Sonra Osman (r.a.) şöyle devam etti:
“Rasûlullâh şöyle buyurdu:
− Mezar kadar KORKUNÇ hiçbir feci manzara görmedim!”
İslâm’ın en önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) tarafından cesedi toprağa verilen Sa’d bin Muâz’ın kabri başında ise Allâh Rasûlü şöyle buyuruyordu:
− Şu seçkin kul ki, arş Onun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri çatırdayacaktı!.. Eğer kabir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş olsaydı, bu önce Sa’de nasip olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibarıyla bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!
Şimdi düşünelim... Kişi, mezarda “diri” yani “şuuru yerinde” olarak mevcut olmasa, böyle bir azap söz konusu olur mu hiç?..
Soruluyor Allâh Rasûlü’ne;
“Yâ Rasûlullâh, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?”
− Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölüm ötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı... İşte onlar en akıllışuurlu olandır.
Gene bir başka ifadesinde şöyle buyuruyor:
− En şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar, ölümden sonra yararını göreceği fiilleri yapar... Âciz de nefsinin arzularına tâbi olur, sonra da bir şeyler umar, ALLÂH’tan!..
Gene Rasûlullâh (s.a.v.)’ın ashabından İbni Mes’ud, kabirde görülen azap hakkında:
“Mutlaka günahkâr olanlar, kabirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini işitir... dediğini Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’den işittim.”
Ebu Said el Hudrî anlatıyor:
“Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyurdu:
− İnkârcıya mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran doksan dokuz ejderha musallat edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiçbir yeşil ot yeşermez!..”
İbn-i Ömer radıyallâhu anh anlatıyor;
“Rasûlullâh buyurdu:
− Sizden birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makâmı gösterilir. Burası yerindir. Kıyametteki bâ’sına kadar buradasın.”
Burada bir de şu hususa dikkat çekelim. Âmentü’de okunan şu cümleye bir bakın...
Dikkat ediniz!..
“Vel bâ’sü ba’del KIYAMET” denmiyor!..
Yani, “bâ’s” kelimesiyle anlatılan olay, KIYAMET’ten sonraki değil, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonrakidir!..
Dünya’da, bildiğimiz madde bedenle ve bu arada bu madde beynin ürettiği ruh bedenle yaşarız.
Nitekim büyük İslâm âlimi ve mutasavvıfı İMAM GAZÂLİ, “Esmâ ül Hüsnâ Şerhi” isimli eserinde “El BÂİS” ismini açıklarken bakın ne diyor:
“İnsanlardan birçokları bu hususta yanlış vehimlere kapılırlar... Bunu da çeşitli şekillerde izaha çalışırlar, derler ki; ölüm yokluktur, bâ’s yok olduktan sonra yeniden dirilmektir, aynen birinci dirilme ve canlandırma gibi...
Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu zan etmeleri yanlıştır! İkinci diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları dahi yanlıştır.
Ölümün yokluk olduğunu sanmak bâtıldır! Çünkü, kabir, ya ateş çukurlarından bir çukurdur, ya da cennet bahçelerinden bir bahçe...
İşin içyüzüne vâkıf olan Erbâb-ı Basîret, insan varlığının ebediyet için halk olduğunu bilir ve anlar... Ona yokluk atfedilmez.
Evet, bazen cesetle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler... Bazen cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler.
Dirilmenin, ilk yaradılış gibi ikinci bir yaratılış olduğunu sananlar da bu zanlarında yanılmışlardır! Çünkü diriltmek ilk canlandırılışlarına uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir.
Aslında insanoğlunun birçok dirilmesi vardır; onun dirilmesi iki defadan ibaret değildir.”
Ölümü tadınca, madde beden çözülür; ve RUH bedenle bâ’s olmuş olarak kabirde kıyamete kadar yaşamımız devam eder.