Cinlerin Fark Ettirmeden İnsanları Yönetmeleri
Daha önce de kısaca belirttiğimiz gibi; cinlerin kendilerini açıklamadan insanlarla ilişki kurmaları ve onları kendilerine bağlamaları iki şekilde olmaktadır:
a) İslâm Dini’ni istismar ederek...
b) Hümanist (insancıl) gayelere insanları yönlendirir bir yapıda görünerek...
Bunlardan birincisi ile ikincisi arasındaki en açık görünen fark ise, birincisinin REENKARNASYON yani TENASÜHÜ (yani birkaç defa çeşitli yapılarda dünya’ya gelme) kabul etmemesi, ikincisinin ise kabul etmesidir...
Reenkarnasyon yani tenasüh konusunu daha ileride detaylı bir şekilde göreceğimizden burada üzerinde durmayarak esas “aldatma metodları üzerinde” duracağım...
Önce İslâmî gayeyi istismar ederek insanları aldatma ve kendilerine bağlama şekillerini görelim...
Bu tip olaylarda Cin - İnsan ilişkileri gene iki şekilde görülmektedir:
1. Kendi varlıklarını hiç bildirmeden;
2. Varlıklarını başka bir yapı ve isim altında bildirerek.
Şimdi önce kendi varlıklarını hiç bildirmeden ve fark ettirmeden insanları kendilerine bağlama, kendi kayıtları altına alma metodları üzerinde duralım...
Bu şıkka giren kişilerin en büyük özellikleri kendilerinin bir cinle bağlantıda olduklarını kesinlikle bilmemeleri, fark etmemeleri; oluşan hâllerin, kendi üstün özelliklerinden ileri geldiğini sanmaları; bu yüzden de herkese tepeden bakar bir şekilde yaşayıp, yerine göre de sunî tevazu gösterilerine kalkmalarıdır...
Nitekim Muhyiddini Arabî Hazretleri bir eserinde, bu tip kişilerin en büyük özelliklerinin hiçbir eserleri, ilimleri olmadığı hâlde kimseyi beğenmeme, kendilerinin en üstün olduğu fikrini etrafa yayma olduğunu yazmaktadır...
Ayrıca gene bu çeşit cinle bağlantısı olan kişilerin ikinci en büyük özellikleri de cinleri kabul etmemeleridir!..
“Cin diye bir şey yoktur, Cinler mikroplardır” şeklinde veya buna benzer tanımlamalar ile cinlerin varlığını inkâr anlamı taşıyan açıklamalara saparlar...
Onlar, kendileri bu şekilde inandıklarını sanırlarken, gerçekte tamamıyla cinlerin verdikleri fikirlerle, cinleri kabul etmemektedirler... Çünkü, cinler bu gibi kişilere bu çeşit fikirlerle kendilerini inkâr ettirmeseler, bir gün o kişinin kendi durumundan şüphelenip, cinlerin varlığını anlamaları mümkün olabilecektir ki, bu da asla cinlerin işine gelmez!..
İşte bu sebepledir ki, cinlerle bağlantılı olan kişiler, kesinlikle cinlerin varlığını kabul etmezler veya bu yönde açıklamalara girerler.
Peki, cinler bu kişileri ne şekilde ele geçirirler?..
Cinlerden, insanları kendi hükmüne alanlar, bazen sıradan, normal bir cin olabileceği gibi; bazen de onların ileri gelenlerinden, onların yönetici durumunda olanlarından olabilir...
Bir cin, genellikle, daha gençlik yaşından itibaren, beyin kapasitesi iletişime istidatlı gördüğü bir insanı seçer ve kendine bağlı olanların arasına sokar!.. Bu yaş genellikle 13 ile 22 yaşları arasında olmaktadır... Ancak bazen daha aşağı yaşlarda da bu seçim yapılmaktadır...
Bu seçim yapıldıktan ve kendisine bağlayacağı kişi belli olduktan sonra sıra gelir onu tamamıyla kendisine bağlamaya...
Bunun için de, o cin, bir veya birkaç din büyüğünün şekline girerek önce rüyasında ona görünmeye ve onun çok büyük bir insan olacağı yolunda fikirler vermeye başlar...
Bu hüviyetine bürünülen kişi İstanbul’da Eyüp semtinde türbesi bulunan Hz. Rasûlullâh’ın ashabından “Eyyüp Sultan ismiyle bilinen Hz. Halid” veya “Mevlâna Celâleddin Rûmî” veya “Muhyiddini Arabî” gibi şahsiyetler veya falanca, filanca “... baba” olabilir...
Artık, yavaş yavaş gösterilen görüntüler sonucunda, o genç kimse, kız veya erkek gerçekten büyük bir insan olacağına inanmaya başlar... Bazen canı bir şey ister, derhâl ocin tarafından isteği yerine getirilir...
O bu durumu, büyük bir insan olması sebebiyle, isteği Allâh tarafından yerine getirildi diye düşünür; hâlbuki cini tarafından yerine getirilmiştir...
Bir imtihana girecektir, o imtihanda kendisine yardım edilir...
Birisiyle konuşurken, karşısındaki şahıs üzerine cin tarafından yapılan baskıyla, üstün duruma geçer, âdeta, karşısındakiler kendisine karşı konuşamaz duruma düşerler...
Ve bu şekilde günden güne gelişmeye başlar...
Geçen zaman zarfında, yavaş yavaş içine birçok şeyler gelmeye başlar... Yakın gelecekte olacak bazı ufak tefek olaylar kendisine bildirilir... Eğer cinlerle ilişkide olduğunun farkında değilse,önceleri, bunları altıncı his diye değerlendirir... Aynı anda başka bir yerde olan olaydan anında haberi olabilir...
Birisinin bir işinin hâllolması için talepte bulunur, derhâl o işin olması cini tarafından sağlanır; ve o da büyük bir insan olduğu için bu isteği Allâh tarafından yerine getirildi sanır...
Sonunda, herhangi bir sahada büyük âlim olduğunu iddia etmeye başlar; artık kimseye ihtiyaç duymaz hâle geldiğini sanır!.. Ve kendisini herkesten büyük görür!.. İçine doğanlarla hareket etmeye koyulmuştur böylece bu kişi...
Kendisine hocalık, din adamlığı mesleğini seçmişse, gelmiş geçmiş en büyük din adamı olduğunu iddia eder...
Yok eğer bir serbest meslek çalışanı ise kendisini zamanının en büyük velîsi, “Kutb-ul Aktabı” olduğunu etrafa yaymaya başlar...
Veya son derece basit ilaçlarla olmayacak hastalıkları tedavi eder; bir anda konulmadık teşhisleri koyabilir ve bazı felçlileri yürütmeye, hareket ettirmeye başlar!..
Veya diğer mesleklerde ise, ona göre birtakım olağanüstü hâller meydana getirebilir!.. Bütün bunlar onun şanını daha çok arttırır ve etrafında binlerce insanı toplayabilir...
Bu konuları bilenler onun durumunu derhâl tespit edebilirken, böyle durumlara inanmayanlar onu şarlatanlıkla, sihirbazlıkla, büyücülükle suçlamaya; buna karşılık ona inananlar ise onu en büyük evliya(!) ve hatta MEHDİ(!) veya İsa(!) (aleyhisselâm) derecesine çıkarmaya başlarlar...
Burada en büyük zevk ise, onu kendine bağlayan cine aittir...
Çünkü, cini ya da cinleri o kişi sayesinde artık binlerce kişiyi kendisine bağlamış ve onlara istediklerini yaptırtmaya başlamıştır... Bu yüzden icabında o kişinin durumunu kuvvetlendirmek amacıyla, bazı kişilerin rüyalarına dahi girip, gidip o kişiye bağlanmalarını veya ona yardım etmelerini telkin eder....
Bu arada, o kişiye din hakkında bilgiler vererek onu büyük bir din adamıymış gibi de gösterir... Bilmeyenler onu kendilerine dinî lider seçerler...
Artık o kişi bilir bilmez kendinden birtakım fetvalar verip, bazı helalleri haram veya bazı haramları helalmiş gibi anlatır; ve bunları da çevresine kendisinin bir lider olduğuna inandırarak, zamana göre yeni hükümler getiriyormuş gibi empoze etmeye başlar...
Sonuç olarak hem o kişi etrafına birçok insan toplamış, bir müceddid (yenileyici), bir müctehid (yeni hükümler koyucu) edâsıyla yaşamaya başlamış olur... Hem de onu kendi kaydına alıp kendine bağlamış bulunan cin bir saltanat kurar!.. Ve bunu başaran cin, kendi akranları arasında bu durumla öğünüp, âdeta bu işi yapan diğer hemcinsleriyle bir yarışmaya girer...
Bu anlattığımız durumun Dünya üzerindeki en büyük örneği; KADYANİLİK mezhebini kuran MİRZA GÜLAM AHMED KADYANİ’dir...
Hâlen Türkiye’de bu çeşit kimseler varsa da, biz onların üzerinde durmayarak; burada Ahmed Kadyani’nin hayatından bazı alıntılar yapıp, anlattıklarımızı bir örnek üzerinde de göstermek istiyoruz...
AHMED HULÛSİ
1972