Dünya'da En Önemli Çalışma: Zikir
Zikrin önemi konusunda âyetler ve hadîs-î şerîfler sıralamak gerekirse, bu başlı başına bir kitap olur. Biz burada bunu yapmayacağız, zira bu konuyu geniş bir şekilde “DUA ve ZİKİR” isimli kitabımızda anlattık.
Dua ve namaz, zikrin bir çeşididir, keza Kur’ân okumak ya da salâvat dahi.
Zikir, dinde yer alan en büyük ibadet olarak nitelendirilmiştir. Niçin?..
Astroloji ile ilgili bölümde, yaklaşık 15 milyar hücreden oluşan insan beyninin ancak çok cüz’i bir kısmının doğum sırasında aldığı ışınlarla faaliyete girdiğini; bundan sonra da yeni tesirlerle yeni açılımlara kavuşmasının imkânsız olduğunu dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.
Evet, beyin doğum anından sonra, dışarıdan gelen ışın etkileri ile yeni hücre gruplarını devreye sokamaz. Ancak beyindeki devreye girmemiş kapasite ilelebed âtıl durmak için var edilmiştir demek değildir bu!..
Beynin ilk anda açılmamış hücre gruplarının bazı çalışmalar ile devreye girmesi, kapasite genişlemesi, yeni kabiliyetlerin elde edilmesi mümkündür!..
Esasen din dediğimiz olayın temeli de beynin yeni bölümlerinin devreye girmesi ve bu bölümlerin çalışması suretiyle elde edilecek yeni güçler gerçeğine dayanır.
Zikir dediğimiz Allâh'a ait bir mânânın beyindeki tekrarı olayı nedir?..
“Allâh” ismini dilinizle söylediğinizi kabul edelim. Dilde söylenen bu kelime bilindiği gibi, öncelikle beyinde hazırlanacak, sonra da dile uzanan sinirle dil hareket ettirilerek düşünülen mânânın ses şeklinde dışarıya ulaşması sağlanacaktır.
“Allâh” kelimesinin beyinde hatırlanması demek; bu kelimenin mânâsını oluşturan hücre grupları arasında bir biyoelektiriğin akışı demektir.
Esasen beyindeki tüm fonksiyonlar, beyin hücreleri arasındaki bir biyoelektrik faaliyetinden başka bir şey değildir!.. Her mânâya göre beyinde değişik hücre grupları arasında bir biyoelektrik akış söz konusudur. Bu akış neticesinde devreye giren hücre grubuna göre ortaya sayısız mânâlar çıkmaktadır.
Beynin tüm fonksiyonları hep bu hücre gruplarının oluşturduğu sayısız kromozomlar neticesinde gelişmektedir. 15 milyar nöron ve her bir nöronun 16 bin nöronla bağlantısı!.. Ve bunların sayısız işlevi!..
Fetebarekallâhû ahsenül hâlıkiyn!..
Hormonların bu alandaki fonksiyonları ise bilebildiğimiz kadarıyla, hücrelerin kimyasal yapısını etkileyerek, biyoelektriğin akış hızını ve yönünü kanalize ederek değişik anlamlar taktığımız oluşumları meydana getirmesi!..
Her an sayısız takımyıldızlardan gelen değişik frekanslı ışınlar, değişen açılar dolayısıyla beyin üzerinde meydana gelen sürekli değişik kozmik etki ve bunun sonucu biyoelektrik akış, mevcut potansiyelin her an yeni gelenler istikametinde sürekli yeni mânâlar oluşturacak şekilde faaliyeti...
Esasen beyin için uyku diye bir olay söz konusu değil!.. Beyin, anlattığımız istikamette sürekli olarak çalışmada ve sürekli olarak tesir almada...
Ruhta oluştuğu iddia edilen tüm hâller, aslında ruhta değil beyinde oluşmada!..
“Ruh”; beynin tüm hâsılasını her an yüklemekte olduğu holografik yapılı “dalga beden”.
Evet, konudan uzaklaşmayıp, tekrar “zikrin” olayına gelelim...
“Zikir” yaptığınız zaman, yani “Allâh”a ait olarak bilinen bir mânâyı tekrar ettiğiniz zaman, beyinde, ilgili hücre grubunda bir biyoelektrik akım meydana geliyor ve bu, bir tür enerji şeklinde dalga bedene yükleniyor!..
Aynı zamanda siz bu mânâyı yani bu kelimeyi tekrara devam ederseniz; bu defa, bu kelimenin tekrarından oluşan biyoelektrik enerji daha güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor ve bir kapasite genişlemesi söz konusu oluyor.
Bu tekrara daha uzun bir süre devam ettiğimizde ise, devreye giren yeni hücre grupları dolayısıyla, beyninizde yeni mânâlar oluşmaya başlıyor. Tekrarladığınız kelimelerin işaret ettiği mânâ istikametinde yeni anlamlar beyninizde açığa çıkmaya başlıyor ve siz:
“Ben zikre başladıktan sonra kafam değişmeye başladı, huylarım değişmeye başladı. Birtakım şeyleri daha iyi anlamaya başladım” gibisinden şeyler söylemek durumunda kalıyorsunuz!..
Ayrıca bu tekrarlardan oluşan hem mânâ, hem de enerji, dalga bedeninize yüklendiği için, fizik beden ötesi yaşamınız daha farklı bir düzeye erişiyor!..
“Kim bu dünyada âmâ (hakikati göremeyen) ise o, gelecek sonsuz yaşamda da âmâdır (kördür)!..” (17.İsra’: 72)
Âyeti kerîmesinde işaret edilen gerçek, anladığımız kadarıyla bu noktayı bize fark ettirmeye çalışmaktadır.
Zira, beyin ne düzeyde açılır, ne düzeyde gerçekleri görmeye geçerse; o açılımı aynen bir tür holografik ışınsal bedene yani ruha yükleyeceği için ve ruh da beynini yitirdikten sonra asla yeni bir kayıt alamayacağı için; Dünya’da açılmayan beyinlerin meydana getirdiği ruhlar için, ölüm ötesi yaşamda asla açılma imkânı yoktur,denmek istenmiştir.
Bir an düşünün... Milyarlar ve milyarlar sürecek ebedî denen bir yaşam!.. Ve siz bu yaşam için gerekli olan potansiyeli ancak şu son derece kısıtlı olan dünya hayatında beyninizi değerlendirebildiğiniz oranda elde edebileceksiniz!..
Şayet bunun ne demek olduğunu düşünemiyorsanız... Elbette ki size söyleyecek başkaca bir sözümüz yok!..
Evet, zikrin birinci yönünden bahsederken, beynin ürettiği biyoelektrik enerjinin, bir tür dalga enerji biçiminde ruha yüklenmesidir, dedik!..
Şimdi gelelim zikrin ikinci tür yararına...
Kur’ân-ı Kerîm bir âyeti kerîmesinde insanın varoluşuyla ilgili olarak şöyle der:
“Rabbin meleklere: ‘Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim’ dedi...” (2.Bakara: 30)
İşte bu “halife” sözcüğü, Allâh’ın tüm isimlerinin mânâlarının insan beyninde aşikâre çıkabileceğine, beynin, bu kapasiteye sahip olarak meydana getirildiğine işaret eder!..
Siz hangi ismin mânâsına dönük olarak “zikir” yaparsanız; yani Allâh’ın “Esmâ ül Hüsnâ”sı tâbiriyle işaret edilen Allâh’ın hangi ismini tekrar ederseniz, beyninizde o mânâ yönünden bir kapasite genişlemesi söz konusu olur. Bu bahse ilerde tekrar geleceğim için, burada fazla genişletmiyorum ve işin başka bir teknik yanına girmek istiyorum.
Varlık tümüyle Allâh’ın varlığı ve Allâh’ın mânâlarının aşikâre çıkma mahalli olduğu için... Ve varlıktaki sayısız “şey”ler hep O’nun çeşitli mânâlarının sanki yoğunlaşmış hâli olduğu için; sayısız takımyıldızlardan gelen sayısız ışınım, hep, bize O’nun sonu gelmez isimlerinin mânâlarını ulaştırmaktadır.
Bunu şöyle bir misal ile açıklayalım...
Bulunduğunuz odada sayısız radyo ve televizyon dalgası yayını mevcut. Oysa sizin radyonuz belli sınırda dalga boyunu alma kapasitesinde, televizyonunuz sadece “VHF” bandına sahip!..
Şimdi düşünün bitişik evdeki komşunuz Avrupa’daki gibi 18-20 kanaldan çeşit çeşit yayın alıyor. Ya da Amerika’da olduğu gibi 100 kanaldan türlü renkli yayın alıyor, siz ise tek kanallı siyah-beyaz televizyona sahipsiniz!.. Hele bir de böyle bir imkânı ömür boyu elde edemeyecekseniz ve bunu biliyorsanız!!?
Evet, beyninizin alıcı kapasitesini arttırmak sizin elinizdedir.
Esasen beyin on iki burçtan, sayısız yıldızdan gelen sayısız ışınımı değerlendirebilecek kapasiteye sahiptir!.. Ancak ne var ki, kişinin bu kapasiteyi genişletmesi önemlidir. Elinize, size sonsuz yarar sağlayacak bir sermaye, bir kapasite verilmiş; siz ise bunu oyun oynayıp boşa harcamakla tüketiyorsunuz!..
“Cennet ehlinin çoğunluğunu BÜHL kimseler teşkil eder” buyruluyor.
“Bühl” kelimesi Arapçada “saf” kişiler anlamında kullanıldığı gibi “ahmak” anlamına da gelebiliyor.
Nitekim Hz. İsa (aleyhisselâm)’a ait olduğu söylenen şu sözde bu mânâ çok açık görülmektedir:
“Allâh devası olmayan tek dert yaratmıştır, o da BÜHL'lüktür!..” yani, “ahmak”lıktır!..
Evet, cennete girenlerin çoğunluğunu “saf” vatandaşlar teşkil edecektir!.. Amenna ve saddakna!.. Niye bu böyle?..
Çünkü cennet ehlinin çoğunluğunda ilâhî rahmete nail olma neticesinde, beyinlerinde Dünya’nın manyetik çekim alanına karşı koyacak olan “antiçekim dalgalarını” üreten devre açılmış ve cennete gidebilecek güce nail olmuşlardır. Ancak ne var ki, oralardaki sonsuz ve sayısız nimetleri değerlendirebilecek üst düzey kapasiteye ulaşabilmek için yeterli çalışmayı yapmamışlardır!.. Cennette, Dünya’dan bildikleri sayısız zevkler ve bunların daha değişik türleri içinde ebedî bir yaşam süreceklerdir.
Oysa Allâh’a yakınlık kazanmışların (mukarreblerin) cennetteki yaşamlarını normal beyinlerin tahayyül bile etmesine imkân yoktur!..
Bunu basit bir misal ile açıklamaya çalışayım...
Bir insan tüm yaşamı boyunca düşünüyor, taşınıyor, araştırıyor her şeyini feda ediyor ve sonunda bir anda ömrünü feda ettiği konu kendisine açılıyor ve o şeyi keşfediyor!.. Bir yaşamı harcadıktan sonra keşfedilen o şeyin değerini ve o kişinin sevincini gözlerinizin önüne getirmeye çalışın!..
Şimdi düşünün ki beyni üst düzeyde çalışma kapasitesine erişmiş biri... Sayısız yepyeni mânâlara yol açan ışınları değerlendirebilecek bir düzeye erişmiş; sürekli yeni yıldızlarla, ya da bir diğer ifade ile bu yıldızlardaki meleklerle rezonansa girebilen bir beyne sahip!.. Her an yepyeni şeyler alıp bunları değerlendiriyor ve sonsuza dek sürekli artan bir biçimde bu gelişmeyi tadıyor!..
Bilmem anlatabiliyor muyum?..
Evet, beyninizde, Allâh’ın sayısız isimlerinin mânâlarını anlayıp aşikâre çıkartabilecek bir kapasite, bunları yaşayabilecek bir özellik mevcut...
Ve siz bunları, ne kadar zikrederseniz, o düzeyde Allâh’a yaklaşabilecek yani O’ndaki mânâları tanıyabileceksiniz. Ve bunun anahtarı da zikirdir!..
Şimdi siz, ister bu anahtarı kullanın, ister kullanmayın denize atın; isterseniz de ne güzel oyuncak diyerek anahtarın dişlerini taşa sürte sürte eğlenip hoşça vakit geçirin!!!
Bugün Dünya üzerinde hangi kişide normal ya da olağanüstü diye nitelendirilen ne tür fiil görüyorsanız, biliniz ki bunların hepsi de beynin değişik değerlendirilişlerinden başka bir şey değildir.
Kimde aşikâre çıkan hangi özellik varsa, o özellik aynıyla gerçekte sizde de mevcuttur. Ne var ki onun beyninde açılmış bulunan o devre, sizin beyninizde açılmamıştır!..
Beden tümüyle, beyne hizmet edip ona gerekli olan biyoelektrik enerjiyi temin için yaratılmış bir yapıdır. Aynı zamanda beyindeki sayısız alıcı güçlere bir nümûne olması itibarıyla da bazı basit alıcı organlar bu bedene yerleştirilmiştir ki; beyni sadece bunların kapasitesiyle sınırlı saymak insanlığın en büyük gafletidir!..
Makrokozmos evrendir...
Mikrokozmos ise beyin!..
Evren, esas yapısı itibarıyla, tümüyle sayısız manyetik dalgalardan oluşmuş bir kütledir ve her dalga boyunun kendine has orjinal bir mânâsı vardır. Beyin ise orijini itibarıyla bu dalga boylarındaki mânâları değerlendirecek bir alıcı, bir değerlendirici ve sayısız yeni mânâlar oluşturucu bir cihaz gibidir!.. Ve bu beyin, elde ettiği tüm hâsılayı, ürettiği ruha yani holografik dalga bedene yüklemektedir!..
Kişinin ölüm ötesi kapasitesi, bir diğer ifade ile mertebesi, derecesi, Dünya’da iken geliştirebildiği son beyin kapasitesi kadardır.
Öldükten sonra herkes, kim ve ne derecede olursa olsun, değerlendiremediklerini fark ederek, bundan dolayı büyük bir pişmanlık duyacaktır!.. Ne çare ki, iş işten geçmiştir.
Şimdi de zikrin iki türünden bahsedelim...
Enerji türü zikir!..
İlim türü zikir!..
Enerji türü zikir nedir?..
“Genel zikir” diye de adlandırabileceğimiz bu zikir türü, ruhtaki kudret sıfatına taalluk eden, ruhun sayısız işler başarmasını, ulaşım gücünü sağlayan enerji toplamaya yönelik zikirlerdir.
“Allâh”...
“Lâ ilâhe illâllâh”...
“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” ve bu gibi genel zikirlerdir.
Ayrıca yapılan iyiliklerden ya da size kötülük yapıp dedikodunuzla, gıybetinizle meşgûl olan kişilerden akan pozitif enerji yani sevaplar da bu enerji türündendir.
Öbür taraftan bir ikinci zikir türü daha vardır ki, bunu da “özel zikir” olarak mütalaa edebiliriz.
Özel zikirler,kişiye has, Allâh’ın isimlerinden ibaret olan zikirlerdir. İlerde ilgili bahiste anlattığımız üzere, Allâh’ın çeşitli isimleri, değişik kuvvetlerde, ayrı ayrı, kişiye has formüllerle beyinlerde açılımlar oluşturmuştur.
Siz genel zikir klasmanında bir zikir yaptığınız zaman, her ismin mânâsı eşit kuvvetle tesir alır ve hepsi de aynı oranda gelişme gösterir.
Oysa, mesela “MÜRİYD” isminin mânâsı diğerlerine göre daha az nispette aşikâre çıkmış ve bundan dolayı da iradesi zayıf olan, bildiğini tatbik edemeyen bir beyin söz konusu olduğunda; siz genel zikirlerle olaya yaklaşırsanız, hepsi aynı nispeti koruyarak güçleneceğinden, bu ismin mânâsı yönünden kolay kolay netice alamazsınız!..
Ama buna karşılık, siz direkt olarak “MÜRİYD” zikriyle olayın üstüne gittiğiniz zaman; kısa sürede görürsünüz ki, kişi “irade” yönünden, yani bildiğini tatbik etme yönünden büyük mesafeler alır.
Bu irade konusunda olduğu gibi, cimrilik konusunda, yumuşaklık konusunda, ilim konusunda, kısacası hemen her konuda böyledir. Ancak bunun için de bu zikri veren kişinin, karşısındakinin beyin yapısını çok iyi bilmesi gerekir.
Yani, o kişinin genel beyin programında hangi burçların ve hangi planetlerin pozisyonu nelerdir; hangi isimlerin mânâları bu şekilde hangi nispetlerle açılmıştır; istidadı hangi konulardadır gibi soruların cevaplarını bilip, bunlara göre kişiye özel zikrin verilmesi gerekir[1]!..
Zikir deyince, sadece bunlarla da kayıtlanmamak gerekir ayrıca. Namazda okunan bütün âyetler, dualar ve tespihler hep zikir cümlesindendir.
Namaz ise mümkün olduğunca dış dünyadan soyutlanarak tam bir konsantrasyon içinde okunan mânâları ruha yükleme yöntemidir.
Namazı bir jimnastik gibi anlamak, tümüyle cahillikten ve meselenin içyüzünü görememekten kaynaklanan ilkel bir görüştür!..
Namaz esasen, tamamıyla öze; özünde mevcut olan Allâh’a yönelme olayıdır!.. Bundan mahrum olanlar ise, bu çalışma neticesinde kendilerinde ortaya çıkabilecek o kadar değerli şeylerden kendilerini yoksun bırakmaktadırlar ki bunun dille anlatılması asla yeterli olamaz!..
Namazın edâ edilmemesi, kişinin kendisi ile Allâh arasındaki bağın bir çeşit kopartılmasıdır ki, bunun mânâsını şöyle anlatmaya çalışalım. Kendini et-kemik, yaşamı da bu Dünya’dan ibaret sanan insan, ölüm ötesini bilmediği için hiçbir çalışma yapmaz!.. Bu yapmayış dolayısı ile de, varlığına konulmuş bulunan “Halife”lik hazinesi sandığının kapağını açmaz ve içindeki eşsiz defineyi çıkartıp kullanmaz ve nihayet sefalet içinde ölür gider.[2]
Düşünün bir insanı; kendisindeki sayısız özellikleri ortaya çıkartacak olan nesneyi değerlendirmekten mahrumdur... Oysa ölüm ötesi yaşamda tüm sermayesi bu “halife”lik sandığının içine konulmuş bulunan definedir. Bu kişinin ölüm ötesindeki pişmanlık hâlini nasıl anlatmak mümkün olabilir ki?..
Şurasını kesin olarak bilelim ki; “ibadet” adı altında yapılan tüm fiiller tamamıyla kişinin ölüm ötesi yaşantısı için kendisinin ihtiyaç duyacağı ve oradan da temin edemeyeceği şeylerle alâkalıdır. Yoksa, yüz milyonlar kere yüz milyonlarca Güneş’in yer aldığı kâinatın “Mutlak Mutasarrıf”ına karşı, birimin varlığı tek kelime ile “HİÇ”tir. Sen iman üzerine olup, doğumdan ölüme secdede olsan, O’na ne ekleyebilirsin?.. Ya da tüm yaşamın boyunca tepetaklak durup devamlı tükürsen ne olur?.. Ne olacak, tükürdüğün kendi yüzünü yıkar!..
AHMED HULÛSİ
1986
[1] “DUA ve ZİKİR” isimli kitabımızda bu hususta gerekli olan bütün bilgileri açıkladık.
[2] “Namaz” konusunu ve sırlarını detaylı bir şekilde “İSLÂM’IN TEMEL ESASLARI” adlı kitabımızda okuyabilirsiniz.