Kurabiyenin Gücü
Biliyor musunuz, bir kısım insanların kurabiyeleri olan tanrıların gücü nereden geliyor?..
Neden bu kadar insan, mum yakıp adakta bulunuyor tanrılara, azîzlere, türbelere?..
İnsanların bir çoğunun cevap aldığı bu kurabiyeler, hangi kuvvetle varlıklarını devam ettiriyorlar?..
Azîzlere, türbelere mum yakanların bir kısmının muradı nasıl oluşuyor?..
Allâh, onlara hile mi (mekr) yapıyor?..
Önce, isterseniz geçen haftalarda çıkan son iki yazının konusunu hatırlayalım…
“Bâtın”ın zâhirde gizli olduğunu… Sâfiye’nin emmârede, kabın rengine göre açığa çıktığını… Tüm mertebelerin, aslında tek bir mertebe olup; “Ğaniyy” orijinin, zâhirin şekil ve kalıbına büründüğünü…
Güneş ışığının tek renk olmasına rağmen, prizmayla çok renkliliğinin açığa çıkması gibi; Sâfiye’nin de, alt bilinç tezahürlerinde renklenmesi olayını…
Elektriğin, ampulün camının renginde görünmesini… Ve dahi ortaya koymak istediğini ortaya koyduğunu, anlatmıştık!..
Bunları göz önünde tutarak eğilelim konuya…
Kişi kurabiyesinden, toteminden ya da bir türbeden bir şey istemeye gittiği zaman…
Âhirete geçmiş olanların Gavs mertebesi düzeyindekileri bir yana koyarsak… Diğerlerinin de bu yaşama müdahale etme kuvveleri olmadığını hatırlarsak…
Oraya gidip dilekte bulunan kişinin dileğine kim icabet etmektedir? Ki, böylece o kişinin arzusu yerine gelmekte?..
Bundan önceki iki yazıda, hükmün nereden ve nasıl geldiğinden söz etmiştik… Anlatmaya çalışmıştık ki…
Dışarıdan değil, senden! Varlığından açığa çıkan her şey, “sen”den kaynaklanıyor!
Allâh, sana dışarıdan müdahale etmiyor!.. Özünden geliyor zâhirine, Allâh’ın takdiri…
Başaramıyorsan, nedenini kendinde ara! Gerçekten, tüm kalbinle istesen, o şeyin oluşmamasına engel, ancak takdir olabilir!
Evet bunu da anladıysak…
Sanırım, “kurabiyedeki güç kaynağı” çıktı ortaya!
“Sen”deki Allâh’ın yaratıcılığı!
Yöneliyorsun, vereceğine İNANÇLI olarak diliyorsun; oluşması için himmetini o konu üzerinde topluyorsun ve öylece talep ediyorsun… Dileğin oluyor!
Kurabiyen sana icabet etmiş oluyor!!!
Putuna yaktığın mum; türbeye bağladığın çaput; adadığın horoz ya da kurban, senin dileğini yerine getirdi sanıyorsun!.. Alnındaki gözlüğü sokakta arıyorsun! Oysa o şey, senin konsantrasyon objen!
Anlatılanları anlamıyorsan, durum kötü!..
Anlamadığını da anlayamıyorsan, işte o zaman durum vahim!..
Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir!
Başrolünde sen varsın oyununun!
Daima sen dürüstsündür, değerlerine GÖRE; başkaları eğri!
Zannındaki göresel doğrularla perdelenirsin, anlayışının sınırlılığı yüzünden; ama bakarsın ki bir gün, senin eğriler çok iyi bir yerde; şaşarsın! Nereden çıktı bu, diye…
Eleştirmezsin kendini, niye bu bana böyle yaptı veya böyle göründü, diye; gördüğüne, davranışına göre hüküm verip suçlarsın karşındakini; aklarsın kendini!..
Oysa, ortaya koyduğun davranış karşılaştırmıştır seni, o hoşuna gitmeyenle!..
İdrakında güneş tutulmuş; karanlıkta, yanlış değerlendirmeler yapmış; sonucunda bunlarla karşılaşmışındır!
“Ararsan kendinde ara; her ne var ise, kendinde var!” diyen Zâtın bu işareti, neye idi acaba? “Karşılaştığını oluşturan sensin” de var mı ki bu uyarıda?..