Cincilik, Büyücülük
Bütün bu ruh çağırma(!) dalaverelerinin kökünde eskilerin “Hüddam ilmi”, halkın da “Cincilik” dediği mesele yatmaktadır...
Bilhassa eskilerin ve Anadolu halkının yakından bildiği bu konu şöyledir...
Bazı tespih veya duaların birer “HADİMİ” yani “hizmetlisi - görevlisi” vardır.
Eğer bir kişi oturup, o kelimeyi veya duayı adedince okur, sonra da karşısına dikilen cinden, o an için korkmadan bir şey isteyebilirse, o şey derhâl olur!..
Veya o cinin kendi emrine girmesini isterse, o cin artık onun hizmetkârı durumuna girer!.. Bunun için de birçok formül vardır!..
Bu formülleri bünyesinde toplayan birçok kitaplar yazılmıştır eskiden ki, bunların içinde en meşhuru; “KENZÜL HAVAS” ismiyle bilinenidir...
Bu kitabın içinde birçok formüller vardır...
Ancak burada şunu da hatırlatalım ki, “HÜDDAM”cılık ile “RUH ÇAĞIRMA(!) - SPİRİTÜALİZM” arasında çok büyük bir fark vardır...
İşte o fark da şudur...
Ruh çağırma(!) veya spiritüalizm denen oyunda cinlerle temasa geçen kimseler, daima cinlerin elinde oyuncak olurlar...
Aynen aslan eline düşmüş tavşan gibi; cin de onları istediği gibi elinde oynatır... Ve onlar bu durumu asla fark edemezler...
“Hüddam” ilminde ise, formül, diğer yan şartlarıyla birlikte tam olarak uygulanabildiği zaman, insan cini tam anlamıyla pençeleri altına alır; ve ona bütün istediklerini yaptırabilir... Hatta, bir insanı bile, bu yolla o cinine öldürtebilir... Aksi hâlde, yani emre uymadığı zaman o cin perişan olur.
Bu sebeple, bu ilmin kullanılmasında, insan için öteki sisteme göre mutlak bir avantaj vardır...
İşte aradaki bu fark sebebiyle, eskilerin ve günümüzde de sadece birkaç kişinin bildiği “Hüddam ilmi”, spiritüalizmden kat be kat üstün durumdadır... Çünkü, anlattığımız üzere, bu ilimde insan için cini emri altına almak söz konusudur... “Spiritüalizm” diye veya “Ruh çağırma(!)” diye bilinen cinlerle bağlantı hâlinde ise, cini hiçbir şekilde, bir bilgiyi vermek veya bir işi yaptırtmak için zorlamak söz konusu değildir...
Ancak burada şu hususu da çok iyi bir şekilde anlamak gerekir...
Eğer bir kişi Hüddam ilminin gereği olan formüllerden birini yapmaya kalkar da; sonra başlamışken, şu veya bu sebeple; mesela formülü uygularken yarıdan itibaren duyacağı seslerden veya o sıradagözüne görünen acayip şekillerden korkarak yarıda bırakırsa, işte o anda onun için felaket başlar.
Onun, etkisi altına almaya çalıştığı cin,o anda onu rahatlıkla avlar ve bu kişi cini emrine almaya çalışırken, cin onu ele geçirmiş olur... Ki bundan sonra, o kişi artık cinin emrine bağlıdır... Böylece, Dimyata pirince gidilirken evdeki bulgurdan da olunur...
Bu sebepledir ki, “Hüddam ilmi”ne dayanan bir formülü, ya hiç yapmamalı, ya da başlanıldığı zaman, ne pahasına olursa olsun sonuna kadar yapmalıdır.
Nitekim bu formülün tam olarak yapılmaması için o cin, birtakım gürültüler oluşturur veya sesler çıkartır, âdeta içinde bulunulan evi veya katı yıkılıyormuşcasına gürültülerle sarsabilir; akla hayale gelmeyecek korkunç şekillerde göze görünebilir!.. İşte bütün bunlar olmasına rağmen, kişinin bütün soğukkanlılığıyla elindeki formulü bitirmeye çalışması icap eder...
Nitekim, “fazla tespih çekmekten deli oldu” diye halk arasında anılan hâl de bu esasa dayanır...
Bir kişinin yönlendiricisi olmaksızın ve formülü bilmeden rastgele tespih çekmesi, ister istemez bir şifreyi meydana getirir ki, bu durumda, o anda şifreyle bağlantılı olan cin otomatik olarak harekete geçip, o kişiyi hükmü altına alır... Ve o kimsenin bu durumdan haberi yoktur!.. Ve o cini kontrol altına alabilecek güce de sahip değildir... Artık ister istemez o cinle iletişimleri başlamış olur...
Bu ilişkinin başlaması da bazen kulağına, bazen de içine gelen seslerle olur... Keza bundan önce de burun yoluyla kokular tespit eder bazen!.. Ve sonunda cinleri çeşitli şekil ve kıyafetlerde görmeye başlar bu yolunda devam ederse...
Bu gibi kişiler, duydukları sesleri veya aldıkları kokuları ya da gördükleri şeyleri bu konuyu bilmeyen kişiler içinde açarlarsa, derhâl “aklını kaçırdı”, “oynattı” diye nitelendirirler ve hastaneye kaldırılırlar... Oysa tıp henüz bu konuda âcizdir.
Elektroşokla tedavi etmek ister fakat bunu da başaramaz!..
Bu gibi kişiler, artık halk arasında “meczup”, “zararsız deli” tâbirlerine muhatap olarak hayatlarına devam ederler...
Bu gibi kişiler eğer içine düştükleri duruma rağmen, bu sahada yetkili bir şahsın eline geçerlerse, o hâlden kurtulmaları, yollarının düzeltilmesi ve o yolda ilerlemeleri mümkündür...
Aksi hâlde ömür boyu bu durumdan kurtulamazlar... Artık onlar “deli” olmuşlardır...
İlk yüzyıllardan beri, en ilkel topluluklardan itibaren yeryüzünde görülen bir meslek ve iş vardır...
Bu mesleğe “BÜYÜCÜLÜK”,yapılan işe de “BÜYÜ” denir...
Bu işten gaye, bir insanı etki altına alıp, ona istemediği bir şeyi zorla yaptırmak ve bazen de hastaların iyi olmasını temine çalışmaktır...
Büyü, özü “ALLÂH”a dayanan bütün dinleri tebliğ eden Nebi ve Rasûllerce yasaklanmıştır...
Bütün dinler büyüyü insana “haram” kılmışlardır...
Keza İslâm Dini de büyüyü “haram” kılmış ve büyü yapan ve yaptıranların İslâm Dini’nden çıkmış olacaklarını açıklamıştır...
Büyünün yasaklanmasındaki sebep, insanların iradelerinin başkası tarafından zoraki bir şekilde kaldırılması veya kısıtlanmasının önüne geçmek; onlara serbestçe hareket, seçme hakkı tanımaktır... Tâ ki böylelikle insan yaptığından sorumlu tutulabilsin...
Büyü ve sihrin yeryüzünde en yaygın olduğu devir, Musa Nebi (aleyhisselâm) devridir... Nitekim o devrin geçer akçesi de “Büyü ve sihir” olması sebebiyle Musa Nebi bu sahadaki mucizelerle yeryüzünde vazife yapmıştır...
Büyünün özü, kökü, Cinlere dayanmaktadır...
Bütün mukaddes kitapların, önceki “sahife”ler de dâhil olmak üzere Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân her bir âyetinin, her bir kelimesinin sekiz hizmetlisi yani “hadimi” vardır...
Yani, her devirde nâzil olmuş bulunan mukaddes kitabların orijinalini meydana getiren kelimelerin her birine sekiz hadim-hizmetli- vazifeli kılınmıştır... Bunların dördü ulvî yani “Melek” cinsinden; dördü de süflî yani “Cin” cinsindendir...
Bu kelimelerin “ebced ilmi” denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı; ya da o âyetlerin tersinden okunuşu, o kelimelerin “vazifeli cini”ni harekete geçirerek, sevkedildiği kişiler üzerinde tesirlerini icra ederler...
İşte, “Büyü” denilen olay, bir kelime veya cümlenin belirli sayıda ve bazı yan çalışmalarla da desteklenerek okunmasıyla meydana gelen tesirlerdir.
“Büyü”nün bozulması için de önereceğimiz en güçlü karşı tesir daha önceki sayfalarda vermiş olduğumuz “Cin korunma duası”dır...
Bu duayı üç-beş veya daha fazla kişi büyü yapılmış kişinin evinde bir araya gelerek 300 veya 500’er kere okuyabilirler...
Bunu üç gün arka arkaya yaparlarsa daha da tesirli olur... Bu dua sırasında büyü yapılmış kişinin de bu duayı okuması gereklidir.
Ayrıca bir kişinin sağ elini o büyü yapılmış kişinin başına koyarak okumasında çok fayda olur...
Bu arada ortaya bir kap içine su konur ve okunan dualar bu suya üflenerek daha sonra bu kişiye peyderpey içirilirse daha da tesirli olur...
Büyü yapılmış kişide ya da evinde muska bulunursa, bunu aside veya limon suyuna, veya sirkeye atarak eritmek en geçerli yoldur...
Büyünün tesirli olması için büyücüler günün o saatinin ne saati olduğuna da bakarlar... Mesela “Venüs saati” veya “Mars saati” gibi[1]...
Bizim konumuza, yan konu olması sebebiyle “BÜYÜ” üzerinde daha fazla durmayıp, sadece bunun ne şekilde meydana geldiğini açıklamaya çalışacağız...
Bugün objektif ilmin de tespit ettiği gibi insan beyni, her an birtakım dalgalar yayınlamaktadır...
Nitekim bu sözümüzü açıklayan bir haberi burada sizlere nakledelim:
Hürriyet gazetesinden aynen naklediyoruz:
“ANTEN VAZİFESİ GÖREN İNSAN VÜCUDU DÜŞÜNCELERİ BİNLERCE KİLOMETRE UZAĞA İLETEN AKIM YAYIYORMUŞ...
Los Angeles, (Kalifornia) AP
İnsan vücudunun anten vazifesi görebileceğini ve vücudun düşüncelerini bir antenle binlerce kilometre uzaklara kadar gönderebilecek derecede kuvvetli elektrik akımları yaydığı, dün, Rus ve Amerikan bilginleri tarafından açıklanmıştır...
Moskova’daki Popov Radyo elektronik ve Muhabere Çalışmaları Enstitüsü bilginlerinden Prof. M. Kogan 1966-1967 yıllarında yapılan denemelerden çıkartılan sonuçlara göre, zirveleri arasında 25-1000 kilometre arasında mesafe bulunan son derece uzun elektromanyetik dalgaların, insan düşüncelerini çok uzaklara kadar ulaştırabileceğini gösterdiğini söylemiştir...
Kogan, Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi tarafından tertiplenen “Altıncı his” konusundaki bir sempozyumda okunan raporunda, “elektromanyetik alan vasıtası ile telepatinin çok uzaklara kadar ulaştırılabileceği anlaşılmıştır” demektedir.
Öte yandan, Kaliforniya Üniversitesi Tıbbi Psikoloji Profesörü Dr. Thelma Moss, sempozyuma hitaben yaptığı konuşmada, Dr. Kogan’ınkine çok yakın sonuçlara denemeler sonunda varılmış olduğunu söylemiştir...
Kogan’a göre, yapılan tahminler, insan vücudunun, çok uzun mesafeler arasında telepati için gerekli olan elektriğin, 4-5 mislini ürettiğini göstermektedir.”
Evet, işte size bu haberi vererek gösterdiğimiz gibi, bilim dünyası tarafından da kabul edilmiştir ki, insan beyni sürekli olarak elektromanyetik dalgalar üretmektedir...
İnsan beyninin ürettiği dalga türleri ile beynin bu yoldaki geniş faaliyetleri hakkında detaylı bilgi “DUA ve ZİKİR” isimli kitabımızda mevcuttur...
İşte insan, bir kelimeyi ve kelime grubunu devamlı olarak okuduğu zaman, yaydığı bu elektromanyetik dalgalar sanki bir şifre şekline girerek; o şifre ile en yakın yapıdaki bir Cin ile iletişim kurmuş olmaktadır...
İşte bu iletişim neticesinde o şifre durumundaki elektromanyetik dalgalar, kendisine en yakın yapıdaki cine etki etmekte ve iyi düzenlenebildiği zaman, onu istenilen şeyi yapmaya zorunlu kılmaktadır...
Eskilerin deyimiyle, kişi bu duaya devam eder de, buna rağmencino emri yerine getirmezse, o takdirde cin yanmaktadır!..
Şimdi de bu sözün mânâsını açıklayalım:
Evet insanın özelliği olan bir kelime veya kelime grubuna belirli oranda devam etmesi sonunda, beyin aracılığıyla yaymış olduğu elektromanyetik dalgalar, o dalga boyuna uygun yapıdaki cini istenilen şeyi yapmaya zorunlu bırakıyor; yapmaması hâlinde ise, o kişinin o duaya veya kelime grubuna devamı hâlinde yaymış olduğu elektromanyetik güç; yapısı -önce de anlattığımız gibi- bazı ışınlardan oluşmuş olan cinin tahribine yani kaba bir tâbirle yanmasına yol açmaktadır...
Nasıl ki yayını kuvvetli bir radyo istasyonunun yaydığı elektromanyetik dalgalar, yayın kuvveti zayıf istasyonun dalgalarını bozmakta ise; işte aynı şekilde insanın bu çalışmalarla yaptığı elektromanyetik dalgalar da cinlerin ölümüne yol açmaktadır...
Bu sebeple cinler, belirli bir çalışmaya devam ederek kendisini yakıcı elektromanyetik dalgalar yayabilecek güçteki kimselerin emri altına girmek zorunda kalmakta; ister istemez “Büyü” dediğimiz, onların emirlerini yerine getirme işine tâbi olmaktadırlar!..
Bilmem açıklayabiliyor muyuz?..
AHMED HULÛSİ
1972