“Mukarreb” velîlerin bir kısmı, Hazreti Musa’nın meşrebi üzeredir; müşahedesinde “tenzih” görüşü ağır basar... Kimisi de, Hazreti İsa’nın meşrebi üzeredir; “teşbih” müşahedesi ağırlıklı olarak varlığı değerlendirir.
Eğer velâyette “Ulül Azm” mertebesine geçerlerse ve “Aktabiyet” veya “Müferridûn”luk durumu hâsıl olursa, Muhammedî meşrebe geçerler ve bunun sonucunda onlarda “tenzih” ile “teşbih” görüşünün eşit ağırlıkta sentezi olan “Tevhid” müşahedesi meydana gelir... Onlar, Muhammedî meşrebtir. Onların dışındakilerin hepsi ya Musevî veya İsevî meşrebtir...
Marifet, ikiye ayrılır:
Birinci Marifet, “Mülhime”de hâsıl olur.
Belli riyâzatlar ve tabiatla mücadeleler sonucunda, kişide belli marifetler oluşur. Bu marifetler belli kevnî -madde boyutuna ait- kerâmetleri de doğurur! Bunlara “ârif” denilir! Bunlar daha “velî” değildirler!
İlmî kerâmetler ise ikinci marifet mertebesi olan “Marifetullâh” sahibi “Mardiye nefs” bilincine erişmiş evliyaullâh hazeratına aittir... Bununla karıştırılmasın!
Burada, henüz “benlik” kavramı vardır bilinçte! Ancak yoğun riyâzat dolayısıyla beyinde belli bir hassasiyet meydana gelmiştir. Bu hassasiyet ile belli olağanüstü fiilleri ortaya koyar.
Bu, Allâh’a yöneliş sırasında oluşan bir marifettir. Bu düzeydeki kişiye “Ârif” derler... Yani, işin hakikatine ârif olmuş, belli bir “marifet” sahibidir. Bu daha sonra “Mutmainne”de, “hakikat”e döner...
“Marifet”ten sonra, “Mutmainne”de ve “Radiye”de “hakikat” yaşanır. Bu “hakikat” sonrasında “Mardiye”ye yükselirse, o zaman “Marifeti Billâh” meydana gelir. Yani, “Allâh’ın indînden ihsan ettiği ilimle” bilme hâli; ki o takdirde bu kişiye “Ârifi Billâh” derler...
“Mülhime” mertebesindeki marifet sahibi “Ârif”tir.
“Mardiye” makâmında hâsıl olan ikinci marifetin sahibine “Ârifi Billâh” derler.
Yani, varlığındaki Allâh’ın ilmi ile her şeye ârif olan Zât demektir “Ârifi Billâh”!.. Bu, “Hakikat”ten sonra gelen Marifeti Billâh’tır...
İşte bazılarının, “Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat” demeleri, bazılarının da, “Şeriat-Tarikat-Hakikat-Marifet” demelerinin nedeni, bu farka dayanır.
“Hakikat”ten sonra “Marifet” diyenler, “Mardiye”deki “Marifetullâh”tan söz ediyorlar. “Marifet”ten sonra “Hakikat” diyenler ise, “Mülhime”de yaşanılan irfandan söz ediyorlar.
“Levvâme”deki, “Tarikat”tır...
“Mülhime”de, “Marifet” hâsıl olur...
Bu “Marifet” neticesinde de, şayet takdirinde varsa “Mutmainne” ve “Radiye”de, “Hakikat”a vâsıl olunur...
Burada söz konusu olan “hakikat”, bu kelimenin işaret ettiği somut olayın mecazıdır... “İlmi”dir!
Bu mecazla işaret edilen somut olayın gerçeği mutlak “hakikat”in yaşamı ise, yalnızca “Mardiye nefs” bilincinin eriştiği mertebede, “Hakk-el Yakîn” sonucu yaşanır, “fetih” sahiplerince!
Yüksek dereceli evliyaullâha göre, “Mülhime”deki “Marifet” dikkate bile alınmaz! Onlara göre bu önemli bir şey değildir!
Tarikat devresi olan “levvâme” ve “mülhime” idrakından ve yaşantısından sonra; buralardaki sayısız vartalardan kurtulup lütfu ilâhî ile “Mutmainne”ye geçilirse, böylece “Hakikat” hâsıl olur!