Daha alt düzeydeki görevler için, belli ruh kuvvetine erişmiş, belli beyin hassasiyetine ulaşmış, belli bir Vahdet görüşünü almış, kabullenmiş kişiler bir süre “stajer” olarak görev alırlar.
Bunlar beyin kapasiteleri dolayısıyla görev yapabilecek kuvvettedirler. Bunlar, önceden tespit edilir; bazıları 10 sene, 15 senelik staja alınır. Staj süresi içinde olmalarına rağmen henüz Nefs’in arınma mücadelesi tamamlanmamış; gizli şirk tamamen ortadan kalkmamıştır onlarda... Zaten o yüzden stajerdirler...
Yukarı mertebedekiler bunlara belli görevleri intikâl ettirirler; onlar da farkında olmadan o özellikleri kullanarak çevrelerinde belli tasarrufları yaparlar... Bu arada yetiştiricileri olan kâmil velîler veya Hızır (aleyhisselâm) nezaretinde, gizli şirkin tamamıyla ortadan kalkması yani Nefs arınması çalışmalarını sürdürürler.
Nefs’in arınması önce, kendini beden olarak kabul etme hâlinden kurtulma yani tabiat mücadelesiyle başlar; ki bu da “Levvâme nefs” bilincinde oluşur. Bu çalışmalar, senin kendini bir beden ve bir birim olarak kabullenmene yol açan hâllerden kurtulman içindir. Bu gerçekleşmeden, velî olman, yakîn kazanman mümkün değildir...
“İlm-el Yakîn”, Mutmainne’de hâsıl olur. Mülhime’deki, hissî müşahededir; “yakîn” değildir. Mülhime’deki, “İlm-el Yakîn”in gölgesidir. Bilgi yollu belli şeyleri hissediştir...
Mutmainne’de “İlm-el Yakîn” hâsıl olur. Bu, Radiye’de “Ayn-el Yakîn”e döner. Mardiye’de, “Hakk-el Yakîn” hâsıl olur; bu zâta “Ârifi Billâh” denir ve ilâhî sıfatlarla tahakkuk eder. Yani, o sıfatların gereği olan hâlleri kendinden ortaya koyar, ama kendinden derken kişiselliğinden değil, Nefs-i Küll olarak varlığından...
Radiye’de, “Tecelli-i Esmâ” vardır.
Mardiye’de, “Tecelli-i Sıfat” vardır. Yani, ilâhî vasıflarla tahakkuk etme hâli ki; bu ikisi arasındaki hâl, ancak yaşanarak fark edilir. Dilde bunu anlatmak çok zor bir şey! Çünkü biz, öyle bir şey düşünmemişiz, hayal bile etmemişiz. Onun için bunlar böyle mecaz yollu anlatılır ama gerçeği ancak yaşanarak bilinir!
“Gavs”, Dünya’da yaşadığı sürece, “Gavsiyet” görevini ifa eder. “Gavs”ların hepsi de esasen “vekîl Gavs”tır.
Her mertebenin bir asili vardır, bir de o asilden sonra gelen vekîlleri vardır.
Gavsiyet mertebesinin asâleten sahibi Abdülkâdir Geylânî’dir. “Gavsı Â’zâm”dır. Diğer devirlerde gelen “Gavs”lar da o mertebeye ve göreve “vekâleten Gavs”lık görevini yaparlar. Fakat âhirete intikâl ettikleri zaman, Gavsiyet görevini bırakırlar. Seyyid Abdulkâdir Geylânî’nin görevi ise bâtında devam etmektedir. Bu yüzden de yardımları el’an devam etmektedir.
“Divan”a, geçmişte görev almış Gavs’ları temsilen, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri gelir. Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin “Gavsı Â’zâm”lığı buradan ileri gelir; “Kutbiyet”i, “İrşâdiyet”i kendinde toplamış olduğu için değil!.. Asâleten “Gavs”tır. “Gavsı Â’zâm”dır!..
Diğer “Gavs”lar, âhirete geçtikten sonra, “Divan”a katılmazlar, dünyevî işlerle alâkalı görüşmelere katılmazlar... O mertebe kendisine bahşedildikten sonra tâbiri câizse, emekli olmuş gibidir. Öbür tarafta, manevî âlemde birtakım görevler yaparlar, ancak dünyevî işlere katılmazlar.
Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin, Gavsı Â’zâm olarak, asâleten o görevin sahibi olarak dünya işlerine müdahale yetkisi vardır.
Diğer “Gavs”lar, dünyadan ayrıldıktan sonra, dünya işlerine müdahale etmez, ama Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin dünya işlerine müdahale yetkisi vardır ve o yönüyle Gavsı Â’zâm’dır... Diğer Gavslar, Dünya’da yaşadıkları müddetçe Gavsiyet görevini yapar, öbür dünyaya intikâl edince de öbür dünyanın görevlerini yaparlar.
Bir de, her hicrî yüz yılın başında gelen “Müceddid”ler yani “yenileyici”ler vardır. Çünkü her yüz yılda bir, Dünya’nın şartları değişir.