ve sünnetullahına vakıf) bir nebi olarak haber veriyorum... Siz ise ondan (o büyük haberin bildirdiği fevkalâde önemli hakikatin size kazandıracağından) yüz çeviriyorsunuz!”, diyor (Sad: 67-70)?...
İşte bu (“HU” gerçeği), (insana) nebeün azıym’dir!...
Burası, bilim de dahil, “insan”lığın, potansiyel kapsamından dolayı cevabını merak ettiği varlığın gerçeği, tümel varlık ve realite ile ilgili hakiki cevaptır ve çözümün şartıdır... “İnsan” da holografik gerçeklik dolayısıyla bu bütünlük ve hakikatı ihitiva eden ve dolayısıyla bu gerçeklikle varoluşsal zorunlu bağıyla varolan bir realiteye sahiptir... Bu azıym haberin muhatabı “insan”dır!... “İnsan”ın ibtidası ve nihayeti bu iki haberde “Gayb”tır!...
İkincisi: Aslında “insan”ı özel olarak ilgilendiren, bu nedenle de “enNebeül Azıym= o ma’lum azametli büyük haber” diye işaret edilen “insan”ın gerçeği ve kemalatıdır!...
Şayet bu (ölüm-kıyamet-fetih-baka) olmasa, potansiyelinde ne olduğunun ne önemi kalır ki?...
Nitekim Kurân’ın “nebe’”sinin (haberinin) önemi, gerçekliği ve geçerliliği için şöyle buyuruluyor:
Sad: 88-) “Onun (o haberin) ne olduğunu bir süre sonra (ölüm anında) elbette anlayacaksınız!”
En’am: 66-67: “Toplumun onu (Kurân'ın haberini) yalanladı; (oysa) “HÛ”; Hak’tır! De ki: “Ben sizin vekîliniz değilim (iman etmezseniz sonucuna katlanırsınız)!”... Her haberin kararlaştırılmış, gerçekleşeceği bir zamanı (tahakkuk süreci) vardır... Yakında (ölümle) bileceksiniz!”
Nebe Suresi’nin kalan ayetlerine gelince:
Cehennem’in gözetleyici ve güzergah oluşu (21)... Muttekîlerin (bu güzergah ve gözetleyiciden) kurtuluşu ve diğer nimetler (31-36)... Kadr Gecesi (Kadir Suresi: 4) ve mi’râc ayetinde (Mearic: 4) “Melaike ve RUH” sıralaması iken, bu KIYAMet veya mahşer cemi’ ayetinde “RUH ve melaike” sıralaması var? (38)...
Gerçek konuşanlar Rahman’ın izin verdikleridir (Rahman: 1-4, Meryem: 26) ve onlar da zaten tam isabet doğruyu söyler (38); hatta onların sözü şefaattır!..
Kafirlerin bile utanacağı o sürece (38-40), yüzü AK olanların hazır oluşu ve Dostluğu nasip olsun!...
Kur’ân-ı Kerîm’in nesnel varlığı açısından harf-kelime-âyet-sûre-kitab inşası ve anlamı vardır; ve bu yapı her devirde aynıdır... Bu Kitab’ın (mushaf’ın) “kaç sayfa” veya okuyana bir tertip ve kolaylık için “kaç bölüm” olması; ya da yazı tekniği, insanlara bağlı bir düzenlemedir ve bu zamana bağlı bir farklılık ve gelişme gösterir...
Aslında Kur’ân, cüzlere ayrılamaz!... “Allâh” ismiyle işaret edilen hakiki tekillikte tecezzi kabul etmez!...
Nitekim Kur’ân şöyle der:
Hicr: 90-) Muktesimiyn’e (Tevrat ve İncil’i, beşeri bir bilgiymiş gibi kısım kısım edenlere) inzal ettiğimiz gibi (sana da tecezzi yapılamaz bir tekillik olan hakikat ilmini inzal ettik).
91-) Onlar ki, Kurân’ı (Hz. Muhammed a.s.a İNZAL edilen, Hakikat ve Sünnetullâh için en şanlı bilgiyi), cüzler kıldılar (cüz cüz ettiler).
Bu nedenle Hz. Rasûlullâh a.s. döneminde, inzal olduğu kadarıyla, Kur’ân-ı Hakiym’in bölümleri “Besmele” ile ayrılan “Sûre”lerdi!... Sonradan olan cüz ayrımı yoktu... “Ayet”lerden oluşan ve “Besmele” ile ayrılan 114 “Sûre” vardır Kurân’da...
Oysa cüz ayrımı “Besmele”sizdir ve en-Nebi s.a.v.in vefatından sonra olandır!...
Kur’ân sûreleri’nin bile iki çeşit tertibi vardır...
1. Nüzûl sırasına göre olan mushaf... Hz. Âli r.a.ın mushaf’ı böyleydi...
2. Bugünkü kitabî tertip... Literatürde “son arz” denilen Hz. Rasûlullâh a.s.ın son Ramazan Ayı’nda Cibriyl’e mukabele etmesinin bu sıraya göre olduğu rivayeti üzerine...
Yani Hz. Rasûlullâh a.s. hayatta iken iki kapak arasına getirilmiş bir kitap halinde mushaf yoktu... Bu ilk defa Hz. Ebubekr esSıddık r.a. hilafetinde yapılmış ve en son halini de Hz. Osman zinnureyn r.a. zamanındaki çalışma ve çoğaltma ile almıştır...
Kurân’ın hem ders ve hıfz edilmesi, hem de düzenli olarak okunması için ilk başlarda yedi bölüm olarak uygulamasını yapmışlar; haftada bir hatim indirilmesi için bir düşünce ile... Daha sonra otuz bölüme ayrılarak, özellikle Kur’ân ayı olan Ramazan aylarında “salatul kıyam= kıyam salâtı” denilen “teravih” namazlarında, hergün Kur’ân-ı Kerîm’den bir cüz miktarı okunarak hatim edilsin; veya dileyen diğer aylarda da hergün okuyarak, hiç olmazsa ayda bir, baştan sona Kurân'ı okumuş olsun diye bir maslahat gözetilmiş... Hatta daha sonra bu “cüz”ler de “hizb” (cüz’ün yarısı) ve “rub”(cüz’ün dörtte biri)ne ayrılmış, gene belli kolaylıklar için...
Kurân’ın baştan sona okunacağı müddet için bir alt sınır belirtilmiştir: “Kurân’ı üç’ten az (üç günden az müddette baştan sona) okuyan kimse fakih (din’de derin anlayışlı) olmamıştır (ne okuduğunu anlamamıştır)”, hadis-i şerifi ile... Hz. Rasûlullâh a.s.ın bilinen sünneti, özellikle gece salâtında çok uzun sûreleri peşpeşe kıraat ettiği ve her Ramazan Ayı’nın son on günü içinde (son senesi 20 gün) i’tikaflı iken, Cibril ile inzâl olan Kurân’ı baştan sona mükabele etmesidir!...