Farkında mıyız Bunların?
Bildiğimiz kadarıyla...
Adama para çıkmış piyangodan; aldığını yolda çaldırmış! Ne olacak?..
Haydan gelen huya gider! Emek, alınteri olmayan hayreder mi insana!
“İslâm Dini”ni anlamışlar ise, bu güzel sözü şöyle kullanmışlar;
“Hayy”dan gelen “HÛ”ya gider!
Yani, “Hayy” ismiyle bildiğimiz Allâh’tan gelen, gene “HÛ”ya, yani “O”na gider! Demek isterler ki, “Her şey O’ndan gelir ve gene O’na döner”!
Orijinal söylenişindeki anlam ile günümüzde dönüştüğü mânâ ne kadar farklı değil mi?.. Tıpkı “İslâm Dini” ile “Müslümanlık” arasındaki fark gibi!
Ya diğer bildiklerimiz?..
Niye “abdest” alınır?.. De ki, temizlik olsun, diye!
“Abdest” temizlik olsun amacıyla önerilmiş olsa; su bulamadığın zaman “teyemmüm” et, denerek adama yüzüne toprak sürdürülür mü?..
“Yavrum yüzün kirlenmiş, sular akmıyor, git yüzüne toprak sür de temizlen” mi dersiniz?..
Ciltteki hücrelerin, ozmos yoluyla üstlerindeki suyu içine çektiğini çoğumuz ortaokuldan biliriz! Suyun, H2O olduğunu, bu yapısıyla da elektrik ihtiva ettiğini de! Vücut denen organik fabrikanın, dışardan aldığı katı ve sıvı gıdaları analiz ederek biyoelektrik enerjiye dönüştürdüğünü de biliriz belki!
Ama, gene de “abdest”[1]in vücudun biyoelektrik enerjisini kısa yoldan arttırma amacıyla da önerilmiş olacağını hiç aklımıza getirmeyiz! Ya teyemmüm?..
Ya bir bardak suyla, hatta toprakla “abdest” alarak temizlenilir mi?..
“Abdest” temizlik için değilse... Allâh Rasûlü pek çok zaman bir bardak kadar suyla “abdest” almışsa... Bu durumda “abdest” olayını nasıl değerlendirecek ve “Tâhir olmayanlar Kurân’a el sürmesinler” hükmünü nasıl anlayacağız!
“Tâhir” kelimesinin zıddı Kur’ân-ı Kerîm’de “necîs” kelimesidir... “Necîs” kelimesi de, “ŞİRK” kavramı için kullanılarak; “Müşrikler necîstir” hükmü verilmektedir!
Demek ki, “ŞİRK”, “necîs” ise; bunun zıddı olan “tâhir”lik de “TEVHİD” ehlinin hâli ile alâkalıdır... Bu durumda, Kur’ân-ı Kerîm’deki, “tâhir olmayan el sürmesin” uyarısının anlamı; abdestsiz olan mushafa yani Kur’ân muhtevalı cilt ve sayfalara el sürmesin, anlamına değil...
“Tevhid” anlayışına ulaşmamış, şirkten arınmamış olanlar, Kurân’ı anlamaya uğraşmasınlar; ondaki incelikleri kavrayamazlar; anlamınadır!
Arınılması zorunlu kir, bedensel olan değil, düşünsel olandır!
Düalizmle, “bir ben, bir de ötemde tanrı” anlayışıyla Kur’ân-ı Kerîm’in sırrının anlaşılabilmesi asla mümkün olmaz! Çünkü bu da, “şirki hafî”dir! Önce “tevhid”in ne olduğunu anlayarak, “şirki hafî”den arınmak suretiyle “tevhid ehli” olmak gerekir... Ancak böylece “tâhir” olunup, Kur’ân anlaşılmaya başlanır... Kurân’ın anlaşılamamasının; ötedeki bir tanrının yanından, elçiyle gönderdiği buyruklar kitabı gibi değerlendirilmesinin sebebi, “düşünce boyutunda şirkten” yani “necîslik”ten kurtulup, “tâhir” olamayışımızdır! Aksi takdirde, gün boyu duş altında dursak, gene de “düşünsel tâhirliğe-arınmışlığa” kavuşamayız!.. Secde edemeyiz!
Secde mi..? Elbette secde! Çünkü tâhir olmayan, secde edemez elbette!
Secde denince, bir sultanın önünde secde eder gibi; görünmeyen bir sultan olan tanrının huzurunda; ona saygı ifadesi olarak mı secde ediliyor sanıyoruz?.. Oysa bu “şirki hafî-gizli şirk”tir; ve de bunu yapan düşünsel taharete ermemiştir!
Acaba secdeyi, ötenizdeki bir tanrı için mi yapıyorsunuz; yoksa her an, her yerde ve dolayısıyla da varlığınızın her zerresindeki Allâh’ın farkında olarak; O’nun özelliklerinin sizden açığa çıkışına “kulluk” etmek amacıyla mı?
Secdeyi, varlığını oluşturan Allâh’ın güzel isimlerinin oluşturduğu mânâların; tespih, tefekkür veya dua ederken, beyne giden çok yüksek kan dolayısıyla daha güçlü bir şekilde gelişmesini ve açığa çıkmasını temin etmek amacıyla mı!
“Secdem yokluğumdur, ete kemiğe bürünmüş olarak görünen sensin... “Ben” kelimesi ardında açığa çıkmaktasın Sen”!.. anlayışı mı secdeyle dile gelmekte; ve o anda beyne gelen kanla da, beyin bu konuda daha güçlü ilham alıp, bu mânâyı daha güçlü beyin dalgalarıyla sisteme yaymakta! Biz ya kendimizi iyi tanıyacak, kuvvetlerimizi bileceğiz; ya da hükmedenlerce güdüleceğiz!
Hükmedenler hükmedecek; güdülenler de güdülecek!