İşte bundan sonradır ki Âdem nesli Dünya üzerinde, Dünya’nın şartları içinde yaşamaya ve kendilerini bir beden olarak görme hâlini kolay kolay üstlerinden atamama cezasını çekmeye başlamışlardır; ki bu duruma;
“Dünya müminin siccînidir.”
Şeklindeki Rasûlullâh (aleyhisselâm) açıklamasıyla işaret edilmiştir.
Öyleyse insan, Dünya’da yaşadığı sürece; kendini bir beden kabul ederek, bu bedene dönük yaşadığı sürece, fark etse de fark etmese de Cehennem hayatı içindedir...
Cehennem hayatı deyince yalnızca ötede, gelecekte, maddi ateş olarak düşünmeyelim! Kişinin kendisindeki ruhanî güçleri veya bir diğer anlatımla kendi varlığında mevcut olan ilâhî isimlere dayalı sayısız kemâlâtı; bu kemâlâtın getireceği özellikleri ve güzellikleri yaşayamama hâli de bir tür Cehennem hâlidir...
Evet, insanoğlu dünyada yaşadığı sürece, en rahat, en zevkli, en güzel günleri yaşasa dahi, gerçekte cehennemi yaşıyordur...
Ancak, nelerin yanında neleri kaybettiğini bilemediği için; sadece son derece sınırlı, mahdut şeyleri zevk diye bildiği için, geçici bir süre zevkli bir yaşam sürdüğünü zanneder.
Ne var ki o son derece kısıtlı, sınırlı zevkleri yaşamak sureti ile ömrünü heba etmesi nedeniyle, neticede neleri kaybettiğini fark edince, kavrayınca, işte o zaman dünyada yaşadığı cehennem bütünüyle açığa çıkar ve o zaman kişi, geçmişi telâfi imkânı kalmadığı için öyle bir pişmanlığa düşer ki, o pişmanlık ateşinin şiddeti hiçbir zâhir alevle, ateşle ölçülemez...
Bir insanın, düşündüğü, tasavvur ettiği, hayal ettiği her şeyi gerçekleştirebildiği bir ortamı tasavvur edin! İşte, en basit, en alt sınırlarıyla, Cennet hayatı...
“İnsan”, varlığında yer alan Allâh’ın isimlerinden “Hâlık” gibi bazı isimlerin mânâlarının neticesinde; düşündüğü, tasavvur ettiği, hayal ettiği her şeyi anında kuvveden fiile, düşünceden tatbikata çıkartır. Cennet sözcüğünün ifade ettiği anlamın asgarisi, en alt sınırı bu!
Tabii, bu hâle sahipken, kişinin bu hâli yitirmesi de Cennet’ten dünyaya iniş...
Âdem’in, Cennet’ten dünyaya inmesine sebep olan, vesile olan İblis...
İblis, Allâh’tan uzaklığına yol açan kişi olarak Âdem’i gördü. Çünkü, Âdem’e secde etmemesi, yani Ulûhiyet kapsamında olan bir kısım özellikleri görememesi nedeniyle Allâh’ın yakınlığından, yani o Esmâ ve sıfatla tahakkuk makâmından tard oldu...
Azazil’in “İblis” adını alarak “şeytan” diye nitelendirilmesine, içine düştüğü şu iltibas yani ikilem yol açmıştı:
Allâh’ı biliyor, kendi varlığının da O’nunla var olduğunu fark ediyordu... Yani kendini “Hak” olarak müşahede ediyor ve bundan dolayı da başkasına secde etmeyi yanlış buluyordu...
Bunun ötesinde bir de yapısal üstünlüğü vardı karşısına çıkan varlığa karşı... İşte bu üstünlük ona perde oluşturmuş, “hakikatsa bende de var, üstelik yapı olarak da ben ondan üstünüm, öyle ise niye secde edeyim” mantığını getirmişti...
Oysa, “Ulûhiyet” kemâlâtı sonucu orada daha kapsamlı bir zuhur olabileceği ve secde ettiğinin de yine sonuçta Allâh olacağı gerçeğini fark edemedi...
Ayrıca İblis, o yakınlığı meydana getiren Esmâ’dan mahrum olduğu için, tabii hâl olan ayrılığı yaşamak durumundaydı...
Buna mukabil Âdem ise, yeryüzünde “Halife” olarak meydana getirildi. Bu, “Halife” olarak meydana getirilişi sebebiyle Âdem, Cennet’ten çıkmak mecburiyetinde idi! Âdem, o hatayı işlemekle yükümlüydü, mecburdu, ki “Hilâfet” görevi meydana gelsin!
Âdem, hata işlemekle nasıl “Halife” olur?