Öz'ün Seyri
“Hel eta alel’İnsani hıynün mined Dehr…”
“Dehr” üzerinden öyle bir yaşam vardır ki, insan anılmazdı... Anılır bir şey değildi...
“Allâh vardı, onunla bereber hiçbir şey yoktu... El an öyledir...”
Allâh Âdem’i kendi sûreti üzere meydana getirdi. Veya, Rahmân’ın sûreti üzere meydana getirdi...”
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi istedim!..”
“Rabbimiz, bu yerleri gökleri yaratmazdan önce neredeydi?.. Altında ve üstünde hava olmayan âmâ’daydı!”
Bize ulaşan bu işaretleri, şifreleri, ister âyet olsun, ister Rasûlullâh (aleyhisselâm) açıklaması olsun, anlamak için önce bu günün ilmi düzeyinde, erişebildiğimiz bir gerçeği göz önüne almak lazım...
Eğer bu gerçeği göz önüne almazsak, bu çok önemli noktayı gözden kaçırırsak, kendimizi ebediyen belli perdelerden ve konunun mecazî anlatımının oluşturduğu hayal dünyasından kurtarmamıza kesinlikle imkân yoktur...
00:50 “Ben gizli bir hazine idim; bilinmekliğimi istedim, âlemi meydana getirdim. Bilmekliğimi istedim, Âdem’i meydana getirdim.” Bütün bunlar, neyin işaretleri ve şifreleri?..
08:00 “İnsan” derken bu kelimeyle genelde işaret edilen yapı olan insan beyni, varlıktaki canlı ve cansız, sayısız isimlerle andığımız nesnelerle özdeş bir gelişime sahiptir. Yani beyin, hücrelerden; hücreler, moleküllerden; moleküller, atomlardan ve nihayet atomlar da orijin yapı olan enerjiden meydana gelmiştir. Enerji derken, okuduğumuz veya bildiğimiz statik veya kinetik enerji bâbında değil; varlığın, her şeyin orijinini teşkil eden enerjiden söz ediyoruz.
12:40 Gerçekte, evrende sayısız boyutta sonsuz mânâlar ve dolayısıyla varlıklar mevcutsa da; bunların her biri, kendi boyutundaki kendini değerlendirebilecek varlık türleriyle fark edilmektedir...
Yani, madde boyutunun varlığını algılayacak beş duyu meydana getirildikten sonra madde boyutu değerlendirilir! Veya, ışınsal boyutu değerlendirebilecek, ışınsal değerlendiriciler oluştuktan sonra, o dalgalar değerlendirilir. O dalga boylarına uygun yapıdaki varlıkların varlığı ile onlardaki mânâlar ortaya çıkar...
16:30 Göz boyutundan çıkıp, gözün algılama kapasitesini aşıp da, bilimsel ve düşünsel olarak yaklaşabilirsek... Varlık âleminin; algılayamadığımız alt boyutlarında, santimetrenin milyarda biri kadarlık dalga boylarından, kilometrelerce uzunluğundaki dalga boylarına kadar, sayısız fakat her biri, bir mânâ ifade eden dalga boylarından oluşan bir yapı olduğunu fark ederiz. Bu yaratılmışlar boyutudur.
21:10 Sadece galaksi boyutunda, yüz milyarlarla ifade edilen güneşler, bunların uyduları ve bunların her birinde var olan sayısız mânâlar söz konusudur. Bütün bunlar sadece bu galaksidendir!.. Bir de bu galaksi gibi milyarlarla galaksi söz konusudur. Ayrıca insanın bedeninde var olan milyarlarla atomun her birinin kendine has mânâsı ve yapısı söz konusu olduğu gibi, galaksi boyutunda da, evren boyutunda da sayısız ve sınırsız varlıklarda var olan, sayısız ve sınırsız mânâlar söz konusudur.
İşte bu ilimle görebilirsek “An” kelimesinin ifade ettiği anlam içinde, “Dehr” kavramı içinde, öyle bir anlam mevcuttur ki, bu boyutta insan, “anılası bir varlık” bile değildir!
32:51 Seven, sevdiğine varlığını teslim edip, O’nda yok olduğunda ikilik kalkar! Senlik-benlik kalkar, “Bir”lik başlar; ve “Bir”lik “vitriyete”, “TEK”liğe “Vâhidiyet”e dönüşür! “TEK”lik, “AHADİYET” içinde erir, gider. Bireysel anlayış, bilinç, hükmünü yitirir!..
40:30 “Ey insanoğlu! Seni ben kendim için var etmişken, sen nelerle meşgûl oluyorsun, nelerle vaktini geçiriyorsun?..” Bu hitap kime?.. Elbette bu hitap, hitaba muhatap olacak bir kabiliyet ve istidatla yaratılmış olana, o mânâ kendinde mevcut olana... Zira:
“…İşte bunlar en’am (evcil hayvanlar) gibidirler; belki daha da şaşkın!” (7.A’raf: 179)
Mânâsını ihtiva edenlere değil elbette bu sesleniş!..
47:40 Bizler de her ne mânâ için var olmuşsak, eninde sonunda, o mânânın gerektirdiği hâl ile hâllenecek, o mânânın oluşacağı ortama dönecek ve böylece Allâh’a karşı fıtrî kulluğumuzu yerine getirmiş olacağız.
“Bu varlıkta var olan her şey, Allâh’a kulluk etmektedir…” hükmü, bu fıtrî ibadeti, yani “ne mânâ için var olmuşsa, o mânâyı yerine getirir, o mânânın gereği olaylarla o sûrete bürünür, o mânânın gereğini yaşar” anlamınadır...
57:50 Bütün bu anlatılan mânâlar, şayet bir kişide oluşacak ise, önce o kişide, oluşacak bu mânâlara uygun bir “TAKDİR” söz konusudur.
Ayânı Sâbitesi (sâbit olan mânâsı), yani hangi mânâyı gerçekleştirmek üzere meydana getirilmiş olduğu hükmü birinci aşamadır... Sonra o hükme uygun olan istidadı; sonra da o istidada elverecek kabiliyeti ikinci aşamadır... Bundan sonra, o hükme göre kendindeki bu mânâların ortaya çıkmasına vesile olacak bir başka birime rastlaması; o birime varlığını teslim etmesi; nihayet onun varlığında bu teslimiyet sonucu olarak, varlığının “hiç”lenmesi; ve son olarak “hiç”lenişin neticesinde orada yaşanılan saydığımız mânâların açığa çıkışı...
01:06:45 “Allâh, insanı kendi sûreti üzere meydana getirmiştir.” Yani, kendindeki özellikler olan “Esmâ” sûreti üzere!.. Zaten kendi varlığının dışında bir varlık yok ki, onun sûreti üzere meydana getirsin. Bu asıl üzere var olan insanlarda, her birimi oluşturan isimler bileşiminin farklı formüllerde olması, aynı Zât ve sıfatlara sahip birimlerden, değişik mânâların meydana gelmesine yol açmıştır.
01:14:30 İnsan adı verilen varlıklar, hangi mânâların ortaya çıkarılması dilenilerek meydana getirilmiş ise, o mânâya uygun fiilleri meydana getirirler. O fiilleri meydana getirecek ortamlar içinde yetişirler, gelişirler ve o fiillerin içinden geçerek nihai hedeflerine ulaşırlar. Ayânı sâbite ile başlayan, fiziki ölümle de sâbitlenen; bundan sonra da artık sâbit kalan yapıya göre gelişecek olaylarla sonsuza dek yaşayacak olan bir varlık, insan!
01:22:14 Kevni mekanda tek bir Nûr'dan başka bir şey yok, bu nûr zuhurlarda görünür. Hak nûrdur ve zuhurlar âlemdir. Tevhid, işte budur.
01:28:13 Talibin işi mezhep sahibiyledir, mezheple değil.