İltica
Yâ Rabbel Âlemiyn!
“Mescit” ve “cami”ler, “tapınak”lara dönüştürülmüş; “ALLÂH” adıyla tanıttığın Aziyz ve Subhan varlığın ise “tanrı” olarak algılanır olmuş!
Göktürk’lerin “göktanrı”lı din anlayışı, “müslümanlık” olarak hemen hemen bütün insanlığa yayılmış!.. Hani neredeyse ayak sesleri işitilecek tanrılarının… Son umut ise, Hz. İsa’nın “Muhammedî Hakikat”in seslenişini tasdiki!.. Zira, mecazlar hakikat sanılmış; Hakikat, mecazlarda aranır olmuş!
Kin, nefret, şiddet, intikam, gadap; kan, barut, gözyaşı günden güne sarmada Dünya’yı… Gafletin doğal sonucu, Celâl’in kuşatmada gitgide insanlığı…
İslâm’ın temel esasları, hakikatlerini yitirmiş insanların indînde; şekil ve kabuktan ibaret kalmış! Sanki, ilim kaldırılmış yeryüzünden, Deccal öncesi son günlerini yaşıyor, Dünya!
“Namaz”ın, müminin “mi’râc”ı oluşu dillerde dolaşan bir hikâye hâline gelmiş...
“EY İMAN EDENLER, “B” HARFİNİN İŞARET ETTİĞİ ANLAM İLE İMAN EDİN ALLÂH’A…” (4.Nisâ’: 136)
Âyetindeki uyarın sanki Kurân’dan silinmiş; “mi’râcın namaz olmasının” anlamı üzerinde hiç durulmaz olmuş!.. Anlatılanlar yalnızca, elin-ayağın, kolun-bacağın nerede, nasıl durması gerektiği; ya da neyin nasıl giyileceği! Hiç söz edilmemekte, beynin neleri, nasıl düşünmesi gereğinden!
“Hac”, çoğunluğa göre, taştan dört duvarı ziyaretle, Arafat tepesi civarında toplanıp tapınma; “Arabı zengin etme” faaliyeti!.. Medine ziyareti ise, sanki, ölmüş bir büyükelçinin kabrini ziyaret!.. Ya, “hac” dönüşü için konulmuş asılsız, Kurân’a göre hiç geçerliliği olmayan kurallar!.. “Terazi tutmamak”, “saçının kılını göstermemek”; neredeyse diri diri tabuta sokacaklar hac dönüşü insanları!
“Oruç”, mânâsını yitirmiş; sağlık ve zayıflama kürlerine dönüşmüş; yalnızca bedensel bir sorunla sınırlı kalıp; “Samediyet” nûrlarının bizlerde açığa çıkışı sırrı hiç hatırlanmaz olmuş!
“Zekât”ın anlamı değişmiş, hikmeti örtülmüş, vergi sanılmış; gerekçesi açıklanmadığı için, insanlar zekâtı, devletten vergi kaçırma uyanıklığı(!) kabul ederek, bir yana atmışlar… Başkalarının hakkını, hakkıyla ödememenin gelecekte kendilerini nasıl bir faturayla karşılaştıracağını düşünemez olmuşlar!
İlim ve irfanı kaldırmaya başladığın için yeryüzünden, Din, ruhsuz bir ceset olarak; “toplumsal düzen için gelmiş bir nizam-ı ilâhî” diye pazarlanmaya başlanmış… Mecazı Hakikat sanan, Gavs(!), Kutup(!) ve Mehdi’ler(!) neredeyse her ülkede, her mahalle veya köyde ortaya çıkmış!
Yâ Rabbi, imtihanın pek zorlu!
Bir yandan açarken Hakikat’in perdesini; diğer yandan, halkı takarak gâfillerin peşine; görünmez ediyorsun gene Kendi Hakikatini!.. Perdeciyle uğraşıp, perdenin ardındaki sırra ermekten gâfil oluyorlar!
Yâ Rabbi…
Birbirimizle uğraşmakla ömrü heder edip, hakikatten gâfil olarak bu dünyadan ayrılmaktan bizi koru!.. Bize, sevdiklerinde açığa çıkardığın fiil ve davranışları nasip et!
Nimetlerinle beslenip, palazlandıktan sonra nankörlerden olmaktan arındır!
Küfrün ve şükrün, kime ve niye olduğu hakikatini idrak ettir!
Hükmüne ve takdirine razı olarak yaşamayı ve bu imanla ölmeyi nasip et!
Yâ Rabbi…
Öğretmesen, bilmezdim! İdrak ettirmesen, kavrayamazdım! Kolaylaştırmasan, hazmedemezdim!
Dilemesen, verdiğin ilmi bu kitaplar aracılığıyla yeryüzündeki kullarınla paylaşamazdım!
Ne yaptıysam, hüküm ve takdirin kadarıyla, “kul”luğumun sonucudur!..
“Hiç”im ve “Bâkî”sin!
“Takdir ettiğin kadarıyla açıkladım” diyorsam da, irfan ehli bilir ki, açan Sen’sin!.. Ve açışından sonra geçmişte olduğu gibi, bu defa da gene örteceksin! Bu arada nasip ettiklerin de paylarını alacak…
“Kul”un olduğumu fark ettirdin, yaşattın; ilmindeki sayı kadar şükretsem de gene şükürde aczimi itiraf ederim… Nankörlerden olmaktan sana sığınırım!..
“Kul”luk görevimin başarısının, senin hüküm ve takdirin ile oluşunun idrak ve huzuru içinde ölümü tattır ve sâlih “kul”larına ilhak eyle!
Yeryüzünde yaşayan, ardımda kalanlara da selâmet ihsan eyle; tezkiyeyi nasip et!
Allâhu Ekber!.. Bismillâh!..
AHMED HULÛSİ
4.5.1997
Londra