Sayfayı Yazdır

Büyük Kulüp - Cercle d'Orient Röportajı

Tartışılan İslâm düşünürü Ahmed Hulûsi, Büyük Kulüp Dergisi'ne konuştu: 

"Bugün anlatılan DİN, günümüze hitap etmiyor!"    

İstanbul'da bir camide bazı kadınların başı açık Cuma namazı kılmasıyla gündeme gelen ve bilgi yetersizliği nedeniyle "Protestan Müslüman" olarak tanımlanan Ahmed Hulûsi, geçtiğimiz aylarda yazılı ve görsel medyanın gündemindeydi. Haftalık haber dergileri Yeni Aktüel ve Tempo'da da açıklamaları yayınlanan, kendisini "Çağdaş İslâm düşünürü" olarak tanımlayan Ahmed Hulûsi, 30 kitabı ve internet sitesinde yayımlanan yazılarıyla İslâm ve din ile ilgili farklı bakış açıları getiriyor. Uzun süredir Amerika'da yaşayan Ahmed Hulûsi, Cercle d'Orient'ın hakkındaki iddialar ve İslâm'a ilişkin "orijinal" olarak tanımladığı düşüncelere yönelik sorularını yanıtladı.

Ben birkaç yüzbin insanla uğraşabilecek yapıda yaratılmadım! Sorgularım, araştırırım, incelerim, uygularım ve bütün bunların sonuçlarına göre de düşünlerimi yazarak insanlarla paylaşırım; böylece de işlevim biter. Benim ne bir cemiyetim vardır ne de bir vakfım! Tüm düşünsel ürünlerim insanlığa sebildir! Hiçbir teşkilat veya organizasyonla, cemaat veya cemiyetle bağlantım yoktur!

Dahası, araştırdığım ve açıklamaya çalıştığım "Orijin İslâm", bugünün müslümanlığının çok ötesinde; bir cemiyet veya teşkilat penceresinden seyredilemeyecek kadar kapsamlı ve muhteşemdir; onu ancak Allâh Rasûlü'nün penceresinden seyredebilenler, keşfedebilirler.

Yaygın Müslümanlık anlayışını eleştirerek "Orijin İslâm" olarak adlandırdığınız bir yaklaşım getiriyorsunuz. Gençler, entellektüel çevreler ve medyanın tanımlamasıyla 'orta sınıf sosyete'den kişilerin sizi takip ettiği yazıldı. Öncelikle ne yapmak istediğinizi özetleyebilir misiniz?

Konu, detaylarına girdiğimde 30 kitabımda yer olan bir konu. Ancak bir dergi ölçülerinde şöyle özetlemeye çalışayım.

Bugün benim dışımdaki tüm "Din" anlatanlar ve ilâhiyatçılar, geldikleri çevre ve eğitim kurumlarında edindikleri sınırlı ve tek tip kurumsal bilgi ışığında aynı şeyi tekrarlıyorlar! Asırlar önceki insana yapılan anlatım hiç değişmedi. Sanki hâlâ bin sene öncesinde yaşıyor insanlar!!! Bu da insanlarda büyük bir bıkkınlık oluşturdu. Kimse Din konusunu dinlemek bile istemiyor!

Anlattıkları ise özetle şöyle: "Yukarıda sizi yaratan bir tanrı var. Yeryüzünde peygamber seçti. Yukarıdan gelen melekle kitap indirdi! O'nunla size buyruklar yolladı. Kim O tanrının buyruklarına uyarsa onu cennetine sokacak; kim de O'nun emirlerine uymazsa cehennemine atacak! Namaz kılıp oruç tutup dediklerini yaparsan cennete gidersin; aksi halde seni cehennemine atar! Peygamber gibi sakal bırakıp giyinmez; oturup kalkmazsan sünnete uymamış olursun, cehennemliksin!.. İftarını 5 dakika evvel açarsan cezalısın yerine bir gün oruç tutacaksın! Sanki o devirde saat varmış gibi!!!" Ve daha böylesine bir yığın anlatım!.

Tam sırası gelmişken müsaadenizle önce bir kısa hikâye nakledeyim.

Hoca kürsüde İbrahim aleyhisselamın hikâyesini anlatıyormuş... Arkalarda bir yaşlı kulağı ağır işiten haminne de onu dinliyormuş...

Hoca anlatmış olayı, tam çıkarken yaşlı haminne yanına yaklaşmış ve sormuş:

- Hocam tam anlayamadım biraz uzak kaldığımdan... Hani kadının biri kızını asacakmış da yerden keçi fırlamış!!!... Kadın da kızı yerine o keçiyi asmış demiştin! Yanlış anladığım yeri bana bir anlatıversen?!

Hoca donmuş kalmış!.. Ne desin şimdi?

- Ana, neresini düzelteyim senin bu anladığının!.. Tümüyle ters anlamışsın sen dediklerimi! Kadının biri değil, İbrahim Nebi; kızını değil oğlu İsmail aleyhisselamı; asmayacaktı, kurban edecekti; yerden fırlamadı, gökten indi; keçi değil, koçtu!

Evet hangi birini düzeltelim günümüz Müslümanlarından bir kısmının yanlış anladıklarını!

1. Hazreti Muhammed aleyhisselâm öncelikle "tanrı ve tanrılık kavramı"nı reddediyor; gökte, ötede yukarda bir yerde bir tanrı olmadığını vurguluyor ve bambaşka bir şeyden söz ediyor ismi "ALLÂH" olan olarak! Bu açıklamaya çalıştığı, algıladığımız veya algılayamadığımız her şeyin özü ve kaynağı olan bir benlik ve kudret; ki var olan her şey onunla hayat bulmuş! Her birimin ona ulaşması ancak ve ancak O'nu kendi özünde hissetmesi şekliyle mümkün olur. Kendi dışında ötesinde, ötede arayarak değil!

2. Hazreti Muhammed aleyhisselâm yukarıdaki bir tanrının yeryüzünde seçtiği bir postacı, Messenger anlamında "peygamber" olmayıp; özündeki bir boyutta, bulduğu hissettiği yaşadığı "Allâh"ın, ilminin dillendiricisi anlamında "RASÛLULLÂH"tır!

3. Gökten bir kitap inmemiştir! Yazılı bir metin inmemiştir! Kurân'daki "KİTAP" kelimesinin Türkçedeki anlam karşılığı "BİLGİ" demektir! Çevirilerde, her "kitap" kelimesi geçen yeri "bilgi" olarak okursanız olayı daha net fark edersiniz. "Semâ" kelimesi bilinç boyutlarına işaret eden bir kelimedir. "Nâzil olmak", "bilinçte açığa çıkmak", fark edilmek anlamındadır. Yani sözkonusu olan, gökten belli bir mekândan inen "ciltli bir kitap" değil; kişideki sezgisel yolla, bilincinin derinliklerinden inen bilgi söz konusudur! Hazreti İsa dahi insanları semaya göklerin krallığına davet ederken, gerçekte bilincin derinliği olan ve gök kelimesiyle sembolleşen boyuta işaret ediyordu. Bu kavramları, "mekân"a bağlı olaylar şeklinde algılatabilecek çeviriler kesin yanlıştır! Bu yanlış anlatımın sonu, "gökte tanrı ve onun yanından yeryüzüne gönderilmiş ciltli kitap" kabulüne kadar uzanır. Kur'ân, Allâh ilminin Rasûlullâh'ta özünden gelen bir ilimle açığa çıkışı sonucu "IKRA=OKU"nuşudur!.! Bunun da okuma-yazma bilip bilmemekle alâkası yoktur!.

4. Melek, "kuvve" anlamındadır ve tüm varlığın algılanamayan boyutunu oluşturur. Yani, dışardan karşımıza gelen bir varlık değil; özümüzden bilincimize ulaşan şekilde açığa çıkan bir kuvvedir.

5. Allâh Rasûlü, Kurân'da "Sünnetullâh" ismiyle anlatılan evrensel Allâh sistem ve düzenini "OKU"muş ve buna dayalı olarak insanlığa gerekli uyarıların yapılmasına vesile olmuştur. Ki bu anlatılan sistem ve düzen "DİN" kelimesiyle ifade edilmiştir.

6. Bu "DİN" anlayışına göre, yukarıda eli sopalı cezalandırıcı bir tanrı yoktur! Allâh, sistem ve düzenini (sünnetullah), bir mekanizma şeklinde meydana getirmiş olup; herkes, kendisinden açığa çıkanın (elleriyle yaptıklarının) otomatik sonuçlarını yaşamaktadır! Yani Allâh, "seri-ül hisab" olarak herkesin yaptığının sonuçlarını, anında o birim için oluşturmaktadır. Bu alınacak sonucun açığa çıkması uzun zaman da alabilir. Kurân'daki "Ceza" kelimesinin Türkçe anlamı "karşılık"tır.

7. Gene bu sistem ve düzene göre... İnsan ruhu-bilinci asla ölmez! Ölüm yalnızca bilinç bedenin biyolojik bedenle ilişkisinin kesilmesinin adıdır. Her insan bu yüzdendir ki "ÖLÜMÜ TADAR" Kurân'a göre; ÖLMEZ! Biyolojik bedeni terkettikten sonra, mevcut aklı ve şuuru ile yaşar bir halde mezara konur. Bedenle tüm bağlantısı koptuktan sonra da, Dünyanın manyetik çekim alanı içinde (berzah-kabir âlemi) denen boyutta yaşamına devam eder. "Cehennem" ismiyle işaret edilen güneş, büyüyerek dünyayı yok ettikten sonra, tüm insan ruhları güneş platformunda yaşamaya devam ederler. Daha sonra bir kısmı bu ortamdan başka bir boyuta geçerler ki buna da "cennet" denmiştir. Rasûlullâh'a göre kimlerin cehennemde sonsuz kalacakları ve kimlerin cennet boyutuna geçecekleri ana rahmindeyken belli olur. Bu kişinin çalışmalarına bağlı değildir. Öngörülen çalışmalar kişinin içinde bulunduğu boyutta azami rahat etmesi ve o boyutun sıkıntılarından kurtulması veya daha büyük güzellikler yaşaması amaçlıdır!.

8. Dua veya zikir, sanıldığı üzere, dışarıdaki tanrıdan bir şey istemek için değildir! Dua ve zikir, tümüyle, kişinin beynini oluşturan "Allâh" adıyla işaret edilenin özelliklerinin harekete geçirilerek, insanın istediğine kavuşma mekanizmasını çalıştıran düzendir. Zikir, kişinin beynindeki belli ilahi kuvveleri açığa çıkarma amaçlıdır. Kişi bunu gerçekleştirdiği ölçüde "Allâh" a yakınlaşmış olur. Dua ise yönlendirilen beyin dalgalarıdır ki, kişinin, istediklerini, kendindeki ilâhi kuvve ile gerçekleştirme amacına yöneliktir. Konunun detayları "DUA ve ZİKİR" isimli kitabımda mevcuttur. Zikrin tesirinin görülmesinin inançla alakası yoktur. Beyinsel bir mekanizmanın çalışmasıdır bu olay. İnanmayan, dener ve görür sonuçlarını!.

Bütün bu anlattıklarımın delilleri olan âyet ve Rasûlullâh açıklamaları "İnsan ve Sırları" ile "Dinin Temel Gerçekleri" isimli kitaplarımda vardır. İsteyen online olarak bu kitapları www.ahmedHulûsi.org adresinden ücretsiz okuyabilir. İsteyen de kitapları bedeli karşılığı KİTSAN yayınevi'nden veya kitapçılardan temin edebilir.

Sizi, yalnızca sorgulayan, düşünen beyinler mi okuyor?

Şöyle açıklamaya çalışayım... Gökteki ayı kaç insan görüyor ve anlatıyor yeryüzünden, diye sorsam size, milyarlarca insan dersiniz! Oysa doğru cevap tek insandır. Çünkü tek tip aynı özellikte göz vardır. Santimetrenin 0,0004 ile 0,0007'si arasını gören tek bir göz tipi insanlarda mevcuttur. Dolayısıyla insanların biri ile milyarı fark etmez.

Aynı şekilde, kurslarda imam hatiplerde ve ilâhiyat okullarında tek tip sınırlı bilgi ile şartlandırılan ya da programlanan insanlardan farklı görüş bekleyemezsiniz! Hatta bu kadar insan bile diyemezsiniz! Gerçekte bir insanın "DİN" konusunda geniş düşünebilmesi ve değerlendirebilmesi için üç konuyu çok iyi incelemiş olması gerekir. Kur'ân, Rasûlullâh açıklamaları ve tasavvufi düşünce boyutu!

Yalnızca Kur'ân, diyemezsiniz; çünkü O'nu açıklayanın düşünce, anlayış ve bakış açısı çok önemlidir! Burada mecburen Kurân'ı anlamak için Rasûlullâh anlayış ve değerlendirmesini ciddi bir şekilde incelemek zorunluluğu ortaya çıkar. Peki, yalnızca Kur'ân ve Allâh Rasûlü yeterli midir? Bildirilenleri uygulayarak, geleceğinin iyi olmasını isteyen için yeterlidir! Ancak, düşünen ve neyin, neden niçin nasıl oluştuğunu farkederek yaşamak isteyen için hayır! Zira, Hazreti Âli'den Hacı Bektaş Velî'ye, Hz. Ebû Bekir'den Abdülkâdir Geylanî veya Gazali veya Muhyiddin'e kadar sayısız düşünür, "DİN"in ihtiva ettiği pek çok sırra işaret etmiştir. Bu sırları bilerek yaşamak isteyenler, mecburen onların keşfettiği sırları, bakış açılarını da öğrenmek, değerlendirmeye almak zorundadırlar; ki bu da ilk ikiye üçüncüsünü eklemek şartını getirir düşünen beyinlere! Zira İslâm, sevgi ve hoşgörüyü içinde barındıran "DİN" anlayışıdır! İnsan kalbini Allâh'ın evi kabul eden; insana saygısızlığı Allâh'a yapılmış saygısızlık olarak değerlendiren bir anlayıştır! Bu da İslâm'ı tasavvufi düşünce ile değerlendirebilenlerde açığa çıkan bir haslettir!.

Din konusunda bilinenlerin yeterince sorgulandığına inanıyor musunuz?

"Din" herkese hitap etmez mi? Yalnızca düşünen beyinlerin mi söz konusudur sizce? Sizi yalnızca sorgulayan düşünen beyinler mi okuyor?

"Din", Rasûlullâh tarafından açıklanmış, evrensel Allâh sistem ve düzenidir. Bu sistem ezelden ebede asla değişmez! Kur'ân bunu "Sünnetullâh" ismiyle tanımlamıştır! Herkesin, bu sistem ve düzenin ne olduğunu bilmesi kendi yararınadır! Nasıl bir sistem ve düzen içinde yaşadığını, yarın nelerle karşılaşacağını ve buna göre ne tedbirler almak gerektiğini her insan düşünür bence. Zira akıllı bir insan, üç ay sonra Japonya'ya gideceği zaman nasıl oranın şartlarını araştırıyorsa önceden; aynı şekilde, ölümle yok olmayacağını idrak etmiş her insanın da, ölüm ötesi şartları araştırması son derece makul bir davranış olur. Sorun bu kişilerin, sorgulayan bir beyne sahip olup olmamalarıdır! Sağlığı konusunda en iyi profesörü araştıran insanın, sonsuz geleceği konusunda sıradan bir ilâhiyat bilgisi ile yetinmesi hayret verici bir olay değil midir?

Din konusunda anlattıkları kendi içinde sayısız çelişkiler barındıran kişilerin din anlayışının, tümüyle yeniden sorgulanması gerekmez mi? Kâh özündeki tanrıdan söz edip, kâh da işi yukarıdaki tanrıya havale eden anlayış, ORİJİN İSLÂM ile nasıl bağdaşır ki! Onlardaki bütün bu çelişkileri fark edenler, otomatikman bizim kitaplara yöneliyor ve sorularının cevaplarını da onlarda buluyorlar. Çünkü bizim anlatımımız tam bir mantıksal bütünlük içinde ve bir sistem olarak sunulmaktadır düşünen beyinlere. Bu da bizim kitapların düşünen beyinler tarafından okunmasının başlıca sebebidir, bence!

Medyada İslâm düşünürü olmanın ötesinde bir şeyh ya da imam gibi de yeraldınız. Tarikatınız olduğundan söz ediliyor. Gerçekten bir tarikat veya cemaatinizin olduğu söylenebilir mi?

Bugün Türkiye'de benim yazdıklarımı yazan bir kişi yoktur!

Bunları yazan kişi öyle tarikat kurup cemaat yönetmek işleriyle uğraşmaz!

Ben topluma İslâm'ın ORİJİNALİNİ anlama konusunda yepyeni bir pencere açıyorum! Her düşünen insana "ORİJİN İSLÂM"ı fark ettirmeye çalışıyorum! Bu konuda gelen soruların cevaplarını internette yazılarımla cevaplamaya çalışıyorum... Daha da ötesi, Kurân'ın bilinen lafzının ötesinde, KURÂN'IN RUHUNA dikkat çekmeye çalışarak; O'nun asırlar sonrasına dahi nasıl hitap edeceğine işaret etmeye çalışıyorum. Bu konuda "Kurân'ın RUHU" başlıklı yazılarım okunabilir.

Ben bir kaç yüzbin insanla uğraşabilecek yapıda yaratılmadım!

Dahası, araştırdığım ve açıklamaya çalıştığım orijinal İslâm, bugünün Müslümanlığının çok çok ötesinde; bir cemiyet veya teşkilat penceresinden seyredilemeyecek kadar kapsamlı ve muhteşemdir! Onu ancak Allâh Rasûlü'nün penceresinden seyredebilenler, tanıyabilirler.

Ben bilmek istediğim konuları sorgularım, araştırırım, incelerim, uygularım ve bütün bunların sonuçlarına göre de düşüncelerimi yazarak insanlarla paylaşırım; böylece de işlevim biter. Benim ne bir cemiyetim vardır ne de bir vakfım! Tüm düşünsel ürünlerim insanlığa sebildir! 40 yıldır tek bir paylaşımım için kimseden tek kuruş telif almadım! Hiç bir teşkilat veya organizasyonla, cemaat veya cemiyetle bağlantım yok! Araştırıyorlar; dilediklerince araştırsınlar!

Atasay Kuyumculuk'un sahibi Cihan Kamer'in ablası Cemile Hanımın eşiniz olması, sizin de bu ailevi bağlar dolayısıyla bugünkü iktidara yakın olduğunuz yönünde iddialar da yer aldı medyada?

ORİJİN İSLÂM'ın dünyevî çıkarlar için kullanılmaması yolundaki anlattıklarım, bir kısım çevrelerin din yoluyla sağladıkları çıkarlar ile çatışıyor. Bundan dolayı da siyasilerle ahbaplıkları olan yakınlarımı kullanıyorlar.

Açıkladığım dini gerçeklerden çıkarları zedelenenler medyayı kullanarak konuyu magazinsel alanlara sürüklemek istiyorlar. Dinsel konuda cevap vermekten aciz olanlar konuyu ailesel alanlara saptırarak hedef şaşırtmak istiyorlar.

Oysa benim bugüne kadar, fiilen siyâset içinde olan hiç bir kimseyle görüşmem olmamıştır! Eşimin ailesinin siyasilerle ahbaplıkları olabilir ama biz ABD'de yaşıyoruz ve hiçbir siyasi kişi ile de hiçbir zaman ilişkimiz olmamıştır!

Allâh'a şükür kimsenin hiç bir şeyine muhtaç değiliz! İnsanlardan maddî veya manevî hiç bir beklentim yok! 62 yaşından sonra dünyadan ne beklentim olabilir ki!

Siyasetle ilgili düşünceme gelince...

Ben diyorum ki, Din ile Siyaseti karıştırmayalım. Din, insanı ve onun geleceğini esas alır. Allâh Rasûlü gelmiş, Allâh sistemini ve buna göre neler yapılması gerektiğini anlatmıştır. Bundan sonra bütün insanlar bire bir direk Rasûlullâh ile muhataptır. Allâh Rasûlü gerekenleri bildirmiştir. Bundan sonra kıyamete kadar gelecek her insan diler bu uyarıları dikkate alır sonuçlarını yaşar, diler yaşamaz sonuçlarına katlanır! Kimsenin bu konuda kimseye baskı yapma hakkı yoktur! Uygulamalarının sonucunu Allâh herkese yaşatacaktır! Allâh Rasûlü'nde bile, insanlara bildirdiklerini zorla uygulatma yetkisi yokken, başkalarında böyle bir yetki hiç bir zaman olamaz! Dolayısıyla, devletlerin, insanlara dini kuralları zorla uygulatma gibi bir yetkisi yoktur! Ayrıca, insanların, Rasûlullâh'tan sonraki süreçte verilmiş hiç bir fetvaya uyma zorunluluğu yoktur! İnsanların başkalarına dinî kuralları zorla uygulatma yetkisi yoktur! Kimsenin, kimseyi dini inançlarından veya uygulamalarından dolayı yargılama yetkisi yoktur. Kimse Allâh ve Din adına konuşma yetkisine sahip değildir! Herkes birbirinin ilminden yararlanır; ama sonuçta kendi aklıyla ve ilmiyle yaşamına yön vermek zorundadır! Çünkü sistemde mazerete yer yoktur! İnternette yayınlanan son yazım "ŞERİAT DEVLETİ" 5-6 günde 16 bin küsur kişi tarafından okunmuştur. Bu konudaki bakışımı öğrenmek isteyen web sitemden okuyabilir düşüncelerimi.

Diyanet İşlerinin kitaplarınızı basan Kitsan firmasına fuarlarda yer vermediği ve kitaplarınızın kitapevlerinde satışını yasakladığı yazıldı. Siz de bir söyleşinizde elinizde Diyanet İşleri'nin bilgi yetersizliğini ispatlayan mektup olduğunu söylediniz. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın böyle bir mektubu mu var elinizde? Açıklar mısınız?

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı'nın Kurul Mütalaası" olarak verilen bir rapor elimdedir! Bu rapordaki, en ciddiye aldığım eleştiri ise, kitabımda yazdığım bir değerlendirmeme esas ve delil olarak gösterdiğim Rasûlullâh hadisinin mevcut olmadığı yolundaki uyarıdır!!! Bu da gösterir ki, Din İşleri Yüksek kurulu'nun yeterli hadis bilgisi yoktur! Zira reddettikleri konu, Diyanetin bastırdığı Buhari başta olmak üzere, Kütübü Sitte'de pek çok hadis kitabında mevcuttur! Ama ne yazık ki, Din İşleri Yüksek Kurulu'nun bundan haberi yoktur!!!

Zamanı geldiğinde bu raporu medyaya açıklayacağım... Benim yazdıklarım kırk küsur yıllık araştırma sonucudur. Daha, Diyanet'in yayınladığı Merhum Hamdi Yazır'ın tefsirinde yazılanları, Buharî veya Müslim'de yazılanları bilmeyen din adamlarının kitaplarımı eleştirmeye kalkışmaları, işin erbabınca tebessümle karşılanmaktadır!.

"Din" dinadamlarının değil; YAŞAYAN her ferdin bizzat KENDİ konusudur! Zira kişinin geleceği bu konuyla çok yakın alâkalıdır! Din, din adamlarının tekelinden çıkarılmalıdır! Din konusu, aydınlar tarafından ciddi bir şekilde ele alınıp; "ORİJİN İSLÂM DÜŞÜNCESİ" ortaya konulmalıdır artık!.

Peki bu anlattıklarınız içindeki, "Orijin İslâm'ı anlayalım" bakış açısı, bizi 1400 küsûr yıl öncenin yaşam biçimine döndürmek anlamına gelmiyor mu?

Kesinlikle hayır! Biz temelde, Hazreti Muhammed aleyhisselâmın bakış açısını edinmemiş ve anlamamışız bir kere... Ve de "KURÂN'IN RUHUNU" dahi fark edemeyip, olayın lâfzında ve şeklinde kalmışız! Kurân'ın Arapça olarak dillendirilmiş, "ALLÂH'ÇA" bir mesaj olduğunu fark edemediğimiz içindir ki, bugünkü şekilci ve zorlayıcı, baskıcı din anlayışı içinde boğulmaktayız!.

Allâh sisteminde asla geriye dönüş yoktur. Her konuda her şey sürekli ileriye akıp gitmektedir. Esas prensip, yaşadığınız devrin şartları içinde Allâh sistem ve düzenini anlayıp, ona göre yaşamınıza yön vermektir.

"Allâh Rasûlü SÜNNETİ" diye, bize, sakalı-giyimi oturup kalkmayı şartlandırmışlar! Biz de "sünnet" dendiğinde hemen bunları aklımıza getiriyoruz! Günümüz Araplarının örf âdetlerini, yaşam biçimini, kıyafetini "sünnet" diye bize yutturmaya çalışıyorlar bazıları!.. Bu çok komik! Olayı hiç sorgulamıyor ve düşünmüyoruz toplum olarak!

Oysa gerçek sünnet, bu kabullenilenin tam tersidir!

Şöyle ki... Yetim Muhammed, yetişme sürecinde, o gün yaşamakta olan putperest kabilesi ne giyiyorsa onların giydiğini giydi, putperest Ebu Cehil veya Ebu Leheb gibi giyinip, sakal bıraktı ve sarık sardı! Allâh Rasûlü olduktan sonra da onların bu örf ve âdetine uymakta beis görmedi ve giyiminde değişiklik yapmadı. Çünkü bunların hiç önemi yoktu! Sünnet bunlar değildir! Belki sünnet, O'nun bakış açısını ve düşünce şeklini edinmektir! Çünkü önemli olan konu bunlar değildi ve O, gardrop müslümanlığı yaşatmak için Allâh Rasûlü olmamıştı! O, insanların kafalarında yarattıkları tanrı anlayışını yıkıp; evren içre evrenleri yaratan Yüce ZÂT'ı insanlara fark ettirmek; O'nun sistem ve düzenini açıklayarak, insanların yaşamlarını buna göre düzenlemeri konusunda uyarmak için misyon yüklenmişti!

O ZÂT bugün dünyada olsaydı, en modern ve teknolojik yaşam biçimini yaşar; kimsenin kılık kıyafetiyle uğraşmazdı! O Zât, bugün de aynı şekilde, insanlara ölüm ötesi yaşam gerçeklerine göre hazırlanmalarını; ismi "ALLÂH" olanı özlerinde keşfederek; beyinlerindeki ilâhi kuvveleri harekete geçirmenin yollarını değerlendirmelerini tavsiye ederdi!.

Peki sizin anlattığınız Orijin İslâm anlayışı, anlattıklarınızdan hayli farklı inanca sahip bir topluma nasıl yansıtılır sizce? Toplumdaki şekilci, göktanrılı ve zorlayıcı hatta savaşçı bir anlayıştan, anlattığınız sevgi ve hoşgörü dolu anlayışına nasıl geçilir? Sizin bir önder olarak ortaya çıkmanız gerekmiyor mu bu durumda?

Öncelikle şunu vurgulayayım... Bu anlattığım gerçekler benim özel ve dünyada ilk defa açıklanan görüşüm değil, İslâm tarihindeki bütün önde gelen tasavvuf ehlinin görüşüdür. Gazali'nin veya Muhyiddin Arabî'nin veya Molla Câmi'nin veya aklınıza gelen Hacı Bayram Veli veya Mevlana veya Yunus'a kadar tüm veli olarak kabul edilenlerin görüşüdür bu dillendirdiğim... Benim bunlardan farklı yanım, tasavvuf veya mecaz veya işaret yollu anlatılanları çağdaş bilimlerle bütünleştirerek bugünkü toplumların düşünen beyinlerinin anlayacağı şekilde anlatıyor olmamdır. Zira, günümüzde, insanlara anlamadıkları lisanla hitap edenlerin hâli ortadadır!

Öte yandan, benim, bu görüşleri topluma kabul ettirmek gibi bir misyonum yoktur! Ben, yalnızca bir düşünür; kendi hâlinde bir Müslümanım ve haddimi iyi bilirim! Konum ve sınırlarım bellidir! Dolayısıyla da özel yaşamımdan söz etmem ve ettirmem. İnsanları ilgilendiren yalnızca onlarla paylaştığım düşüncelerimdir. Dileyen yararlanır, dilemeyen de böyle de düşünen varmış, der geçer! Düşünce ve tespitlerimi internetteki sitemde veya kitaplarımla paylaşıma açarım... İşim biter! Gerisi beni enterese etmez.

Toplumla bunu paylaşmanın yararlı olacağını düşünen biri çıkarsa, o da bu bilgileri çeşitli yayın organlarıyla toplumla paylaşır; ki o da herkesin kendi bileceği iştir! Nitekim pek çok insanın, telif hakkı olmadığı için, eserlerimi kitap veya DVD olarak bastırıp çevresiyle karşılıksız paylaştığını duyuyorum. Dileyen herkes orijinal metne sadık kalmak şartıyla, bunları bastırıp parayla veya karşılıksız dağıtabilir. Benim kimseden hiç bir maddî veya manevî beklentim yoktur! Yalnızca, insanlık görevimi yapmış olarak, düşünsel verilerimi karşılıksız paylaşmanın huzuru bana yeter.

Anlattığım konuların detayları ve delilleri kitaplarımda ve www.ahmedhulusi.org isimli internet sitemde incelemeye açıktır.

Bu söyleşi için size teşekkür ederim.

Mart 2006