İşte, bu gelişimin sonucu olarak Âdem, 99 olarak kabul edilen isimlerin mânâsını ortaya koyabilecek bir biçimde meydana getirilmiş; bu isimlerin mânâsını ortaya koyabilecek bir biçimde tespih etmiş ve bundan sonra da “Halife” seçilmiştir.
Âdem’in “insan” ve bunun sonucunda da “halife” olarak, “Ahseni takvim” yani en güzel mânâ sûretiyle meydana getirilişi sırasında; yeryüzü melekleri olayı o sırada yaşamakta olan “insansı”lara bağlayarak hayrete düşmüşler ve “insansı”ların mevcut şartları içinde “halife” olacaklarını sanmışlar ve bu yüzden de kendilerinde bir hayret ve sual oluşmuştur.
İşte bu noktadaki durum, soru cevap sembolü içinde misal yollu anlatımdır!
Yeryüzündeki meleklerin, bu durumu anlayamaması, kavrayamaması son derece tabiidir. Çünkü, yeryüzündeki meleklerde bu isimlerin tamamı mevcut değildir.
Yeryüzü melekleri, o an’a kadar yeryüzünde yaşamakta olan cinleri, “insansı”ları görmüşler; onların kendi aralarında kan döktüklerini, fesat çıkardıklarını, kemâlden çok uzak davranışlar ortaya koyduklarını müşahede ederek, şaşırmışlardır...
Burada, olayın zâhiri ve de mecazî-sembolik anlatımına bakıp gerçekten böyle olmuş gibi değerlendirmek insanı yanılgıya götürür!
Melekler ile Allâh’ı iki ayrı, karşılıklı varlıklar gibi düşünüp, Allâh’ın meleklere hitap etmesini, meleklerin de Allâh’a seslenişini, iki ayrı varlığın birbirine hitap edişi gibi düşünmek, son derece olgunluktan uzak bir görüştür!
Yani, melekler de dâhil olmak üzere hiçbir şeyin Allâh varlığı dışında, bağımsız bir varlığından söz edilemez!
Çünkü, ne Allâh, meleklerden ötede, meleklerin dışında bir yerdedir; ne de melekler, Allâh’ın varlığı dışında ayrı bir vücuda, varlığa sahip varlıklardır!
Allâh, tüm varlığın olduğu gibi, meleklerin de varlığında hulûl söz konusu olmaksızın mevcuttur!
Burada kısaca bir tespit yapalım;
Yeryüzü melekleri, yaşamakta olduğumuz madde boyutu, nûrânî yapılarıyla etkilemekte olan meleklerdir. Onların boyutsal olarak fevkindeki melekler ise semâ melekleri olarak tanımlanmaktadır ki bunların içinde“Mele-i Â’lâ”, “Hazire-i Kuds”, “Melâike-i Ulül Azm” gibi isimlerle işaret edilen melekler mevcuttur.[1]
Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın âhirete intikâl etmeden önce sık sık duasında işaret ettiği “Refik-i Â’lâ” da gene semâ meleklerinden olan mukarreb meleklerdir.
İşte burada anlatılan, Allâh’ın “yeryüzünde bir Halife meydana getireceğim” hükmünün aşikâr olmaya başlaması; buna karşılık yeryüzü meleklerinin “Sen, yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı varlıkları mı -halife olarak- meydana getireceksin?” hayretinin oluşması, iki ayrı varlığın karşılıklı konuşması şeklinde değerlendirilmemelidir.
Meleklerin, yeryüzündeki bu oluşu müşahede etmeleri sonucu olarak, yeryüzünde “Hilâfet” vazifesi ile, “Hilâfet” vazifesini yüklenecek yapıda bir varlığın oluşumunu seyretmeleri ve bunu diğer yanda gördüklerine kıyasla değerlendirmeleri, onlara benzer davranışlar ortaya koyacağı endişesini doğurmuştur.
Ne var ki, melâikenin de karşısındakini değerlendirmesi ancak kendi varoluş kapasitesi kadardır!
Bunun halk arasında basit bir açıklaması mevcuttur:
“Karşındakini nasıl bilirsin?” dendiği zaman “Kendim gibi, kendim kadar” der... Yani, her birim, karşısındakini kendi anlayışı kadar değerlendirebilir.
[1] Bu konuda detaylı bilgi Şah Velîullâh Dihlevî’nin “Hüccetullâhi’l Baliğa” isimli kitabının birinci cildinde mevcuttur.