31 Mart 1998
− Selâmu aleykum, tahkike ermek için mücahede eden mukallit dostlarım...
El kör, ben kör!.. Bilmem yolumuz nere varır!.. Kılavuzu kör olanın yolu sarpa varır... Ama demiş ya, “hiç olmazsa o yolda öldü derler...”
Tahkik ile hakikatin ne olduğunu hissedip yaşayamıyorsak da, hiç olmazsa taklidin ne olduğunun farkına vardık ve iyi bir MUKALLİT olduğumuzu anladık...
Bana göre bu da iyi bir gelişme... Doğru teşhis, yarım tedavidir derler... Artık en azından kendimizi aldatmıyoruz, bu dini anladım, “ALLÂH”ı anladım diye...
Açılamayıp kör de gitsek, hiç olmazsa kör olduğumuzu bilerek yaşayacağız ve kendimizi aldatmayacağız... Bu çok önemli... Çünkü, körlüğün acısını hissetmeyen, bu konuda başkalarına da yardımcı olmaz...
Bari sen kurtul, der!.. İşte o yüzden bunları yazıyorum ben de!..
Bakarsınız bir bilen, tutar elimizden!..
Evet var mı bana TAKLİTÇİLİKTEN kurtulmam için önerisi olan?..
Cevap
− Seyret!!!
Üstad
− Göremeyen nasıl seyreder?..
Cevap
− Bakan göz görür..!
Üstad
− Yoksa gördüğünün farkında olamayan, kendini kör mü sanır?..
Cevaplar
− Doğru!..
− Gören haşyet duyar! Baktığında haşyet duymayan, gördüğünü idrak edemiyordur diye düşünüyorum.
− Bir gün haşyetim de biter, diye de düşünmezsin; olduğu gibi görürsün..!
Üstad
− Önceki gece İbrahim Aleyhisselâm ile ilgili bir bilgi aldım... Ve anladım ki, O’nun hakkında biraz daha konuşmamız lazım...
İbrahim Aleyhisselâm ile ilgili üç önemli olaydan daha söz edilir...
1. Nemrud tarafından ateşe atılması...
2. Kuşu öldürüp dört parçaya ayırarak dört uzak mesafeye atıp, onu tekrar canlandırması...
3. Kâbe’yi inşa etmesi...
Bu olayları, masal gibi okuduk iyi bir MUKALLİT olarak!.. Hemen hepimiz biliriz...