Evren diye bildiğimiz, gerçekte, tümüyle bilgi/ilim olan, dalga/wave okyanusudur. Buna sınır getirmek imkânsızdır. Çünkü henüz bildiğimiz alan yüzde 4’tür. Gerisi dark madde ve dark enerjidir, ilimdir. Evrendeki tüm oluşumlar ve çevremizden tüm algıladıklarımız, bu bilgi dalgalarının, ismi beyin olan tarafından çözümlenmesiyle açığa çıkmaktadır. Bu TEK için, zaman ve mekândan veya bugüne kadar algıladığımız hiçbir sınırlayıcı kavramdan söz edilemez!.. Beyinler/şuurlar, varlıklarını oluşturan bilgi/ilim kapasitesi kadarıyla oluşan kendi dünyalarında yaşarlar; algılama organlarının alanına giren boyuttan algıladıkları kadarıyla. Evren içre evrenler, algılayanlara GÖREdir. Gerçekte ise TEK BİR vardır!
Mutlak REALİTE (ismi Allâh olanın Zâtı/gayb el guyub) ise asla bilinmez!
Evren içre evrenlerin orijini olan wave/dalga/data/bilgi okyanusu, esasen Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen Allâh isimlerinin işaret ettiği özellikler toplamı tekil potansiyelden başka bir şey değildir. Her şey bu boyutta/planda olup bitmiştir ismi Allâh olan ilminde.
“İnsan” adı verilmiş, gerçekte bedensiz, bir Esmâ bileşiminin oluşturduğu şuur varlık; her an, ismi beyin, orijini dalga/bilgi paketi olan yapısı itibarıyla, algılama alanına girenleri kâh seyredip kâh onlara yön vererek yaşamını sonsuza dek sürdürecektir. Zira, o isim ardındaki varlık, RAB ismiyle anılan Allâh Esmâ özellikleri bileşimidir.
Eğer burada anlatılan TEK’liği ve TEKİL’liği kavrayabilirsek görürüz ki...
Kur’ân-ı Kerîm’de tanımlanan ismi “ALLÂH” olan, evren içre evrenleri ilminde ilmiyle yaratıp ilminde seyreden, bunu tek kare (AN) olan da yaşarken (El HAYY); tüm seyrinde olduklarından da berîdir Zâtı itibarıyla (münezzehtir)!..
Ez Zâhir’dir (evren içre evrenler olarak sonsuz Esmâ bileşimleri olan yaratılmışlar) her AN yeni bir şe’nde (oluşta) iken; El Bâtın oluşu itibarıyla da Zâhirle sınırlanmaktan münezzehtir!
“İnsan”, ne kadar Kur’ân-ı Kerîm’deki mecaz, misâl, benzetme yollu anlatılan realiteleri çözebilirse, o kadarıyla gerçekleri fark eder ve “ALTIN ÇAĞ”ı daha iyi değerlendirir. Kur’ân-ı Kerîm’in bilgi olarak nasıl bir mucize olduğunu daha iyi fark eder. İslâm’ın, Allâh’a teslim olmak değil; ismi Allâh olana teslim olunmuşluk, anlamına geldiğini anlamanın huzuruyla yaşamak için bildirildiğini fark eder.
Esasen bu alanda sorulacak pek çok sorunun cevabı da vardır ama ne çare ki o kadar detaya girmek istemiyorum.
Bu yazdıklarımın anlaşılması da yıllar alacaktır. Muhtemelen sonuçlarını görmeyeceğim. Ama önemli olan, zaman içinde, birilerinin yazdıklarımın gerçek olacağını tasdik etmesi. 1985’te Dünya’nın sonunun Güneş içinde eriyip kaybolmak olduğunu yazmıştım[1]. Bugün batıda okullarda okutulan bu gerçeği, Türkiye’de hâlâ reddeden sayısız müslüman varken; bugün yazdıklarımın da çoğunluk tarafından anlaşılacağını beklemek elbette yanlış olur. Dolayısıyla şimdilik daha fazlasını yazmaya gerek yok.
[1] “İNSAN VE SIRLARI” kitabında “Dünya’nın âkıbeti Güneş’e yolculuk” konusunu okuyabilirsiniz. İlgili hadisleri inceleyebilirsiniz.