Bu, öyle bir mücadele, öyle bir savaştır ki; bütün yaşamın boyunca devam edecektir.
İşte, Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın yanındakilere;
“Biz küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz.”
Cümlesi, bu mânâya işaret eder...
Burada da fark edilmesi gerekli olan nokta şudur... Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın yukarıdaki açıklamasında kullanılan kelime “cihad”dır... Bunu bildiğimiz “harb-savaş” diye anlamak yanlıştır. Buradaki anlamı “mücahede”dir... Yani, kazanmaya azmederek o konuda mücadele vermek, cihaddır... Bunu yapan kişiye de mücahid denilir. Harb-savaş anlamı ise arapçada “kıtal” kelimesiyle ifade edilir.
Nefs mücahedesi denen şey; Nefsi şartlanmalardan arındırma ve tabiata tâbi kılmama mücadelesidir!
Bildiğim birçok kişi, Teklik esaslarını öğrendikten sonra, kendilerini o Teklik şuuru içinde salıvermişlerdir...
Yani, kendilerine Mehdi’leri geldikten sonra Deccal’lerine tâbi olmuşlar; bedenin istek ve arzuları doğrultusunda yaşayıp, Teklik dünyasında yaşadıklarını vehmetmişlerdir!
Aynen bir salyangozun, uyanıkken tâ direğin tepesine çıktıktan sonra gece uyuduğunda kayarak, direğin en altına inip, kendini hâlâ çıktığı o en yüksek noktada zannederek yaşaması gibi bir olaydır.
Eğer bu gerçekleri fark edebiliyorsak, çevremizdeki kişilerin bizi Dünya’da bırakıp gideceğimiz şeylere dönük şartlandırmalarına kapılmayarak; onların, bedensel dürtülere, bedenin tabiatına dönük bizi yönlendirmelerine aldanmayarak; ölüm ötesi yaşama dönük veya Öz Bilincimize ermeye yönelik zihinsel veya bedensel çalışmalar içinde olmaya mecburuz.
Aksi takdirde, yitirilecek bu ömürden sonra elimize geçecek ikinci bir yaşam şansı mevcut değildir...
“Kim bu dünyada âmâ (hakikati göremeyen) ise o, gelecek sonsuz yaşamda da âmâdır (kördür)!..” (17.İsra’: 72)hükmü, asla ve asla hatırımızdan çıkmamalıdır...
Şu anda tek bir şansımız var... O da sağlıklı olarak Dünya’da bulunduğumuz bu günleri çok iyi değerlendirebilmektir!
Eğer biz bu günleri ilim istikametinde değerlendiremiyorsak; bilincimizi ilmin icablarına göre arındıramıyorsak, geliştiremiyorsak; şartlanmalara tâbi olarak yaşıyorsak; ömrümüzü tabiatımız yani bedensel dürtülerimiz istikametinde harcıyorsak; bunun getireceği manevî azap, hiçbir maddi azapla kıyaslanamayacak kadar büyük olacaktır!
Çünkü siz, saflaşmış bilincinizin sahip olacağı ilâhî özelliklerden mahrum kalacaksınız, bu yaptığınız hatanın neticesinde!
Allâh, bütün Esmâ’sı yani isimlerinin mânâlarıyla sizin varlığınızda, beyninizde, bilincinizde mevcut olduğu hâlde; siz, şartlanmalara ve bedeninizin tabiatına bağımlı ve onların yönettiği bir biçimde yaşadığınız için, bu özellikleri ortaya çıkarmaktan mahrum olarak bu Dünya’dan çekip gideceksiniz.
Yarın yanınızda ne anneniz ne babanız ne karınız veya kocanız ne de çocuğunuz olacak. Tek başınıza gideceğiniz önünüzdeki bu âlemde, kendi gerçek değerlerinizi ortaya çıkaramadıysanız çok büyük bir azap sizi bekliyor demektir.
“Ben şu yaşa kadar yaşayayım, ondan sonra yaparım” demek en büyük aldanıştır! Zira bir trafik kazasında, rahmetli Ayhan 44 yaşında gitti Berzah âlemine. Yanında eşi vardı, 38 yaşında ona eşlik etti... Yanında oğlu vardı, 16 yaşında ölümü tattı!
Erdinç genç yaşında matkapla duvarı delerken, duvardaki elektrik kablosuna isâbet ederek bir anda elektrik çarpmasıyla geçti gitti aramızdan! İşte bunlar gibi her gün gazetelerde, televizyon kanallarında sayısız kazaları görüyorsunuz...