Kur’ân Mucizesidir Yaşadığımız “Altın Çağ”
Öncelikle belirteyim ki, fakîrin müşahedesine göre...
Kurân-ı Kerîm’in ana mesajı, ismi “Allâh” olanın, El Vâhid – El Ahad – Es Samed özellikleri dolayısıyla; kendinden gayrına yer olmadığı (lâ gayrıhu) realitesini 1400 küsur yıldır vurgularken; sonunda bu yüzyılda, yaklaşık son 35 yılda da bilim tarafından, varlığın sonsuz sınırsız bir TEK olduğu açıklanmıştır. Bu nedenledir ki, bu çağ beklenen “Altın Çağ”dır! “Altın Çağ” vurgusu, insanlardan açığa çıkacak olan TEK’lik ilminden dolayıdır. Kur’ân-ı Kerîm, bugün bilimsellikle erişilen realiteyi, sistemi, varlığın hakikatini 1400 küsur yıl önceden bildirmiştir mucize olarak.
Sigaranın, insan sağlığına, beyne zararları tespit olduğu için, başta Amerika olmak üzere, batı ülkelerinden tahtını yitirip; bilimsel bulgu ve gerçeklerden geri kalmış ülkelerde hükümranlığını sürdürmeye çalışması gibi; “MADDECİLİK” de günümüzde bilim dünyasında iflâs etmiş olarak; yalnızca, geri kalmış kesimlerde, “madde” tabanlı dinî veya felsefi tartışmalara konu oluşturmaktadır.
“Madde” sanısının sadece algısal yanılsama olduğunu keşfeden fizik ve tıp, şimdilerde beyni çözüme yönelmiştir, bizim 1985’te yazdığımız üzere. Çünkü bütün sırlar, dışsal dünyada değil; algılamakta olan beynin boyutsal derinliklerindedir. Bu derinlik itibarıyla, İsmi Allâh olanın esmâ özellikleri bileşimi olan ismi beyin konmuş yapı, keşfedildiği kadarıyla Rabbine yaklaştıracaktır insanı.
Fizik, günümüzde ulaştığı nokta itibarıyla, artık teori-fizik aşamasına geçmiş; varlığın ve insanın, beynin, evrensel enerji/wave ya da bilgi/data/ilimden oluştuğu; yani hologram evrende yaşanmakta olduğu realitesi ile yüzyüze gelinmiştir.
“Ben” ve “tanrı” anlayışından kaynaklanan maddeci görüşü baz alan “ATEİSTLİK” ise, bilim dünyasında iflâs etmiştir! Temelini yitirmiştir! Varlığın gerçekte TEK BİR olduğu fark edildikten sonra, bu ikilemden söz edilemeyeceği apaçık ortadadır. Kur’ân-ı Kerîm’deki “İhlâs Sûresi”, tamamen bu realiyeti kavratmak içindir, düşünebilen beyinlere!
Çünkü “madde” kavramının gerçekliği kaybolmuş; madde-ruh ikilemi tükenmiştir derin bilim alanında; yani fizik bilim gerçekleri üzerine kurulu teori-fizik alanında! İnkâr edilesi, reddedilesi bir “tanrı” kavramı artık kalmamıştır... TEKİL bir varlık gözlenir olmuştur! Bilimsel bulgu ve tespit, “bir ben var bir de ÖTEMDE tanrı var” anlayışına son vermiştir!
Esasen, bilim adamları dünyasında oluşmuş “ateist/tanrıtanımaz”lık; bu bilim adamlarının, yetişme süreci başlangıcında aldıkları, gökteki baba, tanrı ve oğlu anlayışına dayalı din terbiyesinden kaynaklanmıştır.
Milyarla galaksiden oluşan uzay-evren gerçekliği önünde, gökte lokalize olmuş bir tanrının yanından oğlunu yollaması gibi bir saçmalığın sözkonusu olamayacağını fark eden beyinler; bu “tanrı” kavramını reddedip, “ateist”liği seçmişler ve kiliseye karşı çıkmışlardır. Kiliseler de onları afaroz edip, tukaka etmiştir! Oysa bu “ateist” bilim adamları, tanrının var olmadığı (lâ ilâhe) gerçeğini fark etmelerine rağmen; ne yazık ki, Hz. Muhammed (sav)’in açıkladığı Kur’ân-ı Kerîm’e, ismi “ALLÂH” olan bilgisine ulaşamadıkları için son noktayı koyamamışlardır.
Varlığın TEK’liğini bilmelerine rağmen, Hz. Muhammed ve dolayısıyla Ku’rân-ı Kerîm’i kabul etmemeleri neyi kaybettirir? Bu konuyu açalım biraz. Çünkü pek çok kişi burada takılmakta; varlığın TEK’liğini bilmek yeterlidir; anlayışında saplanıp kalmaktadırlar.
Kur’ân-ı Kerîm, gerçekte, teklif görünümü altında tespittir! TEK’liği bilmek de insan için, amaç değil araçtır!
TEK’liği bilmenin getirisi şu olmalıdır:
Kişi, ötesinde bir tanrı olmadığını fark ederek; TEK’e kulluk hâlinde yaşamakta olduğunu fark eder; bir. İsmi ALLÂH olanın mutlak sistem ve düzenini (İslâm’ı) fark eder ve buna göre, bir önceki aşamada kendisinden ne açığa çıkarsa, bir sonraki aşamada da onun sonuçlarını yaşayacağını kavrar, iki. Buna göre, varlığını oluşturan Allâh Esmâsı özellikleriyle yapabildiği her şeyi yapmaya gayret ederek, Rabbinin dünyasını buna göre oluşturmasına çalışır, üç.
TEK’liği fark etmek, TEK’ten çoka bakmayı getirmiyorsa yaşamda, henüz TEK’lik hakkıyla hissedilmemiş, gereği yaşanmıyor, olay sadece bilgi boyutunda kalmış demektir. Çoktan TEK’e bakış, hiçbir zaman tüm cevapların algılanmasını sağlamaz.
Mevlâna’dan Nakşıbend’e, Gazalî’den Geylânî’ye, Yunus’tan Hacıbektaş Velî’ye kadar tüm tasavvuf ehli, hep, TEK’i fark edip kavramakla kalmamış, bunu yaşamlarının her anında hissedip açığa çıkararak ömür sürmüşlerdir. Böylece kendilerini yakan şeylerden kurtulmuşlar huzura ermişlerdir.
İşte, önce TEK’i fark etmek, yegâne kurtuluş “kapısı”dır bu yüzden! Bu yüzdendir ki TEK’liği fark etmenin en açık seçik yolu da, mecaz-misaller dünyasından sıyrılıp; günümüzdeki bilimsel bulgulardan yararlanmaktır. Zira, bilimsel bulgular dahi, ismi Allâh olanın iliminin, insan adı altında açığa çıkardığı en değerli “rızık”tır! Şuur sahiplerine bahşedilen bu “rızık” da, “altın çağ”ı oluşturan beyinlerin rızkıdır!
Evet, şimdilerde “ALTIN ÇAĞ”ı yaşamaktayız, çünkü...
Bilim, çok çok önemli bazı bulgular elde etmiştir:
- Bilim, beynin dalga boyları (wave) olarak kendisine ulaşan data/bilgiyi işleyip; sonucuna göre, kendi içinde, bu dalgaboyu/hologram dünyasında yaşamakta olduğu gerçekliğini görmüştür.
- “Madde”, yalnızca algılayıcılara GÖRE var kabul edilir. Tüm algılayanlar, gerçekte, dalgaboyu/data/bilgi evrenin, algılama kapasitelerine giren bilgi karesi ile muhatap olmaktadır. Mutlak evreni algılamak imkânsızdır.
- Maddenin hakikati sorgulanmış ve bulgularla, madde diye gerçekte ayrı-özel bir şey olmadığı; evrenin, tümüyle TEKİL bir enerji (kudret açığa çıkışı) ve data/bilgi/wave okyanusu olduğu sonucuna ulaşılmıştır ki; bu yapıda her şey tekil bir hologramdan başka bir şey değildir[1].
Bunları biraz daha açalım, konulara fazla yakınlığı olmayanlar için...
Kesinlikle bilelim ki... Algıladığımız ve üzerinde fikir yürüttüğümüz her şey, çeşitli dalgaboylarını/bilgileri beynimize ulaştıran; -gene gerçekte, dalgaboyu yapı olan- organlarımızdan gelen; data/bilginin beyin tarafından çözümlenmesiyle ortaya çıkan yorumlardır[2].
Gerçekte, orijini itibariyla, enerji/dalgaboyu/bilgi paketi olan, beyin ismi takılmış yapı; kendisinde açığa çıkan bilgi sentezi sonucu “ben”lik kazanır ve bilgisine göre oluşmuş “hologram dünyaSINDA” yaşamına devam eder, sonsuza dek ölümsüz olarak.
Bu bilgi toplamı varlık (şuur/insan), varlığında açığa çıkanların tamamını, kendi orijininin, sonsuz sınırsız TEK’in, potansiyelinden ve ilminden alarak varlığını sürdürür. Her birim gibi! Çünkü gerçekte TEK BİR var olmasına karşın; algılayan farklılıkları, çoklu varlık boyutu algısını oluşturur.
Şuur (insan), ölümsüzdür; çünkü varlığının orijini ölümsüzdür! İlimdir “insan” (RUH’tur/Esmâ özellikleri bileşimidir)!.. Beden/hayvan ise tükenir, dönüşüme girer!
Bu itibarla, şuur olan “insan”, ölüm (bedensiz yaşamı tadarak) ile, yani beden denen algılama organına-aracına veda edip, oluşmuş bilgi-şuur potansiyeli ile farklı algı boyutunda yaşamına devam eder.
Şuur (insan), ismi ALLÂH olanın ruhu (Esmâ özellikleri) ile varolmuş ruhtur; beden dünya yaşamındaki varlıkların oluşma süreç ve şartlarına tâbi bineği, ya da içinde bulunduğu boyutu algılama aracı/organlarıdır.
Bu, konunun içsel yönüydü. Dışsal yönüne gelince...
Geri kalmış toplum fertlerinin fark edemediği, milyarla galaksinin yer aldığı evrende yaşamamız realitesi... Milyarla galaksi şimdilik tespit edilebilen! Ve de tüm bilgilerimiz, evrensel enerjinin yüzde 4’ünün oluşturduğu bir alan... Yüzde 96 ise bugünkü bilime göre karanlık hâlâ!
Bunun bir ötesi daha var...
Algılayana ve algılanana GÖRE var olan mekân ve zaman kavramlarının; varlığın hakikati itibarıyla hiçbir anlamı olmadığını kavrayabilirsek...
Madde kavramına ve temeline dayalı tüm felsefi ve dinî tartışmaların günümüz realitesi önünde çoktan iflâs etmiş olduğunu ve konu edilemeyeceğini görürüz!
Dolayısıyladır ki, bilimsel gerçeklik dünyasında, yukarıda ya da ötende, yönetici bir tanrı veya insanlara merhameti dolayısıyla oğlunu yollamış bir tanrı anlayışlarının tümüyle geçersiz olduğu aşikârdır!
Güneş bir mânâda batıdan doğmuş; bilimsel bulgu ve bilgiler, insanlığı önüne katmış, “illâ ALLÂH” anlayışına yönlendirmeye başlamıştır!
İşte bu yüzdendir ki son 34 yılda -yani hicrî yüzyılın başında- “ALTIN ÇAĞ”a girmiş bulunuyoruz!..
“ALTIN ÇAĞ” dedim çünkü...
Kur’ân-ı Kerîm’in vurguladığı, “Tanrı ve tanrılık kavramı yoktur; sadece ALLÂH- Lâ ilahe illâ Allâh” gerçeği, günümüz bilim dünyası tarafından da reddedilemez bir şekilde açığa çıkmıştır. Madde Dünya ve madde Evren anlayışı tümüyle iflâs etmiş; “SADECE ALLÂH” realitesi bilimsel bulgu olarak açığa çıkmıştır; henüz toplumun çoğunluğuna yansımasa da!.. İnsanların çoğunluğu hâlâ madde, et-kemik toprak dünyasında yaşadığını veya yaşayacağını sansa da!
Kur’ân-ı Kerîm’de, Rasûlullâh (sav) açıklamalarında ve dahi Hz. Musa ve Hz. İsa tarafından anlatılmış teşbih/benzetme, misal, mecaz yollu pek çok konunun mahiyeti ve oluş mekanizması artık fark edilebilir hâle gelmiştir. Mesela “semâ” kelimesi hem uzay anlamına gelir hem de kişinin boyutsal oluşum derinliğine işaret eder. “Nüzûl” kişinin orijin (Rububiyet) boyutundan bilinç/farkındalık alanına iniş anlamındadır[3]. Buna rağmen bütün bildiklerimiz Allâh’ın bildirdikleri kadardır. Yani, TEK’in, bizler adı altında açığa çıkardığı bilgi kadarıyladır. Elin, beynin hükmü ve iradesiyle hareket etmesi misalinde olduğu gibi!
Kur’ân-ı Kerîm’in iki ana temel vurgusu vardır.
- Sadece ismi “ALLÂH” olan vardır O’ndan gayrı “yok”tur (lâ gayrıhu)!..
- İnsan Rabbine (beyninin orijini olan Allâh Esmâsı bileşimine) kulluk (Esmâ özelliklerini açığa çıkarmak) için yaratılmıştır Rabbi tarafından; Rabbi, varlığını oluşturan Allâh Esmâsıdır, dışardaki bir tanrı değil. Rab dilerse, O’nu, kendinde bulup tanıyabilirsin!
Şimdi bu iki realite de, teori-fizik ve tıp noktasından şöyle dillendirilmektedir:
Evren diye bildiğimiz, gerçekte, tümüyle bilgi/ilim olan, dalga/wave okyanusudur. Buna sınır getirmek imkânsızdır. Çünkü henüz bildiğimiz alan yüzde 4’tür. Gerisi dark madde ve dark enerjidir, ilimdir. Evrendeki tüm oluşumlar ve çevremizden tüm algıladıklarımız, bu bilgi dalgalarının, ismi beyin olan tarafından çözümlenmesiyle açığa çıkmaktadır. Bu TEK için, zaman ve mekândan veya bugüne kadar algıladığımız hiçbir sınırlayıcı kavramdan söz edilemez!.. Beyinler/şuurlar, varlıklarını oluşturan bilgi/ilim kapasitesi kadarıyla oluşan kendi dünyalarında yaşarlar; algılama organlarının alanına giren boyuttan algıladıkları kadarıyla. Evren içre evrenler, algılayanlara GÖREdir. Gerçekte ise TEK BİR vardır!
Mutlak REALİTE (ismi Allâh olanın Zâtı/gayb el guyub) ise asla bilinmez!
Evren içre evrenlerin orijini olan wave/dalga/data/bilgi okyanusu, esasen Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen Allâh isimlerinin işaret ettiği özellikler toplamı tekil potansiyelden başka bir şey değildir. Her şey bu boyutta/planda olup bitmiştir ismi Allâh olan ilminde.
“İnsan” adı verilmiş, gerçekte bedensiz, bir esmâ bileşiminin oluşturduğu şuur varlık; her an, ismi beyin, orijini dalga/bilgi paketi olan yapısı itibarıyla, algılama alanına girenleri kâh seyredip kâh onlara yön vererek yaşamını sonsuza dek sürdürecektir. Zira, o isim ardındaki varlık, RAB ismiyle anılan Allâh Esmâ özellikleri bileşimidir.
Eğer burada anlatılan TEK’liği ve TEKİL’liği kavrayabilirsek görürüz ki...
Kur’ân-ı Kerîm’de tanımlanan ismi “ALLÂH” olan, evren içre evrenleri ilminde ilmiyle yaratıp ilminde seyreden, bunu tek kare (AN) olan da yaşarken (El HAYY); tüm seyrinde olduklarından da berîdir Zâtı itibarıyla (münezzehtir)!..
Ez Zâhir’dir (evren içre evrenler olarak sonsuz Esmâ bileşimleri olan yaratılmışlar) her AN yeni bir şe’nde (oluşta) iken; El Bâtın oluşu itibarıyla da zâhirle sınırlanmaktan münezzehtir!
“İnsan”, ne kadar Kur’ân-ı Kerîm’deki mecaz, misâl, benzetme yollu anlatılan realiteleri çözebilirse, o kadarıyla gerçekleri fark eder ve “ALTIN ÇAĞ”ı daha iyi değerlendirir. Kur’ân-ı Kerîm’in bilgi olarak nasıl bir mucize olduğunu daha iyi fark eder. İslâm’ın, Allâh’a teslim olmak değil; ismi Allâh olana teslim olunmuşluk, anlamına geldiğini anlamanın huzuruyla yaşamak için bildirildiğini fark eder.
Esasen bu alanda sorulacak pek çok sorunun cevabı da vardır ama ne çare ki o kadar detaya girmek istemiyorum.
Bu yazdıklarımın anlaşılması da yıllar alacaktır, muhtemelen sonuçlarını görmeyeceğim... Ama önemli olan, zaman içinde, birilerinin yazdıklarımın gerçek olacağını tasdik etmesi. 1985’te Dünya’nın sonunun Güneş içinde eriyip kaybolmak olduğunu yazmıştım[4]. Bugün batıda okullarda okutulan bu gerçeği, Türkiye’de hâlâ reddeden sayısız müslüman varken; bugün yazdıklarımın da çoğunluk tarafından anlaşılacağını beklemek elbette yanlış olur. Dolayısıyla şimdilik daha fazlasını yazmaya gerek yok.
Şimdilik bu konuda sadece şu kadarını ekleyebilirim... Şu anki yaşamda, varlığın aslı, nasıl data/wave/bilgi boyutu ise, buna rağmen biz madde algısıyla yaşıyorsak; bundan sonraki tüm yaşam evrelerinde de gene aynı hissediş ve kabul devam edecektir hemen hemen genelimiz için... Tasavvufî deyimiyle, yaşarken perdesi kalkmışların algıladıkları boyutsallık ise elbette ki bu anlattığımızdan farklıdır ki; onu da ancak yaşayan bilir. Tarifi, anlatılması mümkün değildir.
Biline ki... Bu nesil “ALTIN ÇAĞ” neslidir. Kur’ân-ı Kerîm bilimsellikle de tasdik edilmiştir. Olay farklı isimlerle tanımlansa da!
Rasûlullâh Hakk’tır; tüm bildirdikleri evrensel gerçekliklerdir. Ölümle birlikte yaşanacak olan sorgulama mekanizması; kâbir yaşamının cennet veya cehennem yaşamı hissiyatı içinde devam etmesi; mahşer süreci ve bu süreçte yaşanacakları bildirilenler; nihayet kişilerin cehennem veya cennet olarak bildirilen boyutlarda yaşaması hakkındaki Kur’ân-ı Kerîm ve Rasûlullâh (sav) açıklamaları Hakk’tır, gerçektir. Ancak bunların hepsinin nasıl olacağına dair açıklama ve yorumlarımız da mevcuttur[5].
Kur’ân-ı Kerîm baştan sona Hakkı bildirmektedir!
“OKU”yabilene!..
NOT: “BEN”liğinizi kurban ettiremediyse bu bilgiler; bir bayram daha kurbansız geçti; bilgi ile sanki “hac” yapıldı TEK’e erildi, velâkin, “benlik” kurban (ve nahr) gerçekleşmedi; demektir! 1434 Hac Bayramınız Mübarek olsun.
Ahmed Hulûsi
11 Ekim 2013
Raleigh, NC, USA
İlgili yazılar:
Akıl ve İman Kader nedir
Yaşamın Gerçeği
Yazıya gelen bir eleştiriye cevap:
TUTARSIZLIK MI, YETERSİZ VERİ TABANIYLA BAKIŞ MI?
Yazımda tutarsızlık gören isimsiz kardeşime sevgilerimi sunuyorum.
Michael Talbot'un uzun zaman önce yayınlanmış “Holografik Evren” kitabını okuyabilir. Evren, son teori-fizik tespitlerine göre tümüyle TEK'il bir wave/dalga okyanusudur ve bu yapı içinde çeşitli dalgaboyu birikimleri/bileşimleri diyebileceğimiz bölümlerin birbirini kendi orijin yapılarıyla çözmeleri söz konusudur. Dolayısıyla beyin de orijini itibarıyla bu yapıdır ve bu boyutuyla hem madde diye isimlendirilen alanı çözmektedir hem de madde algısını yaratmaktadır. Madde algısı beynin yaratısıdır ama madde beyin değil! Beyin, orijiniyle madde değildir. Yazıdaki renkli link kelimeleri tıklanarak bunların referansları incelenebilir. TEK'lik hissiyatı ve düşüncesi “insan” var olduğu andan itibaren yer yer, zaman zaman hissedilmiştir elbette.
Tasavvuf, Kurân'ın RUHU'nu hissetmek ve yaşamaktır. Edinilmiş bilgiyle taklidî davranışları uygulayarak kendine müslüman dedirtenler konumuz dışındadır. Müslümanlık ayrıdır, İslâm ayrıdır. Geneldeki yanılgı müslümanlara bakarak İslâm'ı yargılamaktır. Müslümanlık, İslâm değildir. Ben KUR'ÂN ruhuna uygun İslâm'ı konuşuyorum; müslümanları değil! Mevlâna'nın, Hacı Bektaş Velî'nin, Geylânî veya Nakşıbendi'nin anladığı İslâm'ı anlıyorum, anlatıyorum. Hz. İsa'nın demek istediği hakkındaki yorumunuza katılıyorum ama İncil maalesef günümüzde okunan hâliyle kutsal kitap değildir. Havarilerin mektuplarıdır. İsa'nın orjinal sözleri değildir. Yani, İslâm'daki hadis kavramı düzeyinde bile değildir.
“ALLÂH” konusu ise başlıbaşına irdelenmesi gereken bir konudur. “ALLÂH” isimli kitabımda açıkladım www.ahmedhulusi.org adresinde okunup, karşılıksız indirilebilir. Kur'ân, “ismi ALLÂH” diyerek neye işaret ediyor, düşünmek lazım. Bunun başına “B” harfini getirerek! “B-ismi-Allâh...” Bunu söyleyenin varlığında kendisinden başka bir varlık olmadığına dikkat çekiyor. Bunun açıklaması da ilgili kitapta vardır. “İlahüküm ilahün Allâh” demek, “Allâh, ilâhtır” demek değil, “ilâh diye düşündüğünüz gerçekte Allâh'tır”; demektir. Aradaki fark, “Allâh” ismiyle işaret edilenin ne olduğu fark edilirse anlaşılır. Burası yeri olmadığı için daha fazla detaya girmeyeceğim. İsteyen yukarıdaki adresten “KUR’ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ” isimli çalışmamı okuyup, çok daha detaylı bilgi edinebilir.
Sonuç; VARLIK TEK'tir, her bilgi boyutu/bileşimi itibarıyla kendi kendini seyretmektedir. Bu gerçek yanısıra “benlik” ise, insan adı verilen yapının cehennemidir. Çünkü bütün “cehennemî yanışlar” benlikten kaynaklanmaktadır. “TEK'İN SEYRİ” isimli kitabımı okumanız tavsiyesiyle sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Yazı eğer linklerdeki referanslar değerlendirilip beyin ve hologram evren konuları ile birlikte baştan okunursa, çok daha farklı anlaşılacaktır kanaatindeyim.
AHMED HULÛSİ
[1] “TEKİN SEYRİ” isimli kitabımızda bu konuyu tüm detayları ile okuyabilirsiniz.
[2] Konunun detayları “Beynindeki hologram dünyan” isimli yazımızda incelenebilir.
[3] Bu konunun tüm detaylı açıklamaları “Kur’ân-ı Kerîm Çözümü” isimli kitapta mevcuttur. www.ahmedhulusi.org adresinden okunabilir veya indirilebilir.
[4] “İNSAN VE SIRLARI” kitabında “Dünya’nın âkıbeti Güneş’e yolculuk” konusunu okuyabilirsiniz. İlgili hadisleri inceleyebilirsiniz.
[5] Bu konun detaylarını “İnsan ve Sırları” isimli kitaptan okuyabilirsiniz ahmedhulusi.org sitesinde.