Zira, kendisi, ALLÂH’ın yeryüzündeki Halifesi olarak meydana getirilmiş ve sayısız ilâhî güçlerle donatılmış ve bezenmiştir.
Hâlbuki o gezegenin kendine has varlıkları, insanda bulunan bu toplu güçlerden yoksundur.
Dolayısıyla, “cennet”e gidenler, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir dilin söylemediği nimetlere kavuşacaktır... Bizim bu konudaki bütün tahayyülümüz yetersiz kalır.
O cennetlere giden kişiler yaş mefhumundan berîdirler. Orada, dede-nine, anne-baba, kardeş-evlât-torun gibi mefhumlar yoktur... Herkes aynı yaştadır.
O gidilen ortamda benzeri güçte veya ilim seviyesinde olanlar bir arada olacaklar; o ilim veya enerjiye daha az ölçülerle ulaşmış olanlar da kendi ortamlarında yaşayacaklardır.
Belki bu Dünya’da çok sevdiğin, yakınında olan bir kimse öbür dünyada çok uzak düşecektir.
Bir gün evvel neleri yaşarsan yaşa... Bir gece evvel uyku sırasında gördüğün rüyada neleri yaşarsan yaşa; sabah uyandığın zaman, hele üstünden birkaç saat geçtikten sonra, o gördüklerin senin için ne ifade ediyor?..
Dün dünde kalıyor, gece gecede kalıyor! Şayet hapiste işkence görüyorsan, gece en güzel rüyayı görsen de, uyandığın ortamda bu ne ifade eder?..
İşte bu madde dünyasına gözlerini kapattığın anda, yeni ortamında gözlerini açacaksın ve bu Dünya yaşantısı senin için az evvel yaşadığın bir rüya gibi olacak... Uykudan kalkmışçasına, Dünya’da yaşadıkların bir değer ifade etmeyecek ve içinde bulunduğun ortamın şartları ile başbaşa kalacaksın!
Öyle ise bütün mesele senin, sadece bu Dünya’da bırakıp gideceğin şeyler için değil; yetecek ölçüde, ölüm ötesi yaşantıda sana lazım olacak şeyler için çalışma yapmandır... Bu dünya tarlasında, ruhuna ne ekersen, ölüm ötesindeki yaşantıda da onun mahsulünü toplayacaksın!
Eğer bu Dünya’da yaşarken, sana verilmiş bu ilâhî güçleri, beynine bahşedilmiş bu ilâhî özellikleri keşfedip kullanamazsan, ölümü tattıktan sonra bir daha bunları ortaya çıkarabilmen kesinlikle mümkün değildir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de tekrar edilen birçok âyet bu hususa işaret eder:
“Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde dedi ki: ‘Rabbim beni (dünya yaşamına) geri döndür.Tâ ki (önemsemeyip) uygulamadığım şeylerde (iman üzere yaşamda, kuvveden fiile çıkarmadıklarımda) sonsuz geleceğime yararlı çalışmalar yapayım!’...
Hayır (geri dönüş asla mümkün değil)! Öyle bir şey söyler ki geçerliliği yoktur (sistemde yeri yoktur)! Arkalarında yeniden bâ’s olunacakları sürece kadar, bir berzah (boyutsal farklılık) vardır (geri dönemezler; reenkarnasyon da {ikinci defa dünya yaşamı} mümkün değildir)!” (23.Mu’minûn: 99-100)
“Yanma aşamasına geldikleri zaman: ‘Keşke geri döndürülsek, Rabbimizin delillerini yalanlamasak ve iman edenlerden olsak (Rabbanî özelliklerimizi, Esmâ’dan kaynaklanan kuvvelerimizi değerlendirsek)’ dediklerini bir görsen!
Hayır, önceden gizliyor oldukları (kendilerine verilmiş hakikat bilgisi şimdi) kendilerine zâhir oldu! Eğer geri döndürülseler elbette (gene) yasaklandıklarına geri dönerlerdi! Şüphesiz ki onlar yalancılardır!
Dediler ki: ‘Dünya hayatımızdan başkası yoktur! Yaşamımız devam etmeyecektir!’
Rablerini müşahede sürecinde (hakikatlerindeki Esmâ kuvvelerini fark ettiklerinde) bir görsen! ‘İşte, Hak bu değil miymiş!’ dedi... ‘Evet, Rabbimizmiş!’ dediler... ‘Öyle ise, hakikat bilgisini inkâr eden olmanızdan dolayı şimdi tadın azabı!’ buyurur.” (6.En’am: 27-30)
Evet, söz “ÖLÜM”e gelmişken, halk arasında tamamıyla yanlış bilinen bu mevzuyu da elimizden geldiğince açıklayalım...